31 Aralık 2012 Pazartesi

maceracı

Eh, finito..
Bitti la, 2012 de; kıyamet dediler onu dediler bunu dediler...
Benim kıyametim; Mayalarca, yeniden başlamak oldu. Haklıymışlar netekim.
Biraz kesin bir çizgi çektik fakat, o kadar kalın değil.
Rüyamda dün gece odamın altından bir dehliz çıktığını gördüm. Ben kazmaya çalışıyordum, bir yandan annem kapatmaya uğraşıyordu.
Ben o dehlize girecem hacı..
Maceralarımla 2013'te görüşürüz...

30 Aralık 2012 Pazar

zuzu

Deyin bana deli diyin..
Babam öldükten sonra -ki Akrepti, küllerinden doğarlar, malum- Zuzu doğdu.
Kuraldır; ailede bir Akrep ölürse, yenisi doğar. Sonuncusu bendim.
Anneannem ölmüş, ben doğmuşum. Ayşe oradan...
Eyvallah. Ama bu Zuzu harbiden şaşırtıyor beni.
Yıllardır kedi beslerim, babası benim sevdiceğimdi; Maviş...
Ve fakat Zuzu öyle hareketler yapıyor ki....
Bana bi kol kanat germe hali var. Sevmediklerini eve sokmama, giydiklerime, yediklerime karışma, her şeyi kontrol etme..
Noluyo lan?
Babam çay demlerdi sabaha karşı, o zaman karşılaşırdık, "Kızım saat kaç" diye, bu resmen posta koyuyor: Çayı unuttuysam ocakta, git bak diye mutfağa götürüyor.
Her sabah uyandırıyor beni, babam gibi, yapacağım şeyleri gösteriyor.
Reenkarnasyona inanalım mı?

28 Aralık 2012 Cuma

blue moon

Dolunay geçiyor üzerimizden, sevgili arkadaşlarım böyle diyor. Hatta bi tanesi dolunay banyosu yapmakla meşgul, neyse...
Ben baktım yukarı. Artık hava puslu, bulutlu olduğundan zar zor görülüyordu, ama orada, bizi izliyor, belli.
Yazın başka bir yerden doğuyor dolunay, tam karşımdan, dağların arasından, denizi parlata parlata... Kışın başka...
Ay burcu yengeçtir di mi, benim de ay burcum yengeç. Yangeç.
Severim Yengeçleri. Bir tanesiyle evlendim. Bir başkasına ölesiye aşık oldum. Öteki benim kariyerimi belirledi, vs...
Başıma bela olmuşlardır yani biraz da. Ama elimden tutmuşlardır, anlamışlar, sevmişlerdir; ki bir Akrep için anlaşılmak yeterince iyidir, inanın...
Belki dolunaydan, belki yıl bitiyor filan falandan, belki yalnızlıktan; aklıma düştü hepsi.
Şu dolunay bir geçsin.........

believe

Siz bir şeye inanıyor musunuz hala?
Sahiden..
Hani böyle çakırkeyif eve dönmektesindir, yanına tanımadığın biri ilişir sen ona bile inanırsın ya...
O bile yok di mi..
"Ama bizim şahane teknolojimiz, astropsişiksportif aktivitelerimiz var."
Can dostumuz Çomar uykuda, üzgünüm.
Ben de salak gibi hayvan zımbırtılarına destek veriyorum misal; hayvan bir gün ev buluyor, ertesi gün kapı dışarı ediliyor.
Ne lan bu?
Hayır, ben böyle dünyada yaşamayı reddediyorum, diyecem, geç kaldım.
Ya, geçen gün denk geldim; Fatma Girik-Tarık Akan-Münir Özkul filminde Sezercik hepsini ikna ediyordu da, hastaneye köpek dahi giriyordu. Sigara içiliyordu serbest. Ne uzak, di mi?
Amaaan, yine çişli bağladık.. Neyse..

27 Aralık 2012 Perşembe

mighty 91's

İyi dayandık be usta.
7 yıl. Dip dibe. Bazen tatlı tatlı tatlı bazen boğaz boğaza...
Sevgili eski komşum Deniz Aktosun'un derslerden birinde zikrettiği üzere; ya rehberlikti ya Suzan Hanım, ne fark eder, "en çok zamanı birbirimizle geçirdik, ailemizden çok, ondan bundan çok, 7 yıl boyunca..."
Beraber Dead Poets Society'lere gittik, Debbage'imiz için başkaldırdık, lunch'larda bacaklarımızı uzatıp karşılıklı banklara, birbirimize hayatlarımızı anlattık, gerekirse kırdık kırılmaz Üsküdar Amerikan'ı, Bağ Pastanesi'nde, Beyoğlu'nda fink attık...
Linder'a karşı çıktık yahu! Yürek ister.
Bastık "örrtmenler odası"nı, mezun olduktan sonra bile neredeyse 'detention' aldık...
Ben hayatımın çok güzel bir bölümünü geçirdim o okulda. Çok güzel insanlarlaydım çünkü. Onlarla büyüdüm. Pek çok şeyi orada öğrendim. Kucağımda Tozlu'yla -kedi- Nükhet Hanım'ın coğrafya dersinde bile oturdum.
Nuran'ın matematik öğretmenini mahkemeye davet etmesine tanık oldum. ("See you in court!, yürü be!)
Ophelia oldum, Serçe'ci oldum, belki gazeteci olmaya da orada karar verdim.
Şimdi herbirimiz ne olduysak olduk, kimimiz anne oldu, ama herkes memnun galiba neticeden: Daha iyi bir 7 yıl geçemezdi.

https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10150601851354003&set=a.10150601851324003.395519.650479002&type=1

24 Aralık 2012 Pazartesi

sıkıl

Ben sıkılmaktan sıkıldım, demişti bir muhterem şahıs.
Kendimden sıkılıyorum, der hep bir öteki...
Eh, ben de sıkılıyorum. Ama bu güzel sıkılma.
Hayattan sıkılma; her daim mevcut, lakin bu iyi sıkılma.
Bir kedinin kuşu beklemekten sıkılması gibi.
Yine de hep beklemesi gibi...

23 Aralık 2012 Pazar

öyle bir geçer zaman ki

Bak kış geldi, ben yazlık evdeyim.
İki sene önce olsa şu anda 9.45 vapurunu yakalamak üzere Moda yokuşundan iskeleye koşturuyor olurdum. Kırmızı şapkam ve montumla...
Şimdi, yazlık elbiselerimin asılı olduğu dolaba nazır kedimle konuşlanmış, klimanın iflas etmemesini umaraktan tek kişilik yatağımda, rutubetli odamda oturuyorum.
Ha mont duruyor, ama şapkayı sanırım geçen kış bir takside unuttum.
(Hayat çok değişmiyor yani.)
Lacivert perdelerim artık salonu süslüyor. İki kişilik yatağımı arkada bıraktım. Mavi duvarımı da...
Çünkü burada gerçeği mevcut. Her gece ay ışığında uyuyabiliyorum, tabii şu aralar fırtına eşliğinde... Güneş her sabah üzerime doğuyor. Kedimi ve beni uyandırıyor.
Vapurda alelacele okuduğum gazeteleri -malum, toplantıya hazırlık- artık kahvaltıda ister okuyorum ister bir kenara bırakıyorum.
Burada tuhaf gelen şey şu; senelerdir denize girmek, tatil yapmak vs için geldiğim ve hep özlemini çektiğim memleket, artık gerçekten memleket.
İnsanları aynı, ben yine esnafla muhabbet ediyorum. (Hayat çok değişmiyor yani..)
Ama ben İstanbul'da yürüyemedim.
İnsan değişiyor.


21 Aralık 2012 Cuma

eş olarak kabul ediyor musunuz

Bu karanlık bir yazı olacak. Plus 13 şeyini koyalım.
Baltayla öldürmek istiyorum onu. Kapıya geldiği vakit, yanımda kesici bir alet bulunmasını istiyorum.
Ama önce duvarlara çarpa çarpa gebertmek istiyorum. Belki sonra baltayla canını alırım.
Ötekini bir güzel benzetmek istiyorum. "Naptın lan sen" diye diye, "Hayatımı siktin" diye diye...
Kendisi silah taşımayı severdi, olmaz, yetmez kurşun, hissedecek. Bol bol.
Bir başkasının, bu kadın, suratını dağıtmak istiyorum, gerçi gereksiz, zaten çirkin bir suratı var. O zaman çelme takalım, kötürüm kalsın.
Ha unutmadan, ennn bi eskisinin karnına şöyle esaslı bir tekme yakışır. Kıvransın.
Sonrasında şöyle terennüm edecem:

http://www.youtube.com/watch?v=PxwhD8rsebE

20 Aralık 2012 Perşembe

nasıl olmasını isterdiniz

Buluştuk.
Ben çok sıkılmıştım. Aile zımbırtıları, bi de üstüne arkadaş "ya Ayşa sen öyle diildin"ler gelince...
Gecenin bi körü mesaj attım, İstanbul'dayım diye.
Pat, anında görüntü.
Hava kötü, ama anında buluştuk.
Jack almış, çikolata, insan başka ne ister...
Arkadaşlarıyla da tanıştım. Kendisinden sonra tabii.
İlk defa internette tanıştığım biriyle buluşuyorum. Heyecan var mı, yok.
Eve girdik, standart, sanki herhangi bir arkadaşımın evine girermiş gibi. (E zaten öyle olmuyor mu, mesela bir arkadaşınızın arkadaşı evine çağırdığında napıyosunuz, paspasta mı yatıyorsunuz?)
Ev tipik bekar evi, tabii, ama çocuk beklediğimden mature. Şaşırtıcı.
Müzik, daniel's, koltuk... Seviştik.
Pek bir şeye benzediğini söyleyemeyeceğim. O da öyle dedi zira; "beklenti yüksek olunca..."
Ama tam bir centilmendi, beni eve bıraktı filan...
Aklımda kalan mesajımı gördüğünde söylediği; "Ya tam ben de bu gece böyle bir şey olmasını bekliyordum."

19 Aralık 2012 Çarşamba

Apocalypse now

Kıyamet kopacakmış.
Öyle diyolaaar...
Valla ben akşama yapacağım yoğurtlu tavuğu, patlıcanlı pilavı düşünüyorum.
Mayalar bile karşı bu 'söylenti'ye; Meksika'daki Maya kabilesi, giyinmiş kuşanmış ayin yapmış, "Oh be, yeni bir döneme giriyoruz, istila etmeyecekler artık bizi" diye...
Lakin gel gör ki bizim 'moderinler' pek teşne. Kıyamet de kıyamet. Safe mekanlar ayarlanıyor, uygun -artık gerçeği mizahından komik- mönüler filan tasarlanılıyor, programlar yapılıyor...
Niye?
Demin gördüm; dünyayı, pardon "hayatı" diyordu commercial, hd görmemizi sağlayacak contact lensler üretmişler.
Bunun üstüne söylenecek fazla şey bulamıyorum.
İnsanoğlu çoktaaan layığını buldu galiba, boşuna bekliyor, beklerken de yine parti havasında keza. Zira her gün o köprüden bizzat geçiyor, düşüyor...
Dedim ya, ben tavuğa taze kekik mi eklesem fesleğen mi; onun derdindeyim.

