25 Aralık 2013 Çarşamba

yeni yıl yeni yıl yeni yıl herkese kutlu olsun

Hayat güzel olsun, standart daim olsun...
Ölen çocuklar rahat uyusun, hayattakiler üşümesin...
Zuzum hep benimle olsun, iyi olsun..
Karagöz yaşasın.
Fener şampiyon olsun!
İstanbul Marmaris olsun.
Kuzenler iyileşsin.
Artık başka birini gömmeyelim.
Hayat olsun..

21 Aralık 2013 Cumartesi

kolay değildir

Hükümet olmak kolay değildir.
Devlet yönetmek kolay değildir.
Örgüt kurmak kolay değildir.
10 yılda 1000 şehit vermek kolay değildir.
Yalan söylemek kolay değildir.
İki ağaç için ormanı yakmak kolay değildir.
Her gün dünyanın dört bir köşesine gidip masal anlatmak kolay değildir.
Memleketin suyunu, hayvanını, toprağını tüketmek kolay değildir.
İnsanları öldürtüp üzerine yatmak kolay değildir.
Kolay olmayacak...

http://www.dailymotion.com/video/x14miai_duman-kolay-degildir-super-kalite-2013-darma-duman_music

18 Aralık 2013 Çarşamba

save

Bir defasında yavru bir kediyi kurtarmak için gecenin bir yarısı cihangir'de bir dükkanın bodrumuna girmiştim.
Thank God, adamlar iyi çıktı, kediyi de kurtardık beni de..
Hatta beni teslim ettik eve sağ salim.
Sonra, birkaç ay sonra, boşandık.
Ben hala kedi kurtarıyorum.
Ama koca kurtarmıyorum

13 Aralık 2013 Cuma

kill me

Kışın güneşi terastaki menekşeyi dondururken, Zuzu'yu pencere pervazında mest ederken, beni klimalı odalara hapsederken; konuşuyoruz...
Herkes gitmişken, inşaatlar başlamış ama soğuktan mola vermişken, yollar artık düz değil yokuşluyken; yazışıyoruz.
Hayat burada dümdüz: Deniz düzse herkes dışarıda, dalgalıysa içeride.
İnsanın içinden bir tepetaklak getirmek gelmiyor değil.
Sanırım arada şehir değiştirmek lazım. Yoksa insan katil olabilir.

10 Aralık 2013 Salı

freeeeeeedooooom

Mustafa Balbay'ın ailesine, partisine, gazetesine, meclisine kavuşmasını seyrettik bugün. En dikkat çekici fotoğraf kuşkusuz o "içerdeyken" 5 yaşına basan oğluna sarıldığı andı.. Hayat böyle bir şey işte, ya da başka şeyler...
Nelson Mandela'nın cenazesini kaldırdık bugün. 27 yıl adada bir karış hücrede yatmış dünya lideri, 1918 doğumlu, dünyada iki büyük savaş, memleketinde onlarca savaş görmüş geçirmiş "Madiba" 90 bin kişilik stattan uğurlanırken, hemşerisi olmasa bile, bir başka Afrikalı, Obama yine "değişim"den bahsetti. İnandırmak istercesine... "Changeeeeeee....."
İnsan Hakları Günü'ydü bugün. Gezi olaylarında gözünü kaybeden, yakılıp ölüme terk edilen Hakan Yaman için İstanbul yine ayaklandı, adliyede gösteri yaptı. Böyle böyle "change" olacak inşallah... (Change exchange hesabı para babında anlamazlarsa şayet:)
Gezi'nin "meşhur" iddianamesi açıklandı bu arada... 7'si yabancı 255 "şüpheli" var. "Suspect" yani. Hepimiz suçluyuz.
Balbay, geçmiş olsun, "aramıza" hoşgeldin...
Mandela usta, hepimizin başı sağ olsun, sen nur içinde yat.


8 Aralık 2013 Pazar

git

Bi erkeğe kaç kez 'git' demek gerekir?
Samimi soruyorum: Kaç kez?
Hangisinde anlıyor, ya da en iyi ihtimalle, anlamaya başlıyor?
Oysa kadın öyle mi?
'Git' demene bile gerek yok, sehpayı yanlış yerleştirsen bile oluyor...

dumadumadum

Duman çıkarmış bir nevi "Gezi albümü", ben onu marketten almışım, Ahmet Ümit yazmış son romanını, yine Carrefour...
Tamam güneş, deniz iyiydi de, benim Marmaris esnafıyla sorunum var!
Biz neyle beslenecez hacı bütün kış?
Bütün dediğin de hani, bir iki ay?
İnsaf ediniz, şekerli shompiler, ya da yürüyünüz gidiniz..