14 Aralık 2012 Cuma

dilek taşı

Bu hastalık...
Loser'dık eskiden. Tamam.
Ama hastalık.
Arkadaşım erimiş bitmiş. Ne o istanbula geldik amk..
Çare var.
Hep oldu, öyle çaylarla filan değil üstelik.
Güzel umutla..
Hadi hep beraber açın ellerinizi, dileyin:
Yaşam dileyin.

7 Aralık 2012 Cuma

katlan bana

En güzelsindir. Güzel. Radyonda sana güzel çalan şarkı, aynada sen..
Arada mekik dokursun, bir makyaj, bir yudum votka, bir fiske müzik...
Hazır, yürü... "Aaah?"
"Pardon ben nereye gelmiştim?"
Hünkarım, ben buna hazır değilim, bura nire?
Burası gönül yuvası.
Öyle demişler. İzle...

1 Aralık 2012 Cumartesi

beds are burning

İki kişilik yorgan bana fazla geliyor.
Tek kişilik yatakta yatıyorum. Ondan.
Sevmiyorum. Yatakla yorganla battaniyeyle, ne varsa güreşiyorum.
Uyuyamıyorum.
En fenası uyukluyorum, gecenin körü devam.. insomnia...
Rüyalar değişiyor, insanlar değişiyor...
Sadece yorganın boyutu değil bu; çoook anlatasım var, koşasım, kızasım, sevesim var.
Yorgan yoruyor.
Tamam, bi beden büyük. Azaltalım...
Kedimiz var; üstüne çıkmaya uğraşan, kovalamaya çalıştığım.
Aslında en güzelini yapacak: kıvrılıp yatacak.
Biz yapamıyoruz ya, kıskanıyoruz.
Biz; çalışıyoruz, sabah kalkıp bilmemne yapıp akşam eve geliyor ya da gelmiyoruz.
Biz; rüyamızda bile yaptığımız işi görüyoruz.
Biz; belki haftasonları ya da donları, "uğruyoruz" , bizi büyütenlere...
Biz: sevmiyoruz, sevişmiyoruz.
Eeeh, ne halta yaradık biz?
Yorgan tatlı, içi sıcak.
Ama acıtıyor.
İki kişilik.
Zira.

26 Kasım 2012 Pazartesi

clean slate

Babamın bütün bir kütüphanesi duruyor burada. Bir değil birçok. Eski hukuk kitaplarından tutun, resmi gazetelere, yargıtay yayınlarına....
Hepsi çöp. Çünkü hiçbirinin geçerliliği yok artık. Ama duruyorlar. Tarih sırasına göre tasnif edilmiş bir şekilde, güzel güzel dolaplarının içinde uyuyorlar.
Kütüphaneye vermeyi denedim, istemediler; üniversiteye verelim dedik, onlar bile yan çizdiler. En kısa yol kapının önündeki çöpleri ayıran sevgili evsizimiz galiba.. Öyle gözüküyor.
Babam emeklilikten sonra birkaç yılını burada, Marmaris'te, memleketinde, avukatlık yapmaya çabalamakla geçirmişti. Çabalamak diyorum; çünkü yıllarca hakimlik, savcılık, müfettişlik yapan bir adamın, evinden ailesinden uzakta kalması, ancak böyle açıklanabiliyordu.
Ben de avukat olup meslekten vazgeçtiğimde beni teselli etmek için, "Kızım beni baroya şikayet ettiler, sen ne diyorsun" bile demişti benim kahraman babam.
Hep arkamda durdu. En büyük hayali belki o kütüphanenin, home office'in işe yaramasıydı bir gün - birlikte çalışarak- ama olmayacağını ilk günden kendisi anladı.
En önemlisi bana da anlattı.
Lakin biz derdimizi başka kimseye anlatamadık galiba!
Fark etmez.
Çocukluğumdaki gibi; hiç konuşmadan, herkesin -annem dahil- bizi kıskanacağı şekil, di mi baba?
Ben atıcam onları. Tertemiz olacak evin, odan, kütüphanen. Düzen meraklısı kızın düzenleyecek hepsini yeniden merak etme, etmezsin zaten. Eskiler gidecek, fresh start verilecek, anılara dokunmadan tabii...
Sen bunu mu istemiştin buraya taşındığında? Bizim yüzümüzden mi yapamadın?
Ha, ben yapıcam! Eyvallah baba.

22 Kasım 2012 Perşembe

how i hate my mother

Annem öğretmen benim. Feci öğretmen. Hala. Didaktik.
İlkokulda bayrak törenine giderken beni nefret ettiğim bir hırkayla giydirdiğini hatırlıyorum ilk. Turuncu. Kendisi örmüştü. Zira giymek gerekiyordu. Giydik.
Daha önce en sevdiğim oyuncak hayvanımı, Cici Dede Havhav, yıkadığını ve kötü koktuğu için çöpe attığımızı da hatırlıyorum.
Eve kadar beni takip eden kediler için ertesi gün söylediği "Bizim kasap onları beslemeye karar vermiş" yalanını da hatırlıyorum...
Çocuktan saklanmaz bir şey. Ama çocuktur da, çocukluk eder.
Benim o turuncu şeyden tiksindiğimi anlayınca vitrinde beğendiğim şeyin aynısını kendisi yapıp bana hediye eden de annem. Abime gaz verip Cici Dede Havhav yerine ayı Kocaoğlan'ı aldıran da annem. Seneler sonra kendi kedi besleme fobisini yenip, eve Maviş'i davet eden de annem.
Öğretmen.

19 Kasım 2012 Pazartesi

last call

Aradı böyle, kaç zamandan sonra: "Shhh.. Napıyon lan?"
İyi. Kim arar?
"Sarı ben, Sarııı!"
Hoppaa! Pek sevdiğim, Kıvanç Tatlıtuğ'a yakışıklılıkta beş çekecek, gencecik arkadaşım..
"Ben birazdan öldürecem kendimi. Son bi senle konuşayım dedim."
Haydaaa! N'oldu güzelim, İstanbul'dasın hala di mi, yanında kimse var mı, olay nedir, haa sen 27'ne geldin, ondan o usta, intihar yaşı, geçer, vs sayıp döktüm tabii...
Dinleyen mi var? Olmaz.
"Yaa sen bana söylesene, şu dünyada yaşamam için bir sebep var mı benim? Harbiden, samimi olarak soruyorum!"
Var tabii abi. Kendin.
Gülmeye başladı... "E öldürmek istediğim de o zaten."
Velhasıl sonunda en azından Marmaris'e hava değişimine gelmeye ikna ettim galiba. Henüz emin değilim.

16 Kasım 2012 Cuma

rape

Kırmızı don... Gri tuvalet.. kapısı.
Tecavüz girişimine uğradığımda komik bir şekilde AFS -hani şu öğrenci değişim programı- sözlü sınavındaydım.
Bizi dolduruyorlardı; her soruya sakin, kendiliğinden yanıt ver, diye..
Tabii, biz pompalıyoruz, "O ne sordu, kimlerdi, ne istedi" filan diye..
Ben zaten sabahın köründe gelmişim, Kabataş Erkek Lisesi'ne bi de, tanımam etmem, dolanıyorum, karnım aç, moralim bozuk, çişim var.
Eh bari tuvalete gidelim. Sırayı kontrol edelim, gerekli koordinatları verelim.
Abi, ne tuvaletmiş, ne binaymış, biz de bizimkini güzel bina addediyorduk, bu bildiğin labirent, eski Osmanlı cinsi. Çık çıkabilirsen.
İndim indim, tuvalete erdim. Kimse yok. Karanlık gri bir koridor. Bir gri tuvalet. Boş. E, girelim bari...
Girmemle adamın da girmesi bir olmasın mı.. Ben tam donumu çıkarmaya hazırlanırken onun soluk alıp verişleri küçücük tuvaleti kaplamasın mı..
Hani, deli kuvveti geliyormuş ya bazı, öylesinden, yoksa kick-boks filan anlamam, sen bir çak adamı kapıya, ardından koş... Koş Ayşe, yukarıda senin geleceğinin parçası olacak sınav var, seni çağırıyorlar, koş. Merdiven merdiven üstüne, dolan dolaş, bir yandan üstünü başını toparla, koş!
Adamın nefesini de, ardımdan gelirken küfretmesini de; hepsini duydum. Bir onlar duymadı.
Apar topar girdim sözlüme, ne sordular: "Gittiğin yerde başını örtmen gerekirse ne yaparsın?"
Ananın.... Demedim. Ama o sınavdan da geçemedim.

kış geliyor

Her zaman gittiği bara girdi genç kadın. Her zamanki gibi bara oturdu, içkisini söyledi; söylemesine gerek de kalmadı, önüne getirdiler: Votka, sek, dilim limon, tek buz.
Mekanda bir değişiklik mi var; herkes böyle önüne bakıyor, salak salak sırıtıyor, ayların güneş yanığı bacaklarına odaklanmış, sanki dünyanın anlamını çözüyor?
Haa anladım, kış geliyor. Bağıra çağıra değil belki ama, tatlı tatlı hissettiriyor sabah ayazlarıyla, yıldızsız karanlık geceleriyle, apansız yağmurlarıyla...
En çok da boşalan sokaklarıyla Marmaris. Issız..laşıyor. Bir iki haftaya kalmaz in cin yine birlikte top oynarız.
Güzel. Sakin çünkü. Yazlıkçılar yazlık (zannettikleri) yerlerin kışlık hallerini pek bilmezler. Terk edilmiş hissi vardır elbet, kapanan otellerden, beachlerden, dükkanlardan vs ötürü. İnsan dışarı çıkmadan bilmez şehrin hala orada olup olmadığını.
E güzellik de burada işte; şimdi keşif zamanı. Kış geliyor. Biz palto giymiyoruz buralarda, yağmurluk sade.


9 Kasım 2012 Cuma

nausea

Çıkarsın yola biriyle. Çok iyi anlaşır, inanırsın. Her şeyin değişeceğine ya da hep aynı kalacağına...
Tanışırsın yolda başkasıyla, imrenirsin, güvenirsin her şeyin güzel olacağına...
Terk edersin, edilirsin; karşına öteki çıkar. Seversin, dinlersin, mutlanırsın her şeyin hallolacağına...
Son kozunu oynarsın. Ya hep ya hiç... Yeminler edersin bu sefer olacağına..
Verirsin, istersin, özlersin, dua edersin dünyanın sanki iyi olduğuna.

5 Kasım 2012 Pazartesi

dur sana şöyle bir bakayım

İlk öpücüğüm gizli saklıydı. Kapı aralarında. Bira kokulu. Güzel. Koynuma alıp yatmıştım onunla -öpücükle- bütün gece, uyumadan..
İlk sevişmem de tuhaftı; bir beyaz Volkswagen van içerisinde. Ama gökyüzüne bakarak, yine Marmaris'te...
İlk uyanışım üniversitedeyken, "Bu insanlar n'apıyor" deyişimdi. O yüzdendi kendimi kitaplara, yalnızlığa, kasavete gömmem..
İlk ayılışım bitirdiğimdeydi; okulu, aileyi, onu bunu: Ben gazeteci olucam, demekti. Kolay verilmedi o karar, Ataköy balkonları çoook kırmızı şarap gördü..
Oldum. Sonra evlendim. Haydaaa, yeni bir hayat şekli; ilk bunalmam bir gece ansızın cereyan etti, hiç yoktan, "Biz n'apıyoruz" diye..
Boşandım, sevimli evime taşındığımda öyle bunaltılar olmaz diyordum. En kötüsü başıma geldi: İlk dayağımı en aşık olduğum adamdan yedim. O ev bana zindan oldu, taşındım.
Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanıdır; ilklerimin mahali Marmaris'e geldim. Babamın kenti. Benim diyebileceğim tek yer. Memleket.

4 Kasım 2012 Pazar

olma mı

E girdim denizime. Yüzdüm yüzdüm, tekneler geçti yanı başımdan, el salladım, komacan balıklar gördüm insanlar gitti biraz gezelim diyen, karaya çıktım güneşlendim...
Oh be, harbi güzel çıktı bu kasım. Derdüstü, muradüstü. Daim olsun.
Doğumgünümü de idrak ettim. Tekila shot'ların sonunda eve nasıl döndüğümü hatırlamıyorum. Ama Kımırcığımın en güzel hediyesi çiçeklerim duruyor, yeter.
Can aramadı, o iyi bir şey; Murat aramadı, eh normal...
Ama en dokunan mesaj şuydu: Huzurlu mutlu yıllar, tabii olursa...

1 Kasım 2012 Perşembe

Scorpion

Kasım kasım kasılalım, zira kasım ayındayız. Akrebimizin, yeniden doğuşların, küllerden yükselmenin vs zamanındayız. Oh be, diyelim, narin kıçımızı artık bir zahmet kaldıralım, biraz kasalım.
Akrep aslında güneşli havaları sever. Ama soğukkanlı olduklarından mı nedir, puslu kışlı yağmurlu havalarda uyum sağlamayı bırak, coşar. Eh, ortama uyamazsa da kendini sokar..
Benim ellerim hep sıcaktır. Yaşadığı yer belirlermiş ya Akrebin halini, Marmaris hepten iyi geldi demek; herkes üşüyor, ben denize girmek istiyorum.

27 Ekim 2012 Cumartesi

hele loy loy loy

Hani bayram?
Herkes birbirini yanlış anlıyor bu alemde. Anne-çocuk, baba-kız, karı-koca, evlat...
Hele bu memlekette. Herkes herkesi anlamamakla meşgul.
E, allah müstehakınızı versin. İstediğiniz kadar kurbanlar verin, ister açlık grevlerinde, ister keserek hayvan şekli, devam...
Kan götürsün hepinizi.
Sonra tebriklere gidin, gitmeyin, yapışın kalın, "O bana niye gelmedi, filanca beni niye aramadı" diye çemkirin durun.
Niye acaba?
Nefret toplumu olduk biz. Hepimiz birbimizden tek tek nefret etmeye başladık.
"Haa gerek kalmadı artık bayram ziyaretine zira Fiji'ye gidiyoruz biz bu bayram" muhabbetleri eskidi.
Fiji size geldi. Tam yanı başınızda.
Gidecek misiniz?

23 Ekim 2012 Salı

nazar değmesin sana

Amaaan, bugün mutlu uyandım. Ekimin sonu, gece yine şimşekler çakmış, gökler gürlemiş, ne gam: sabahında günlük güneşlik.
Güneş vurmuş yatağıma, halbuki battaniyeye bile geçmiştik, Zuzum pembe pembe geriniyor karşımda. Terasta aldık soluğu tabii. Hasar var mı? Yok, her şey yerli yerinde. Eh, o zaman bir de Orhan Baba koyalım, nispet.
Deniz mavisine dönmüş. Bulutlar Heidi'nin üstünde zıplayacağı şekil. Eee, daha ne?
Tamam, bir sürü sorunum var, o var bu var... Ama en güzel arkadaşımla, sevgili ailesiyle, en güzel annemle Bayır'lara, Çamlık'lara çıkmışız, kahvaltılar etmişiz, hatta öyle iyi gelmiş ki hepimize, canımız öğlen rakısı çekmiş; insan evladı daha ne ister?
Mutluysak mutlu olalım kardeşim!

19 Ekim 2012 Cuma

cry

Bugün ağladım. Çoook eski bir arkadaşım aradı çünkü; yazılarımı okuduğunu söyledi, "Neden kitap yazmıyorsun" bile dedi.
Ağladım bugün. Gazeteleri okurken eski zamanlara gitti aklım, hani bir de şimdi komik komik çemkiriyorlar ya bizden alıntı yapmayın diye, biz alıntılarla gazete çıkartırdık, onu hatırladım.
Bir başka eski arkadaşım aradı, kendinde değildi ama, saçmaladı durdu, "Bu mudur" dedirtti bana. Ağladım.
Konya'nın güzeli gidiyor Marmaris ellerinden. Seneye gelir ancak. Ona ağladım.
Canım ağlamak istedi.

18 Ekim 2012 Perşembe

kadınım

Ya en sevgili arkadaşımı evlendiriyorlar kardeşim.
Henüz kesin değil, ama biliyorum bizi ayıracaklar.
Öyle tınlıyor sesi.
20 yıl olmuş, tanıştık onunla. O zaman arkadaşımın arkadaşıydı, ötekinin kuzeniydi.
Sonra aradaki fazlalıklar gitti. Hoppaa, iki gönül birbirini anlar ya, öyle kanka olduk biz.
İçimden geçer, arar, ben ararım, söylemeden ne diyeceğimi anlar, nasıl olduğumu her daim bilir, bilmiyorsa şüphesi varsa da kontrol eder. (Çeşitli mecralardan:)
Annemi idare eder, sonsuz güzel "dinlenesi" nasihatler verir.
Canı ister, hediye alır, beni "Ayşemin süngüsü düşmüş" der, yemeğe çıkarır.
En azap yolda, taşınırken, o bana taşınır, yardımını esirgemez. Verir, verir...
Ben bir cümleye başlarım, o gerisini tamamlar yani...
Dön dolaş dünyayı, böyle arkadaş bulamazsın.
Ama şimdi biri onu bulmuş. Daha önce de buldular, tabii. Yüz vermedik.
Şimdi?
Bilirim ben bunun sonunu. Kaç kez başıma geldi.
Bir defa her gün aramayacak. Çınlata çınlata konuşmayacak. Sonra görüşmeler azalacak ya da şekli değişecek. "Merhaba nasılsınız, nasıl gidiyor?.." Amirle Harun şaka kalacak.
Aynı olmayacak. Eh, olamaz. Olmasın da.
O mutlu olsun, yeter.

15 Ekim 2012 Pazartesi

you do something to me

Bugün oğlumun doğumgünü. Yaşasaydı 21 olacaktı. 19 yılımızı beraber geçirdik. Dolu dolu.
Şimdi onun oğluyla birlikteyiz. Bu sabah güneş vurmuş yatağımızda şöyle bir gerindi, baktı, upuzun Zuzu, babasının gözlerinin karması yeşil yeşil... "Evet" dedim, "Bugün babanın doğumgünü. Sen onu hiç tanımadın ama çok haysiyetli bir kediydi."
Ha, bir de bugün benim evlenme yıldönümüm. Onun şerefine gelsin, ve tabii biricik Maviş'ime:
http://www.youtube.com/watch?v=Uc_rAX6z9Yc
P.S: E hadi bir de bu şarkıyı bana sevdiren vişne likörlü çukulataların sahibi kaybedene gitsin. Zira bugün onun da doğumgünü...

14 Ekim 2012 Pazar

kermit

Bir de böyle esmer, teni yanık olduğundan değil, dibine kadar esmer, kadınlar vardır.
Bunlar böyle yalnız takılır, beş saat oturup bir bira içerler, Mungan, Şafak filan okurlar.
Nedense talipleri çoktur. Yüzmeyi dahi bilmezler. Kurbağalama...
Abi biz neyin savaşını veriyoruz ya?

13 Ekim 2012 Cumartesi

rank

Aşkın rank'leri var di mi? Az, çoktan bahsetmiyorum; birini başka seviyorsun, ötekini başka.
İlk aşkımı ben sakladım, o hiç bilmedi zaten, küçüktüm, rüyalarım bilir.
Gerçek aşkla yüz yüze geldiğimde 17'ydim. İmkansız aşk. En çok aşk. Gözyaşları dökülesi, kitaplar yazılası aşk...
Ha, o biliyordu. Değiştirdi mi bir şey?
Sonra umutsuz aşka geliyoruz: Sürün sürün sürünebildiğin kadar. Küçül. Unufak ol. Paspas ol. Triplere, bunalımlara gir. Sevmiyorsun da üstelik, başka türlü.
Ama sana en güzel hediyeyi getiriyor, farkına varmadan: İyi aşk. Sana iyi geliyor. Lanet olası mutlusun. Hiç aklında olmayan bir şey yapıyorsun; evleniyorsun.
Ve kayboluyorsun.
Hadiiii tekrardan....
Eh, hepsini denedik, ne kaldı: Kötü aşk.
Sana kötü geldiğini, seni lime lime ettiğini bile bile aşk. Uzun tedavi süreci gerektiriyor.
Ama ne aşk...

9 Ekim 2012 Salı

gezegen

Dünyadan sıkılmak yeni değil. İnsanlardan da. Yaşadığın yerden, odandan, bakkaldan, vs.
Her şeyden sıkılabilir insan.
Ama kendinden sıkılmak deyince orada duracaksın -ki o da yeni değil...
Bir insan yıllarca evde kalmayı herşeye tercih edip, mekan bile değiştirdiğinde zaman içinde aynı kıvama geliyorsa, sorun mekanda değil. E, hiç olmadı ki.
Satürn transit geçiyormuş Akrep'ten, öyle diyorlar. Geçsin. O gitse de Merkür geliyor ya da zatı muhterem bir başkası... Geçiyorlar.
Geçmeyenlere bakacaksın. Bu tatlı sonbahar gecelerinde bile seni uyutmayan, "Deniz güzel ama boşver," dedirten, arkadaşlarınla buluşmaktan vazgeçirip TV'de, dahası sonra nette dizi izlettiren gezegen kim onu bulacaksın.