1 Aralık 2013 Pazar

yokluğunda

Cüneyt Çakır.. Hakem..
Leyla the Band açtık, beğenmedi, çünkü aynı hakem...
Hakem uyuma!
Ben uyumuyorum, dinliyorum, seyrediyorum, seviyorum, vazgeçiyorum...
Yokluğunda..

http://www.youtube.com/watch?v=9qbH3v_xA44&list=RD49Kh1mS4Fhs

24 Kasım 2013 Pazar

öğretmen

Benim annem öğretmen. (O da nasıl bir kelime hakikaten; öğret-men, süpermen gibi bişey..)
Ama harbi öğretmen. Sadece sınıfında değil; hayatta bildiğim ne varsa annem öğretmiştir bana, diğerlerini de ben ayıklayıp ona öğretmişimdir, roller değişiyor yaş ilerledikçe zira...
Mesleki anlamda Ayto'mu öğretmen olarak tek geçerim; bana gazetenin nasıl bir şey olduğunu, editörlüğü öğreten adam...
Aşk babında, "öğretmen" diye niteleyeceğim bir sürü adam ve kadın var; ama sanırsam burada isimlerinin zikredilmesinden hazzetmezler...
Velhasıl öğretildik. Teşekkür hepinize.

20 Kasım 2013 Çarşamba

mücerret

Kendimle konuşma periyodunu çoktan geçtim de, hayvanlarla konuşmayı, yıldızlarla, hatta eşyalarla; kitaplarla konuşmaya başladım.
Eyvah, bana deli diyecekler, desinler..
Duman'la Hıncal gastede cümlenin sonunda iki nokta bıraktığı zaman kızardım. Düzeltmeye çalışırdım salak gibi. İyiymiş halbuki..
Neyse; okuduğum son kitap bana bir daha kitap okumamak gerektiğini -ki zaten böyle bir şey umuyordum- öğretti. Kendisini de bisikletim Merlin'le dolaşırken Erzurumlu bir emekli öğretmene hediye ettim; istedi çünkü. İyi de oldu.
İsmi Ruhi Mücerret. Yazarı da Murat Menteş.
Dün akşam Okan'ı seyrederken bir kez daha hak verdim kendime; o kızlar kitabı nasıl okuduklarını anlatırken, tamam, dedim, bir daha okumak yok.
Nokta.
Benim yatakodamda komacan bir kütüphane var. Abimin eşi "Nasıl uyuyorsun bu odada" der.
Ben orada yatınca sular seller gibi uyurum. En güzel rüyaları o odada görürüm.
Binbir renkli masallar var çünkü, Foucault'su, Dan Brown'ı, Orhan Pamuk'u, Tanpınar'ı var çünkü..
Ben bir daha kitap okumayacağım.
Uyuyamıyorum da zaten.

19 Kasım 2013 Salı

yemek süreci

Şimdi Diyarbakır'dan "barış" efekti geliyor.
Sonra İstanbul'dan Gezi'de ölen çocukların ağıtları geliyor.
Ankara'dan, sanki Diyarbakır'da başka insanlar varmış ya da o başka biriymiş gibi Başbakan diyor ki: "Ben İbo'yla Şivan'ı aynı sahneye çıkardım, siz Geziciler Ahmet Kaya'yı yuhaladınız!"
Haydaaaaa?
Hangisine inanacaz hacı?
Ahmet Kaya'yı öldürmediğimizi biliyoruz.
Ama senin emrettiğin kurşunların çocukları öldürdüğünü de biliyoruz.
O zaman sen hangi sahneye çıkarsan çık, kimle istersen...
Yemez.

http://www.youtube.com/watch?v=PeLL6Jcq_4I

16 Kasım 2013 Cumartesi

çocuk

Kaybetmek için çok erken, sevmek için de çok geç di mi?
Hep öyle değil mi zaten?
İnsan insanı gömüyor, akrabasıyla karşılaşıyor, 20 yıldır görmediği...
Ama en güzeli yeni "taşınanlar" dünyaya; onlarla tanışmak bambaşka.
Bi tanesi geldi, bütün o vaveylanın arasında, Zuzu'yla muhabbet etti, annesinin bana aldığı resimleri tanıdı, terasa çıkmaya da yeltendi, kediyle çatıya...
Çocuk işte..
Hepimiz çocuk değil miydik..