6 Ekim 2012 Cumartesi

göçmüş kediler bahçesi

Yalan değil...
Annem babamı seveli çok olmuş.
Mektuplar; belge...
En güzeli o el yazısı, mürekkep, rengarenk.
Bana öyle bir şey yazan bir adam oldu.
Bilge Karasu kitabının kapağına yazdı gönderdi.
Yeşil.
Ağladım okuyunca. Teyit etmek ister gibi arkadaşıma gösterdim.
Aşk diye bir şey varsa şayet, o kitabın içinde. Saklı.

5 Ekim 2012 Cuma

sıcak

Memleket çok sıcak. Savaşlar oluyor, bir sonrakine hazırlanılıyor...
Hayat sıcak. Ev sıcak. Dışarısı sıcak.
Ekimdeyiz. Denize giriyorsun, sıcak.
Beynimize mi vurdu nedir; herşey yine hallaç pamuğu gibi, darmadağın.
Yaşadığın yerde ne oluyorsa sende de o, demiştik Kaan'la yıllar önce. Eh, dağıttık...
Benim elimde çok sevdiğim, Yalancı Boğaz'lara uzayıp gittiğimiz, gecenin körü "Hadi gel" dediğinde elimde cheesecake ve votka atlayıp gittiğim, ama beni kardeşiyle bile tanıştırmayan biri var.
Oğluyla muhabbetinden benimle konuşmaya fırsat bulamayan, aynı kaderi yaşayan işsiz sevgili arkadaşım var.
Çalıştığı saçma yerde bir de tavşan besleyip kendini daha da şirin gösteren yakışıklım var.
Sanırım daha sıcak olacak...

1 Ekim 2012 Pazartesi

sen ne dersen de

Bu gece (sabah) bir Can'la karşılaştım. Nasıl teklifsiz; "Naber?"
Ben zaten her acının tiryakisi olmuşum... Yürüyorum öyle. Sabah sabah. "Naber?"
İyi valla, sen nasılsın. Kaç yaşındasın. Beni geç, naparsın?
Yok.
Ama "Seni eve bırakayım"lar var, "Ne güzelsin" var.
Aman da hanimiş...
Valla hala Can travması mı, ben mi çok İstanbulluyum; bilmiyorum ama bunlar zayıf be usta.

24 Eylül 2012 Pazartesi

yok mu benzerin

Dün gece birine evlenme teklif ettim. 
Yaptım bunu.
İlk defa; ama ikimizin de ilk evliliği olmayacak, o ayrı....
Niye?
Sormadan önce düşündüm.
Sanırım ilk orgazmdan sonraydı.
Ciddiye alır mı diye... 
Aldı galiba; nitekim sustu.
Marmarise herkes tedavi olmaya geliyor. Ben de şey: Prof. Ayşe şekli; sanki bende çok akıl kalmış gibi başkalarına satıyorum. 
İşin kötüsü satmıyorum da...
O da bana bişeyler anlatmaya gelmiş, standart. 
Anlatmış, rahatlamış.
Hancı, yolcu hesabı mı, ne desek? 
En iyisi biz vergi vermeye devam:)

15 Eylül 2012 Cumartesi

small hours

Böyle zamanda özlüyorum sevgilimi. Bana dokunuşunu, bir şeyler anlatmaya çabalamasını.
Böyle zamanlarda. Aramasını. Konuşamamasını.
Kokusunu en çok, böyle zamanlarda, yastığa başımı koyduğumda yiten kokusunu.
Şarkı söylerdi bazen, yatakta.
Sesini; o emreden ama lütufkar seslenişini. Haykırışını...
Bakışını: Karanlık.
Sıkı sımsıkı sarılmasını, kocaman.
Böyle zamanlarda uyuyorum.
Uyumaya karar veriyorum.

12 Eylül 2012 Çarşamba

marsık olcez

Benim iki evim vardı çocukken. Babam geceden beni dedemlere bırakırdı, sabah kaldırması zor olur diye -o zamandan belliymiş- sabah gözlerimi en sevdiğim dedem ve Edibe Yenge'min ortasında açardım. Yan odada en sevdiğim kuzenim Nur Ablam... (Aman, ötekiler duymasın...)
Nur Abla'nın odası küçük bir kız çocuğu için keşfedilesi bir yerdi. O zaten paylaşırdı benimle her şeyi, ama ben yine de bakmaya, araştırmaya, dinlemeye, gözlemlemeye doyamazdım.
Tuvalet masasındaki pudralıklardan, yatağının altında sakladığı fotoromanlara; her şey birer maceraydı benim için. Hele bir gün tuttuğu defteri bulmuştum -bak, bu ilk itiraf!- defterdeki karakterlerden kendi kendime bir roman malzemesi çıkardım, o kadar söyleyeyim...
Bir akşam geç geldi Nur Abla, denizden -eh, o zamanlar Maltepe'de yüzülürdü- surat kıpkırmızı, tüp patlamış. Edibe Yengem soktu bunu banyoya, bir güzel kese attı, üstüne "Ne vardı bu kadar yanacak! Marsık gibi olacak!" diye söylenmeyi ihmal etmedi.
Ondan mıdır nedir, ben hala 'yanamam' mesela. Gölgede dururum ya da bünye kabul etmez.
Şimdi o Nur Abla Marmarisime geliyor. Bu sefer o benim defterlerimi karıştıracak, eminim. Odamı tarumar edecek, "Bu ne" diye o soracak.
Ben ona fotoromanvari aşklarımı anlatacağım. "Çok sevdim, çok tiksindim, çok yoruldum" diyeceğim. Yatağa uzanıp Sezen Aksu dinlerken bu kez beraber sigara tüttüreceğiz.
Ve herhalde en çok Edibe Yenge'yi, Edi'mizi anacağız -ki o ayrı bir yazı konusudur- marsık olacağız!

8 Eylül 2012 Cumartesi

where everybody knows your name

Bugün herkesin birbirine merhaba dediği bir yere gittik. John Lennon'ın şarkılarındaki gibi bir yer. Çocuklar ip atlıyor, hamakta sallanıyor, beyler okey oynuyor, birlikte çadır kuruyor, güzel yemekler pişiriliyor, cıvıl cıvıl. Deniz zaten 10 numara. Koyların buluştuğu havuzda yüzmece. Taşlık sahilden kumlara dalmaca...
Herkes gülüyor. Ve sanki birbirini ezelden beri tanıyor.
Yazık. Dünya böyle bir yer olabilirmiş meğer.

24 Ağustos 2012 Cuma

çişli erkekler

Nasıl "I will always love uuuuuuuuuu" diye uluyan kadınlar beni irite etmişse, eline gitarını alıp -bi de- "Wohuww, amaaaan" diye, çok da güzel söylediğini zannedip şarkıları katleden adamlar hep sinirimi bozmuştur.
Bir erkek çocuk sesi edası, bir yalvarış, hem de manhood gösterme gereksiz çabası...
Eskiden kiliselerde vardı, quire. Onlarda henüz ergenliğe ermemiş erkek çocuklar bülbül gibi şakırdı.
O bile değil. Keşke öyle olsa. Adam davulcu dahi olsa, en sıkı rock parçasını o tonda söylüyor.
Niye?
Hadi polemik yaratalım: Teoman'a mı borçluyuz bunu?
"Oh papatya..."

22 Ağustos 2012 Çarşamba

suicidal

İşte herşey böyle olur; kahrolası bir havanın kararttığı kahrolası bir güne gözlerini açtığında, gök gürlerken yağmur eşliğinde, panjur takırdarken, kafanda hala birinin ölü yüzü vardır, rüyadan kalma; kabustan.
Banyoya girersin, sıcak veya soğuk suyun seni kendine getireceğini -ne demekse- bekleyerek.
O gürültüyü duyarsın. Şimşeklere yorarsın. Sonra muzip muzip, "Hadi canım," dersin, aklının köşesinden bir silah sesi duymuş olabileceğini geçirirken.
Herşey böyle kararır. Şarkı söyleyemiyorsundur banyoda, halbuki hep söylersin.
Sonrası standart: Kahvaltı, gazete, TV...
Ama hayır, bu sabahı farklı kılan bir şey vardır. İçte, derinde, nefes almanı engelleyen. Bekliyorsun.
Çığlık geldi işte. Sonunda güne adını, anlamını veren şey belirdi kapında. Kaçamazsın.
Tam yukarıda duruyor, senin kahrolası banyonun üstünde sen kahrolası kabuslarından yıkanmaya çabalarken, başkası o tetiği çekiveriyor işte. Hiçbir yere kaçamazsın.
Ardından teselliler, ağlamalar, yakarışlar... Kulaklarını tıkayamazsın.
Sen de bakıyorsun olay mahalline; merak mı, yardım mı, bacakların seni yukarı kata taşıyor, o notu okumadan yapamazsın.
Giriyorsun içeri, bir iz, bir kanıt, işte; mektubu görüyorsun, şarap şişesini, yarım, banyoya giremezsin.
"Tüfek" diyor polis, sen olsaydın nasıl yapardın, düşünmeden edemezsin.
Anneye sarılmak istiyorsun, "Anla" demek, "Kabul et" demek.. Kendi annene sarılmak istiyorsun aynı anda. "Ben değilim" demek... İnandıramazsın.
Hadi gir evine, yat uyu karanlık köşende. Bir daha uyan ve bu başka bir gün olsun.
Yapamazsın.
O akşam sen de açıyorsun bir şişe şarap. Konuşuyorsun onunla ilk ve son defa.
"Neden eve geldin? Ve biz niye daha önce hiç konuşmadık?.."

white wedding

Gelinlik çok önemli değil mi bazı kızlar için... Hayalleri var; bebeklerle oynarlar çocukken, onları giydirir giydirir soyarlar. (Anlaşılır gibi değil, bana sorarsanız, bana sormazsanız da psikologlar bambaşka şeyler söyleyecektir herhal..) Ben hiç bebeklerle oynamadım. İşim olmadı; barbie'lerle, zırlayan oyuncaklarla.
Ben evlendim, de konuya pek özen gösterdiğim söylenemez. Eşim de benim kafada bi şeydi, provaları filan astık, gelinlikçiyi maaile perişan ettik.
Sonuç fena olmadı canım. Düğün günü benim davetliler geldikten sonra eşofmanla girişimi saymazsak. Bol viski yuvarlayıp, "Ya bu nerden giyiliyordu" diye 'gelin odası'nda anneme çemkirmemi, merdivenlerden müstakbel eşimle yuvarlanarak inmemi saymazsak...
Güzeldi, her şey.. Hatta en sevgili Ermil Abi -ki o zaman gözlüklüydüm, hem de siyah- "Çok gelin gördüm, en güzeli sen" demişti. Mutluluk böyle bir şey.
Ermil Abi'nin eşi sonra bize içine düğün fotoğraflarımızı koyduğumuz ahşap bir kutu hediye etti. Kutu duruyor. Gelinliğimi oturduğumuz evin kapıcısının karısına verdim. Yeğeni evlenecekmiş. "Sağol Ayşe" dedi.