13 Kasım 2013 Çarşamba

mustiler

Açar kapıyı ilk, "Ayşe senin kedi napıyor" der, "Bizi rahatsız etmiyor merak etme" diye devam eder.
Halbuki Maviş rahatsız eder.
Babamn olta arkadaşı, hemşehrisi Mustafa Amcamı bu sabah kaybetmedik... Uğurladık.
Shompi diyorum ya ben çoğu kez, nedir diye soruyorsunuz, shompi Mustafa Amca işte.
Kızı babasının kızıdır.
Herşeyi zordur.
Baban sana yüzmeyi öğretir, hayatta kalmayı öğretir.
Ve son onunla vedalaşırken sadece "İyi bi kız mıydım baba" diye sorabilirsin.
Cevap verirse dünya senin.
Mustafa Amca'yı tanımadan da ben babama Musti diyordum.
Bir sebebi varmış meğer.

9 Kasım 2013 Cumartesi

dance me to the end of...

En son ne zaman dans ettiniz?
Ne öyle ıvır zıvır club'da ıvır kıvır danstan bahsediyorum ne de saçma düğünlerde ya da "fancy" salonlarda yaptığınız "bir sağ bir sol" sallan'dan...
Gerçekten en son ne zaman dans?
Tek başınıza mıydınız, partneriniz var mıydı?
"You give me fever.." En son ne zaman dediniz?
Ya da "With or without you!" diye ne zaman bağırdınız?
Telefonlardan, internetten, dizilerden, filmlerden; hatta gitmediğimiz, indirdiğimiz filmlerden, avm'lerden, gift shop'lardan, migros'lardan, patates kızartmasından, maçlardan, işten güçten....
Dans etmeye haliniz kaldı mı?
Rüyanızda dans ettiğinizi görüyor musunuz?
Bari.
"Can I just have one more moon dance" dedim, ben de bu saikle, sevgili kedim Zuzu'ya, reddetti.
Maviş benimle hep dans ederdi. Pek çok arkadaşımın da hatırasındadır bu garip sahne; resmen kolunu omzuma atardı ve dans ederdik, korkmazdı, döndürürdüm onu, hoşuna giderdi.
Zuzu direkt yere inmek istedi.
İnsanoğluna güveni yok onun hala.
Sizin var mı?
Bu iş güven işi galiba.
En son ne zaman dans ettiniz?


3 Kasım 2013 Pazar

the big 40

Ya, yaaaa, doğalı kırk yıl olmuş.
Farkında mıyız?
Hayır, tabii...
Öğrenci sıralarındayken ne düşünürdük, 40'ımıza geldiğimizde ne olmayı, nerede olmayı dilerdik; hatırlamıyorum bile.
Sadece çook uzak bir tarih olarak algıladığımızı hatırlıyorum.
Değilmiş.
N'aptım; mezun oldum elbette, bir sürü güzel okuldan; evlendim, en sevdiğim işi yaptım...
Sonra boşandım, en sevdiğim işimden de ayrıldım.
Şimdi babamdan kalan denize nazır evimde kedimle oturuyorum.
40 yıl.
Çok da uzun değilmiş.
Kedi bile bana babasından miras.
Ne yapmışım yani 40 koca yıl?
Anne olmamışım.
Bir sürü sevgili yapmışım, sevgili olmayan.
Bir dolu votka, rakı, bira, viski içmişim.
Uyanmışım, karlı sokaklarda, ya da çarşının orta yerinde.
Utanmamışım.
Korkmuşum, üzülmüşüm, ağlamışım, aynada kendime tokatlar atmışım..
Yaşamışım.
Pek çoğunun 100 yılına bedel.

hepi börtdey tu mi

Bugün benim doğumgünüm, ama mevzunun babamla hiç ilgisi yok.
Hiç krem kullanmıyorum, ellerim buruştu.
E? Bu beni yaşlı yapmaz!
Ama geçenlerde bana bir kız eve gitmeyi teklif etti, yanındaki yakışıklı çocukla..
Hayır dedim.
İşte bu yaşlandığımın resmidir.