19 Ağustos 2012 Pazar

bayram yazısı

Benim bir dedem vardı. Hayati Dede. Dedem değildi aslında, en büyük dayımdı. Ama onun adı ailede öyleydi; Hayati Dede, hatta 'çocukça' Hayatdede...
Bana atları ilk gösteren (camdan), salonunun duvarına Türkiye haritası asıp benle beraber okul dönüşü öğretmenlik-müfettişlik oynayan, ilk sahura kaldıran, dolmalıkları hapur hupur beraber mideye indiren, Bafra sigara dolu kişisel dolabına ya da bana Beyoğlu'ndan aldığı çukulataları sakladığı çekmecelere beni yaklaştırmayan şahane bir dedem vardı. Hayati.
PTT müdürü emeklisi. 23 Nisan 1920 doğumlu. Babası İstiklal Savaşı madalyalı. Annesi zaten kendinden madalya zengini; dört çocuk, savaş, yokluk, sen hepsini okut, adam et... Tek başına.
Bayram demek, dedeme gitmekti eskiden. Şimdi kızı bana bildiriyor; "Ayşe, Yalova'dayım, eski odamdayım. Akasya ağaçları hala duruyor!"
Bahsettiği yer Yalova'daki PTT misafirhanesi. Yıllarca yaşadıkları yer. Yer yataklarını indirip sıra sıra yatışımız hala aklımda. Kikir kikir sabaha kadar...
Bayram böyle bir şeydi işte.

16 Ağustos 2012 Perşembe

yüz yüz

Yüzmek.. Nedir; spor mu? Yok canım.
Kilo mu verirsin yüzerek? Hayır. Not necessarily.
N'aparsın? Enteresan, hava alırsın.
Dalarsın bi yerden, çıkarsın, sonra başlarsın şapada şupada....
Dik gitmeye çalışırsın, en azından ben öyle yaparım, niyeyse, biri kontrol ediyor ya yukarıda....
Stil yaparsın bazen, bazen serin takılırsın, serbest..
Kafan karışıksa, karışık gidersin. Düz çizgiyi tutturamazsın bi türlü.
Kafan iyiyse, dalmayı yeğlersin.
Kafan bozuksa, o kulaçları öyle bir atarsın ki, suyu değil de kimi dövüyorsan artık.
Çoluk çocuk varsa, haşır neşir olursun, oynarsın. Yüzmeyi öğretmeye bile kalkarsın.
Sırtüstü yüzdüğünde aklına gelir mi herhangi bir şey? Gökyüzünden ve denizden başka?
Gelmesin.

manwife

Kadınlar mı erkekleşti? Erkekler mi kadın oldu?
(Aman, haşaa, şimdi üstlerine alınırlar, kadın olduğunuz filan yok, metafor yapıyoruz...)
Kıvılcım'a en son şöyle çemkirdim: "Ben bıktım ilişkide erkek olmaktan ya!"
O soracak, sen söyleyeceksin, o yalan söyleyecek, sen toparlayacaksın, o gezecek, sen koordine edeceksin; yerini, zamanını, insanını, vs. O bakacak, sen beğeneceksin, dahası alacaksın... Yok ya.
Ne lan bu? Çiçek vermeye, göndermeye n'oldu? Diz çökmekten bahsetmiyoruz hadi, sormaya ne oldu?
"Ben bilemiyorum. Seni üzebilirim," çok kırılganız... Öyle mi?
Hadi len. Gerçek adamlar istiyoruz biz.

13 Ağustos 2012 Pazartesi

imbat

Kaldık mı ana kız.. Zuzu bana kötü bakıyor, evet, bir de kedi... Bir kedi. Bir anne. Bir.... ?
Deniz artık dalgalı. Hava rüzgarlı. Babam demişti; ağustosun yarısı yaz yarısı kıştır diye, şimdiden öttürmeye başladı. En güzel zaman.
İstanbul nasıldır şimdi? Nemlidir. Boğucudur. Trafiktir. Ama bazen geceleri serindir. Güzeldir, eser, sana kimbilir kimleri gönderir...
Marmaris'in öyle bir tavrı yok. Kimseyi getirmiyor. Sen kendin buluyorsun. İstersen.
Belki deniz, belki imbat, belki poyraz; ne hikmetse, marmarisliler kendiliğinden bir şey yapmıyor. Zorlaman lazım. Söylemen lazım.
Annem hala marmarisli olamadı mesela. O hala birilerinden bir şey bekliyor.
Ben olalı çok oldu.

10 Ağustos 2012 Cuma

http://www.youtube.com/watch?v=u9JELJRHJcI

İki miyiz biz?
Ben hep konuşuyorum. Biriyle. Benle. Farklı.
Şizofren miyiz biz?
Anlatıyorum, o yorum yapıyor, ben yapıyorum, vs...
Kedimle de konuşurum ben. Cevap verir.
Yazmak da öyle bir şey değil mi?
Bir arkadaşım en güzel yorumu yaptı blog için: Kısa film tadında.

9 Ağustos 2012 Perşembe

summer time

Ben bıraktım.
İşi, gücü, evimi, İstanbul'u... Geldim Marmaris'e. Baba evi. Hoş geldim.
İlk kış biraz zordu. Bol fırtına, elektrik kesilmeleri eşliğinde çatı patırtıları... Korku filmi gibi geceler... Bütün kent sanki yeniden yapılıyor, bir inşaat, bir gürültü; köstebek yuvası...
Ama ertesinde güneşli günler. Birden yağan ve birden dinen yağmurlar. Gökkuşakları.
Pek bitki meraklısı değilimdir ama insan burada öğreniyor; hangi çiçeğin ne zaman açacağını, hangi ağacın yeşilleneceğini...
Arkadaş kedilerim vardı aşağıda, ve yukarıda. Bi tanesi emanet, Karagöz, beslemek lazım, onu lodoslardan korumak lazım. Öteki standart, Zuzu, yamacımda.
En kadim arkadaşım vardı asıl, hep yanımda: "Ayşe, yemeğin var mı? Geleyim mi" şekli.
Kitaplar vardı, siz vardınız, vs...
Sonra yaz geldi.
Ben kışı mı özledim nedir?

7 Ağustos 2012 Salı

sen ağlama

Ruh hastası bir arkadaşım var. (Normali var mı sanki?) Dedik ona dedik, dedik. Tecrübeyle sabit.
Bulmuş bir zıpır elin Avrupası'ndan. Güzel Jeff Buckley'msi şarkılar söylüyor. E, tipi de fena diil. Sen çağır, onun da ailesi burada olsun, bi de zengin olsun. Şahane.
Lakin, işte biz uslanmıyoruz. Adam çıkmıycak bizden. Bizimki napıyor; önce adamı pis evine davet ediyor. Adam geliyor, genç çocuk zaten, müzik filan dinliyorlar, amaaan bunalımlarını anlatıyor, trip yapıp gidiyor.
Ondan sonra gelsin şarkı, gitsin votka, şarap... Sonra gelsin "hönküdü hönküdü" ağlamalar..
Yapmayın artık bunları usta. İkisini de yapmayın. Ne çağırın ne ağlayın.

blue

I have a face. Everyone has one. Sometimes I disgust it, other times me likee...
But whatever is the face, so is the person. Looks always give you away. Hate, love, resentment... All that.
I have a room. Everyone has one. Sometimes it overwhelms me. Other times it's fine. I even love it. There's a  Kurt Cobain poster often willing to drop, but yes, it's my room.
I happen to have nice legs. I don't look after them. They follow me around:)
I pet my elder cat's son. He's cool. He loves me. I know. Not because I saved him from a confined place, he does, love me. I just know.
Not the face, nor the legs, or the room... He just loves me.

1 Ağustos 2012 Çarşamba

june july august

Yaşşassıın ağustos geldi. Sevimsiz temmuzdan çıkmış durumdayız.
Ağustosta neler mi olur; aşk olur, deniz olur, geç akşam yemekleri, dolunaylar, balıklar, kum fırtınaları (!), gece denize girmeler, pulp dinlemeler, cibinlikli yataklarda en güzel sevişmeler, deliksiz uyumalar...
Ağustos sihirlidir. Yıldızlı battaniyen olur.

(Didem Tekin'e selam)

30 Temmuz 2012 Pazartesi

chicken

Kokusunu duydum bugün.
Herşeyi değiştirdi.
Fark etmez. Çoluk çocuk ait olmadığımız yerlerde olalım. Yüzsün onlar, biz bakalım.
Salıncakta sallandım bugün. Eskisi gibi. Hızlı. Yeğenimi öyle sallamaya çalıştım olmadı. Sanırım hala zamanı var. Hala.
Kokusunu duydum. Bol tavuk, az balık, biraz kuş. Deniz yok. Ha, sandıkta teksas tommiksleri de bulursak tam olacak. Yaş 7.
Sonra yanımdan geçti.
Ve ben sallandım. Hızla.

24 Temmuz 2012 Salı

hayat bitmiş haberimiz yok

Uzak. İnsanlar birbirinden uzak. Çok iletişiyoruz ya... Ülkeler uzak. Siyasetler uzak. Aşıklar uzak. Arkadaşlar, akrabalar uzak.
Yıllar önce Kaybeden Kaan Çaydamlı'yla Gayfe'de buna benzer bir şeyler konuşmuştuk: Memleketin hali pür melali ne ise seninki de paralellik izlemekten kurtulamıyor bir türlü. Bundan mıdır?
Yoksa global bir halsizlik, boşvermişlik mi var? Hani çok iletişiyoruz ya...
Bitmiş işte usta, zorlamayacaksın. İlişkiler bitmiş, suyunu çekmiş... Zırt pırt arayıp, mesaj atıp can çekiştirmeyeceksin.
Eskiden olsa -çok da eskiye gitmeye gerek yok- mektuplar, şarkılar yazardık. Karışık kasetler hazırlardık. Şimdi trip atıyoruz. Elimizi sallasak 1500 follower ya...
Uzağız. Hayattan. Her şey bitmiş. Belki flaş haber olarak görürsek inanırız.

21 Temmuz 2012 Cumartesi

Babama soracağım şeyler

Artık her sabah yeğenim tarafından uyandırılıyorum baba. "Babaaaa?" diye önce bir ünlüyor, sonra gelip yanıma kıvrılıyor. Shompi. Keşke görseydin.
Oralarda hayat nasıl? Burada annem ayakta durmaya çalışıyor. Maviş'in oğlu Zuzu ona yarenlik ediyor. Şekeri bir iniyor bir çıkıyor. Denize bazen giriyor bazen canı istemiyor. Senin memleketindeyiz, Marmaris'te. Ziyaretimizi yaptık, annene, babana. Güzel. Merak etme. Ki sen etmezsin; bilirim.
Acımasız insanlar yine var mı orada? Şansını zorlayan? Burada sürüsüne bereket. Senin, benim aldırmayacağımız, kaldırmayacağımız türden. Keşke olsaydın.
Şikayetim var, hakim bey! Cümle aleme. Yaptın mı bunu? Söyledin mi? Ne dediler? Sen orada da yapmışsındır. Heyt!
Efe bu sabah uyandığında babasını aradı yine. "Babaaaa" diye gezindi bir süre.
Ben onu her gece uykumda yapıyorum.

13 Temmuz 2012 Cuma

azz

Biz Kıvılcımla şuna karar verdik: Biz fazlayız.
Öyle hatunlar vardır ya, ondanız.
Yok lan. Biz azız usta. Harbiden çok azız.
He yine kıymetimizi bilmiyorlar mertebesine getirmeyecem işi de, azız.
Hiç 'fazla' adam tanımadım. Ama kadınını çok gördüm.
'Az' kadınlar, hadi, azıcık azın!

10 Temmuz 2012 Salı

denizi ayrı deniz

Ben güvendim.
İşte orada hata yaptım. Ama ben hep güvenerek büyüdüm. Babama da...
Çuvalladım.
Ben bir dünya kurdum; denizli, güneşli, kedili...
Kırdılar onu parça pinçik; bilerek, isteyerek.
Şimdi hesabını soruyorlar.
Ben sorayım: Nerde? Bende deniz var, güneş malum, kedi baki.
Sen yoksun.

8 Temmuz 2012 Pazar

hançer

Hançer lazım.
Ben terk edildim bugün.
Aradı, naber, napıyosun... İşte o.
O vakit terk edildim ben.
Naber napıyosun.........
Ağladım. Çünkü bitti.
Naber napıyosun.
Hançer geçti.

içindeymişik

Yaprak yaprak açtırırsın ilk yaz nasıl açtırırsa..
Tekinsiz ortamlardan fazla tekinlere geçtik. Ahmet Ümit'in son romanını okudum, Sultanı Öldürmek, abicim o kadar Fatih'in sülalesiyle uğraştık, o son yakıştı mı ya?
Hayat da böyle işte. Fazla tekin.
Halbuki nedir, aldırma. Sevgili Jim ne demiş; "Bir sonraki adımımı merak ediyorum, ondan içiyorum.."
Şimdi çoluk çocuk burda. Fazla -18 şeyi yapmayalım.
Ama şöyle bi gerçek de var: Yenik düşüyor herşey zamana...

5 Temmuz 2012 Perşembe

Sen seviyorum ben.
Bunca zamandır mutsuzluğum bundan.
Seni özlüyorum. Nerdesin?
Kapıyı kilitleyemem, donla gezmem, sigaraları hep yarı bırakmam bundan.
Aynaya bakmam, saçma saçma, bişey için değil, bundan.
"I drink much more than i oughta drink cause it brings me back you..."
Jeff Buckley..

1 Temmuz 2012 Pazar

yazmasan olmuyor

İnsan sevilmekten korkar mı?
Korkuttular la bizi. Hem kendileri korktu hem bizi "Aman ha sakın" şekli korkuttular.
Neden korkuyoruz?
Abicim, sen zaten sevebiliyorsan, korkma ondan, devam. Yok, sevemiyorsan, beni ne korkutuyon, sana ne lan? Severim severim. Düşerim kalkarım. Sana mı sorucam?
"Bana aşık olma sakın", "Nasıl olsa bitecek", "Ben seni üzerim"...
Haydaa... Babanın aldığı arabanın el frenini mi çekmeye çalışıyorsun usta?
Aşık olursam olurum, yatarsam yatarım, kalkarsam kalkarım; o benim bileceğim iş. Sen merak etme.
He, korkuyorsan, üstüme kalır, arıza yapar filan diye, geçti o pazar...

30 Haziran 2012 Cumartesi

necromancer

Yıldızlar mı tuhaf dizili? Rüyalarında mı gördüler? Ölüyor muyum?!
Bi gecede dört eski sevgili birden aramaz ki kardeşim. Böyle bişey yok. Kayıtlara geçsin.
Günün başından belliydi sakata geleceği. Hiçbir işim rast gitmedi. Bankalar fos. İtalya forması Adidas'ta kalmamış. Dolmuş dolu. Hava sıcak. PTT kuyruk. Deniz de bozuktu. Canım yüzmek bile istemedi. Zuzu huysuzdu. Adını Feriha koymuştuk, onun bile nolduğunu öğrenemedik, vs...
Önce bir tane; Bodrum arıyor, aman da hanimiş bir muhabbet bir muhabbet... İki; Marmaris, "Ben kabuslarımda seni görüyorum." Hoppalaa!..
Üç; eski koca, İstanbul'dan bildiriyor: "Hayatım ben çok fenayım." Hadi len. Hepiniz birlik oldunuz taşak geçiyonuz benle...
Yetmedi, dört, en kötüsü; Sakarya calling: "Kahpe Ayşe, napıyon?" E, bu kadarı fazla. Allah hayra şeetsin.
Ben hepinizi ölmüş biliyordum.

27 Haziran 2012 Çarşamba

temizlik

Temizlik var evde.
Benden temizlik, Zuzu'dan... Bütün bir kış 'kirletmiş' miyiz evimizi? Yok. Öyle demiyorlar.
Ama şimdi yeni kiracıları geliyor. Abim, eşi, çocukları, vs. Aman tüy olmasın, yatak altında prezervatif kalmasın:)
Kalın pikeler yatak altına kalkıyor. Odalar yeniden dekore ediliyor. Geçen yıl getirdiğim ve burada bir işe yaramayacağını düşündüğüm iki zavallı koli, sahipsiz yavrular gibi ortada duruyor.
Severim ben kalabalık hayatı. Pansiyon çocuğuyum ne de olsa. Her yaz gelirdik buraya, Marmaris'e, bazen aynı insanlarla karşılaşırdık, bazen başkalarıyla tanışırdık. Karıncalı evyede, rakı akan muslukta, bol kedili, tulumbalı, mısır bahçeli, güneş enerjisi tanklı evimizde türlü insan ağırlar, hepsiyle de arkadaş olurduk.
Hepsinin ismini dahi hatırlıyorum. Bundan mıdır benim de kendi evimde aynı politikayı sürdürmem? Gelsin, kalsın, anlatsın, uyusun...
Gel gör ki, yıllar sonra, benim evim yok.

25 Haziran 2012 Pazartesi

zor

Doğumgününü kutladım.
Niye? Benim için mi doğdu sanki?
Evet.
Ben onları yaşayayım, daha bi Ayşe olayım diye, de mi?
Zuzu serilmiş yatıyor yanımda. Yan koltuğumda. Boş olan. Sahibi artık Zuzu.
Beni arıyor, mesaj atmıyor artık korkuyor, nedense, belki ben de konuşuyorum, hatırlamıyorum.
Ertesi sabah telefonda görüyorum aradığını.. Ya da aradığımı..
Zor.

22 Haziran 2012 Cuma

mom

Böyle çiçek bahçelerinde koşan bir Hülya Koçyiğit gibi gördüm onu yıllarca.
Hayır. Hatun farklı. Söyleyeceği çok şarkı var ama, abisi engelliyor. Yaşıyor. evleniyor. Çocuk, mocuk..
Öğretmen de oluyor; seviyor mesleğini, öğrencilerini. Yeri geliyor, dayatıyor, hoop, istifa!
Ben küçükken onun okulunda öğretmencilik oynardım. En sevdiğim oyundu. Büyüyünce öğrendim; annem şarkıcı olacakmış meğer.
Dayımın o zaman kimbilir ne dediği gibi: "Kızım biz seni oraya bunun için mi gönderdik!"
Okuyan kız. Evlat. Yalnız. Kız. Okul.
Annem öğretmen oldu. İlk verdikleri görevi reddetti. Sonra ikna oldu. Annem herhalde hiç öğretmen olmak istemedi. Şarkıcı olmak istedi. Ya da belki başka bişey...
Marmaris'te sahneye çıkması o yüzden önemli onun için, Alaeddin Yavaşca'yla.
Keşke Arlem, hepimiz rüyalarımızı gerçekleştirebilsek.

ayni

Ben yapmadım.
bandıra bandıra yedi o, ses çıkarmadım.
küçük bi levhaya takılı siyah kedi vardı, kuyruğu komacan.
kedi tabla, gülen..
annemin bişeysi, tirunun, belki babamın (zor), onun bunun...
Eşyalar iyidir. Sahip çıkmak lazım. Ama bazen de koyvermek lazım. Eşya la. Anısı sende ya.

yanıma gel aman aman

Ne de güzel oluyormuş bu.. İki birbirini hala seven, herkesten sakınan, saklayan; ama başkalarına aşık olmayı da ihmal etmeyen kişi.... Ne güzel bi ikili oluyomuş.
Hayır, biri ağlar, öteki dinler şekli de değil. Sonra end-up sex de mevzubahis değil. Serbest abi. Herkes konuşsun. Döksün. Amaaan, ne çok şey varmış dökülmesi gereken...
Ne güzel yahu. İnsan eski kocasıyla dertleşebiliyormuş.

17 Haziran 2012 Pazar

lean on me

Öyle bir hal varmış, ben sonradan öğrendim; sırtını yaslama şekli... Bu yüzden evlilik peşinde koşarmış kızlar cıvıl cıvıl, düğün dernek organizasyonlarıyla, gelinlikleriyle, damatlıklarıyla, şekerlikleriyle, davetiyeleriyle bu yüzden çok meşgul mesul mesut olurlarmış.
Ben daha olayı idrak edemeden evlenmişlerdenim. Ha, beylik laftır; "Ben zaten hiiiç evlenmeyi düşünmüyodum ki", vs, evet, aynen, oluverdi valla. Hem de en güzel şekliyle. Kırlarda teklifle, Kaplan'da (arabamız) giderekten, Paul Weller'la dans edip Verve'le salona girerekten...
Ve fakat... İşte, başa dönüyoruz. İki bağımsız, arıza ruh. Tamam, birbirini pek seviyor, ama kırmayı da sevmeye başladı bi süre sonra. E, normal, isyan ediyor hayvan. Tasmayla yüzükle tutamazsın.
Biz birbirimizi kırmaktan vazgeçtiğimiz için boşandık. Yorulduk çünkü, yazık.
Ama o 'yaslanma' lüksünü sanırım az da olsa tattım ben. Şuradan biliyorum; ailemin oturduğu eve gittiğimizde banyoya girdiğimde sanki dışarı çıktığım zaman hiçbir şey değişmemiş olacak diye nasıl korktuğumu biliyorum. Nefes nefese dışarı çıkıp ona sarıldığımı biliyorum. Bu neye yaslanmaysa tabii?


14 Haziran 2012 Perşembe

tiruyla nlkgüne

En sevdiğim iki insanın aşk hikayesi bu.
Biri naif, ama inatçı, hırslı, hem dediğim dedik hem 'tamam hayatım öyle de olur' cinsinden..
Öteki bencil, dürüst, ketum, karşılıksız seven şekli..
Bunlar birbirini buldu. İkisi de Kova. Pek bir iyi anlaştılar. Ses etmedik. Bekledik. Kesin bi araz çıkar. Yok, onlar herkesi yanılttı, her zaman, birbirlerini en iyi anlayan iki güzel insan... Daha ne?
Çocukları da oldu filan ama olay o değil. Onlar birbirini seviyor, güveniyor, el veriyor.
Birinin kafası karışsa ötekisi düzeltmeye çalışıyor. Biri tökezlese beriki yolu yapıyor.
Çok çektiler bunlar; annelerden, babalardan, kedilerden, kardeşlerden... Her evli çift gibi. Ama bunlar pes etmeyecek! Etmesinler.
Maazallah, ben tanıştırdım la onları:)
Öpüyorum ikinizi de nice yıllara.......

10 Haziran 2012 Pazar

Maviş'e

Yalnızdım ben çocukken de. Bunu kötü bir çocukluk geçirdim manasında söylemiyorum. Gayet güzeldi. Sevgi doluydu. Doluydu. Dayılar, yengeler, yeğenler, kuzenler, arkadaşlar... Hiç eksik olmadı. Ama ben her gece ayıma sarılıp yatardım. Onunla konuşur, ona ağlardım.
Büyüyünce -ki bu epey zaman aldı!- ayımı yatağın tepesine terfi ettirdim, yalnız uyumayı öğrendim. Bu da çok sürmedi. Herşeyden çok sevdiğim kedim geldi çünkü, çöreklendi yatağıma, yıllarca kalkmamacasına.
Dayılar gitti, dedeler, yengeler, arkadaşlar azaldı. Baba gitti. Koca gitti. O kalkmadı.
Ta ki bir gün, bundan tam iki yıl önce, yerinden artık hiç kalkamayıncaya dek.
Mavişim. Teşekkürler. Bana yalnız olmamanın neye benzediğini tattırdığın için. Hep ve rağmen yanımda olduğun için. Anlayışın, aklın, sevgin, pati seslerin, şarkıların, o güzel gözlerin, öğretmenliğin, koruma içgüdün için.
Şimdi oğlun yanımda. Anlatsam inanmazsın; ayım da burada, beraber uyuyorlar...

5 Haziran 2012 Salı

listener

İki en sevdiğim arkadaşım birbirine girdi. Sebep dersen, tırı vırı... Daha önce de girmişlerdi zati, hatta bayağı girişmişlerdi birbirlerine, cat fight hesabı. Şimdi birini arıyorum, kendini anlatıyor, ötekisi ailesinden dem vuruyor... Anlatıyorlar yani. Ha. Bazen telefonu açmıyorlar, işlerine gelmezse, o ayrı. Ama özlemişler.
Anlatmayı. Öyle, teklifsiz anlatırsın ya, öyle insanlar vardır, olur, anlatırsın. O da dinler.
Benim burada bir dinleyicim var. Sıkı. Sanırım onlar orada kaybettiklerinin peşindeler..

31 Mayıs 2012 Perşembe

june

Yarın haziran.
Ayların en acımasızı. Demiş Tennessee Williams.
Ben babamı kaybettim haziranda, kedimi gömdüm, aşık oldum, onu kaybettim, evlilik teklifi aldım, boşandım, işe girdim, işten atıldım...
Planlar yaptım. Marmarise taşındım. Hep yağmur yağdı.
Haziran bu... Isırır. Hazır mısın?

nothing ever happens

I'm doin nothing.
Ha, arayan soran oluyor ara sıra, let's clear that up:
NOTHING
Maybe I'm the not doing type. Too late to discover?
"Sen onca okulu oku, sonra bi baltaya sap olma."
Olduk baltaya sap. Balta kıçımıza girdi hatta.
Henry Miller gibi oldum şu ara; "Insomniac" düşler görmekle meşgulum. Bitişiğimde kütüphanem, karşımda Cobain, bu odada zaten uyuyabilene aşk olsun...
O yüzden hiçbir şey yapmıyorum. Bu konuda. Herhangi bir konuda.
Hava güzel mi? Denize git. Kötü mü? Yat. İyi film mi var? Çök. Biri mi çağırdı? Ha, olur, git...
En son pazara ne zaman gittiğimi biliyorum ama kendime ne zaman bir şey aldığımı hatırlamıyorum.

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Poker face

Bi onu olamadık. Akrepler hemen belli eder gözlerinden zaten, oradan kaybediyoruz, ama duygularımızı saklamayı beceremedik.
Şimdilerde napıyorlar; güyya poker oynuyorlar. Kadınla. Ne iş?
Hayır bir de en salak, muhtaç, zavallı halleriyle. "Dur sana chip atayım", "Beni eklesene", "Sen boş masaya geç, bul beni" şekli...
Ben de poker oynuyorum. Oynayanlar bilir; California masasında böyle bişey olmuyor mesela.

27 Mayıs 2012 Pazar

Ben kendimi seviyorum artık

Hayat gittikçe komikleşiyor. Siyaset deseniz malum, iş, güç, vs. Ama bence en komiği sanal dünya.
İnsanların orada neler paylaşmak istediğini görünce, hooop dedik oluyorsunuz.
Ben pokerciyim mesela. Birkaç kişiyle 'buddy' oldum. (Hatta bir tanesiyle fuckbuddy de oldum, neyse..) Türlü türlü insan tanıyorsun. Biri sana hayatı zulmetmeye çalışıyor, öteki yardım ediyor, biri aşkını ilan ediyor, diğeri tanışalım da tanışalım diye tutturuyor...
Aman dedim ya, ben ne güzel insanmışım...

25 Mayıs 2012 Cuma

carry on

Trying to get a job. Desperately. But today i missed an appointment. Willingly. I couldn't find the strength in me to go there.
Yazmışım 7 yıl önce. Tarih tekerrür... O zaman girdiğim işi bırakalı çok oldu. O zaman birlikte olduğum adamları bırakalı çok oldu. O zaman oturduğum evi terk edeli çok oldu. O zaman yanımda olan kedim öldü.
Şimdi başka bir coğrafyada, başka bir iş umuduyla, başka bir kediyle yaşıyorum. Ama arada daha büyük bir fark var: I have the strength.

24 Mayıs 2012 Perşembe

gone kadıköy

O da iyi biri.. Hadi onu da eve alalım...
Gelir. Aşağıdadır. Kazım Koyuncu söylüyodur, telefondadır, ben istifa ettim diyordur, mesaj atmıştır, geliyordur...
Öyle bir evim vardı benim. Kapısında paçasında türlü kedi beslediğim.
Ama karşıya baktım bir sabah, olmaz, dedim, bensiz yürüyün..
Zira ben gittim

23 Mayıs 2012 Çarşamba

bazı şeyler ne kadar kolay

12 yıl önceydi. Meğer ben evlenirken bir 'love child' taşıyormuşum bünyede. Balayından sonra öğrendim, sordum. "Hayatım, sen nasıl biliyorsan öyle yap.."
Aldığım cevap buydu. O zamanki sevgili yayın yönetmenim, arkadaşıma söyledim, "Çüş" dedi, "Bir erkek bunu söylüyorsa istemiyor demektir."
İstemiyor muydu? Ben mi istemiyordum? Çok mu erkendi? Birbirimize mi güvenmiyorduk? Herneyse, geçmiş ola... İkisi de. Evlilik de, çocuk da...

21 Mayıs 2012 Pazartesi

hatunun canı çeker

Bugün sahilde shompilinin de shompilisi bi çocukla karşılaştık. Ben genelde çocuk sevmem. Ama yeğenler olduğundan beri biraz daha anlayışlı davranıyorum onlara. Neyse, çocukla kumdan kaleler yaptık, sahil kedisini tanıştırdık, vs. Sen yüzde bir gülümseme. Hep. Anneye bir bakış. Onay alma. Babaya bir su sıkış. Oyuncu. Ama kediye napacağını biliyor, bana da. Uzak.
Kıvılcım "Ayşe sen bi anne ol da çocuk sevelim acık" dedi." Olsak mı?

20 Mayıs 2012 Pazar

i want somebody to love


Demiş Freddie Usta. Ben tersini diyom: Beni sevecek birini arıyorum, artık. Yetti. Ben çok sevdim. Ama hiç şöyle göğsünü gere gere, erkek gibi, kadın gibi sevenine rastlamadım.
Zamanlar zor, malum; kime inanacağını kestiremiyorsun, derdin dermanını başka şekillerde arıyorsun... Müzik, film, ağlatan dizi, kedi, rakı, yatağında herhangi biri...
E biri de çıksa gelse ya, "Tamam, bitti" dese, "Herşey güzel olacak."
Yemek getirmese, Orhan Pamuk'umun Masumiyet Müzesi'nden bi eşya getirmese. Kendi eşyasıyla gelse. Ayşeye.

geç kalmış anneler günü yazısı

Annemin başına bir şey gelmeyeceğini düşünürüm hep. O neferdir. Shompilinin önde gidenidir. Ona bişey olmaz. Hep bana dersler verir, hala, "Kızım onu böyle diil böyle yapman lazım" şekli... Nasıl rahatsız eder adamı ve nasıl memnun...
Babasını kaybetmişler daha bi anlar, anneler daha bir önemlidir. Tektir çünkü. Ve bütün her şeyini onlara dökebilirsin. Hoooop.. Babalarda öyle kolay değildir, ama anneler alır onu bünyelerine; sen ne verirsen. Saklarlar. Bilirler. Anlarlar. Ve sonsuz severler....

15 Mayıs 2012 Salı

Low (lush) life

Bu nasıl söylenir? Seriously; "Ben kendimden düşük (?) hayatlar yaşayan adamlarla sevişmeye bayılıyorum..." Aaah bullshit!
Abi seviyorum. Nedir, bilmem. Ama en zengininden bir züppe gelsin harcarım anında. Bize servis yapan garsona göz kırparım.
Bi defasında Akrep hakkında okurken rastlamıştım; low life peşine düşermişiz biz. Gri kertenkeleler. Ondan mı acep?
Mesela harbiden bütün dolmuşçular, dilenciler, temizlikçiler, biletçiler, vs. beni sebepsizce severler. Ben de onları severim. Equal davranırım çünkü.
Ama sevişirken öyle olmuyor. Daha içgüdüleri kuvvetli onların. Seni anlıyorlar. Biliyorlar. Eşit değilsin artık; seni yönetiyorlar, isterlerse... İstemezlerse...

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Love must conquer and behold

Fener-Galatasaray maçını seyrederken arkadaşım -ki Galatasaraylı- bana dönüp şöyle dedi: Sen iyimser olmuşsun! Fenerli olduğum için mi, sittin senedir beni tanıdığı için mi öyle dedi bilinmez ama, valla dediği doğru. Ben artık etrafımdaki insanlara eskiden baktığım gibi bakmıyorum sanırım. Ama buna ne kadar iyimserlik denir, o konuda şüphelerim var!
Eskiden İstanbul'da her yanına yanaşan adamdan korkmayan, tırsmayan Ayşe, bir de teklifsizce eve davet ederdi onları. İncelemek için mi? Aslında, evet.
Artık korkuyor mu? Yok. Bu başka bir şey. Gereksiz artık incelemek herhal.

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Son bir gece daha çirkin olalım..

Rakı içiyorduk. Hatta ben yatmaya gidiyordum, bitirmiştim yani geceyi. Son bir öpücük alayım dedim. Bardağını düşürmüş. Kırmış. Şöyle kendine çekti beni, boynumu.. Öpecek sandım. Cam parçasıyla öpüştüm. Oluk oluk kan akıyor. Ben teslim. Kurbanlık koyun. O şaşkın.
Ertesi sabah bembeyaz tişörtü gördüğünde kıpkırmızı, daha şaşkın. Ben en şaşkın. Nasıl izin verirsin böyle bir şeye, gıkın çıkmaz? Nasıl? Ve daha fenası neden?

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Zordur. İnsanın kendini birine teslim etmesi. Teslim olunca da, dayanmak sırtına sonuna kadar, ne de kolaydır. Sonra o sırt çekilince arkandan, hoppaaa, welcome to the new world hesabı...
Ben bir kez emanet ettim o sırtı başkasına. Hayatta yapmazdım dedim, evlendim. Taşıyamadı. Düştük. Ben onu çok taşıdım ama o beni, ı-ıh. Eh, o zaman naparsın, çekilirsin, düştüğün yerden sürüne sürüne kalkarsın, ayağa, ve yeniden kendi başına olduğunu hissedersin, tek. Yey!

Bugünün bir de yarını var

Çok aşık oldum ben ona. Bundan 19 yıl önceydi. Çok denedim. Bir gün bana yüzüme bakmadı, demeyeceğim, baktı. Ama konuşamadık. O fazla rock star'dı, ben fazla güvercindim o zaman belki. Ama tutturdum gideceğim bütün çaldığı yerlere, bulunduğu, yediği içtği mekanlara. Olurdu ya öyle eskiden, takipteyiz..
Çaldığı mekan bizim İçmeler. Ben salıncakta sallanıyorum Mojo'da, bekliyorum ki o gelsin. Ama o bana hayat dersi veriyor: "Ayşe, sen daha önce doğrusunu yaptın." Naptım la ben?
Bara gidiyorum. Efkarlıyım. Bi bira, bi bira daha.... En sonunda barmen, barmen değil aslında, sanırım bana güzellik yapıyor, diyor ki "Yeter. Seni eve bırakayım ya da gezelim.." Aaaa, tamam ikinci şık.
Eski Volkswagen minibüsü var. Beyaz. Arkasında türlü şey. Bazen gang gear, bazen yatak yorgan.. Adam yerleşik değil. İsmi Wes.
Bundan 19 yıl önceydi. Yalancı Boğaz derler Marmaris'in Akdeniz'le Ege'ye sinsice kavuştuğu noktasına. Oradaydık. Minibüsteydik. Beyaz. Kırmızı....

4 Mayıs 2012 Cuma

 Uyandırmayın beni

Islaktı yatak hep. Çarşaf yırtıldı bazı bazı. Yastıklar kokulu. Yatak şeysi, ne denir ona, tepesi mi, trabzan diyesim var ama değil, neyse işte o da yıkıldı en sonunda...
Ben hep solda yatarım. Yanımda, night-stand'de, altta kitaplar, üstte lamba, mum ve votka. Bi bardak su. Sigaram, çakmağım. Telefon. Saat hesabı...
En sevmediğim şey bu rutinin bozulması ya da çalınmasıdır. Yani uyandığımda yanımdakine bakmam, direkt suya dalarım, içilmişse çok sinirlenirim. Hele çakmağım yoksa daha...
Bi sabah bu yüzden bi adamla kavga ettim. Hadi votkamı içmiş, sigaramı almış bi de. İçeride radyo çalıyor. Hoppaaa! Ulan insan yavuz hırsız olur be yav. Ne uyandırıyon?

29 Nisan 2012 Pazar

Söz uçar yazı kalır derler. Yalan. Yazı da uçar.
Ben küçüklüğümden beri yazar olacağımı zannederdim. Bunu büyüklere çaktırmamam hataydı tabii... Sonra kendi yolumu yaptım. Kendim öğrendim, kendim başvurdum, kendim oldum....
Şimdi 20 yıl öncesine gitmek istiyorum bazen. Geri çevirmek için değil. Tavsiyelerini almak için. Ve belki 'back up' yapmak için... 
Yüzmek için de aynı şeyi söylerler. Unutmazsın. Evet, yüzmeyi unutmazsın. Yüzüyorum.

27 Nisan 2012 Cuma

Converse and diverse

Perihan Mağden'in bir yazısı vardı; sabah gözünde makyajla uyanan, yanındakini tanımayan kadınları seviyorum diyen... Ben o kadınlardandım. Şimdi tek kişilik yatakta yatıyorum. Yanıma kimseyi almamaya gayret ediyorum. Gelirse de hoop diye yataktan şutluyorum. Ama fasilitelerinden faydalanıyorum...
En yakın arkadaşım uzun süreli nişanlısından yeni ayrıldı. Sebebi yok. Bir diğer arkadaşım uzun süreli birlikteliğini kısa süreye indirmeye karar verdi. Sebebi: yok. Ötekisi bana her şeyini anlattı, sonra "Senin kokuna alıştım ben" diyerek gitti. Sebep?
Evli bir adama aşık olup virginity kartını kullanan bir başka arkadaşım, bana en güzel dersi verdi: Manzara ne kadar güzel olursa olsun, ve yanında kim, kırmızı elbisen, siyah ayakkabıların... Eve gitmek lazım.

3 Nisan 2012 Salı

yatağın soğuk tarafı

Neresi o? Sol, sağ? Üst, alt?
"Sağ yanımı boş bıraktım"lara n'oldu?
Hepimiz eridik di mi.. Popüler kültür, eğitim karmaşası, siyaset, aşk, meşk...
Şimdi ne yapacağız? İşimizi mi? İşimiz biz mi?
İlişkimizi mi? İlişkimiz biz mi?
Amaaaaan, biz nerde yanlış yaptık, demeyeceğiz.
Gözlere bak. Gözlerine. Nasıl yatağın sıcak tarafında buluyorsan; işte o gözlere...
Onlar ileri sinyali veriyor. Kırmızı. Mavi. Sarı. Yeşil.
Beyaz, bazen bembeyaz...
Yürü.

18 Mart 2012 Pazar

Silent lucidity

There, I am crumpled in my chair again. Smoking and thinking and planning and bullshitting again. Playing the various tunes and rewinding the various scenes in my mind. Misery.
In my silent lucidity, I sit, on the verge of tears and insane ideas of suicidial tendencies, I think and get drowned in my own thoughts.
Responsibilities, so to speak my dear, fuckin life daily routines... Never cease. Never change. New ones entering and exaggerating the result. Outcome of an ordinary world-life: (I will learn to survive) nothing!
Çalışmak, konuşmak, okumak, yazmak, yapmak, etmek, olmak -yaşamak zorunda olmak... Yorucu. Hepsinden sıkılmış, bıkmış, kaçmak, uzaklaşmak (ama nereye?), yükümlülüklerin olmadığı yerleri aramak isteyen ben için daha zor.
Beni bağlayan şeylerin (bağlaması gerekenlerin mi diyelim), benden uzaklaştıklarını hissetmek daha acayip. Ağırlık, yorgunluk... Onları geçtik. Feraha çıktık mı?
In other words: are we there yet?

9 Mart 2012 Cuma

Post-travma II


Kadınlar Günü’nü idrak ettik. İlk defa tv’de yayınlanan o araştırma sonuçlarına dikkatle baktım. İşte; yüzde 1 polise gidiyormuş şiddet gördüğünde, üniversitelisi daha az dayak yiyormuş, çoğu kadın kimseye anlatmıyormuş vs. Kanal değiştirmeyi denedim de nedense her yerde karşıma çıktılar. “O kadınların” fotoğrafları.
En çok ne var o fotoğraflarda… Acı, şüphesiz; pişmanlık, nefret… Ama hiçbiri tam karşılamıyor değil mi? Hayal kırıklığı, umutsuzluk, şaşkınlık, bir boşluğa bakma hali…
Tecavüz gibi bir şey bu aslında. Çünkü yine aynı şey, iradeniz, elinizden alınıyor. Siz yoksunuz dayak yerken. Karşı koyamıyorsunuz. Zavallısınız. Yalnız.
Geceler boyu sanrılar görmeyi, yumruklarım sıkık uyanmayı hadi bırakayım; hala kapıların kilidini, çantamdakileri, ne bileyim, ocağı, defalarca kontrol ediyorum. Arkadaşlarımla çok sık görüşmüyorum artık. Arayanlara bazen kendimi yalan söylerken yakalıyorum: “Haa, iyiyim. Senden naber?”
En fenası terleme ve üşüme nöbetleriydi; onlar geçti. Korkudan sonra yerini nefret alıyor galiba. Bir süre sonra da “önemsizlik”. Kendini suçlamanın da getirdiği bir nevi kabul etme durumu.
Ama “güvensizlik” geçmedi. Ki ben, o yüzde 1’e de giriyorum, üniversiteli klasmanına da… Kime güvenirim ben bundan sonra?

Tek istediği kendinden akıllısını bulmak..


 
E yaptı da... Önce uçurdu bizi. Sonra daha yere inemeden Makina’yla tanıştırdı. Tanıştırmadı daha doğrusu da, yüzleşmemizi sağladı diyelim. Siz sanıyor muydunuz ki bütün o herkesin aşağıladığı, “sarışın aptal güzel model”lerle eğleniyordu o? Ya da sizin için ‘dalga geçiyordu’ onlarla? O sizinle dalga geçti hep. Yıllarca.
Yıllar sonra, eline kudret geçip istediğini yapma şansını da haiz olunca, bir muhabbet, bir medya, bir muhallebi, bir disco; onca kralı seriverdi karşınıza. Kimsenin day-time tv’de bile konuşmaya, lafı uzatmaya cesaret edemeyeceği, sürüsüyle akademisyen, entelektüel, ‘konsept’ soktu burnunuza. Al, “Bu gece yalnız değilsin. Ama bunu dinleyeceksin. Öğreneceksin. Ve inan, sıkılmayacaksın.”
Kimse sıkılmadı da, birileri “sıkıldı” galiba. Ne diyelim, go and ....
Okan Bey’e gelince, o hala sohbet edebileceği, akıllı insanlar arıyor.