1 Kasım 2013 Cuma

intihar eden arılar mevsimi

Hali hazırda pastırma yazı sürerken Marmaris'te, denizlere girerken, bisiklet binerken en sevmediğiniz şey kendini size ölümüne "fırlatan" arılardır.
Yüzerken kurtarmaya çalışmışlığım çoktur; avcunun içine alırsın "float" etmeye çalışan arıcağızı, kumsala ya da en yakın sandala taşırsın. Hiçbir şey yapmaz.
Ama bisikletle giderken imkansız; yüzüne yüzüne kamikaze uçuşu yapıyorlar. Gözlüğün yoksa sen sıçtın...
Nedir; henüz "nature" anlayamamış bunların bu olayını. Arılar hakkında bilinmedik çok şey var zaten. Ama bir nevi Japon oldukları söylenebilir onların da herhal; çiçekler veda ederken onlar da kendilerini öldürüyor.
Bu, şu an yat limanında yelkenli yarışlarını ağırlayan, uzun yalı'da inşaat sezonunu başlatan Marmaris'e uyuyor.
Çiçekler "sail" ederken binalar yıkılıyor zira...

30 Ekim 2013 Çarşamba

nassıl?

Hani hep insanın içinde "Yaparım nasıl olsa" hissi vardır.. His demeyelim ona da, güdü diyelim.
Sabah kalkıp, yumurta yapmaktan vazgeçip, "Yarın sabah yerim nasılsa"dan bahsetmiyorum.
Her sabah kalkıp, aynı güne uyanıp, tekrar aynı şeyleri yapmak zorunda olup, berikini yapamamaktan bahsediyorum.
Kaç yaşına gelirsek gelelim, hep o "güdü" bir şekil var di mi: Nasıl olsa bir gün New York'a giderim ya da nasıl olsa bir gün sahneye çıkıp şarkı söylerim ya da mutlaka bir roman yazarım...
İnsanoğlunun ölümlü olduğunun farkında olan tek canlı olduğu söylenir ama herhalde bu yanlış bilgi.

27 Ekim 2013 Pazar

epitaph

Yapmak istediğim çok şey var...
Kiteboard yapmak, hayvan koruma evi açmak, restoran işletmek, üçüncü kez aşık olmak, Zuzu'nun yaşam süresini insan takvimlerine ayarlamak, gitar çalabilmek, mutlu olmak...
Sevdiğim insanların yanımda olmasını isterim, şüphesiz, hayvanların da...
Ama nedir; suyu "veresiye" aldım, o kadarını söyleyeyim...

24 Ekim 2013 Perşembe

ferhangi şeyler

Dün akşam Marmaris'te tiyatroya gittik. E, bu bir ilk.
Ferhanımız Şensoyumuz binmiş Bodrum uçağına, niyeyse, atlamış gelmiş, iki saati aşkın motorize kuvvet şekli konuşmuş, eğlemiş, dalgasını geçmiş, pijamalarını giymiş (kırmızı beyaz dalton çizgili), sahnede sigarasını da tellendirmiş; insan başka ne ister di mi?
Öyle olmuyormuş işte.
Oyunun içeriğine hiç girmeyeceğim, zira zaten bilen biliyordur, lakin mekandan başlayalım mesela: Marmaris pazarının üstünde yeni açılan "Çok Amaçlı Salon".
???
Çok amaçlı; yani düğünlere de ev sahipliği yapıyor, gerekirse bir anda tişört-ayakkabı vs çarşısı oluveriyor, halk eğitim kurslarını barındırıyor... Salonda yol çok yani..
Peynircilerin üstü.
Evet, adres tarifini ilk duyduğumda ben de şaşırmıştım, Marmaris pazarının ünlü keçi peynircilerinin üstünde seyrettik Ferhangişeyler'i..
Hatta çıkışta pazarcılar yerleşmeye başlamıştı, alışveriş yapalım mı, diye geyik bile çevirdik.
Sevgili belediyemizin tiyatroya gördüğü hak bu kadar yani. Peynircilerin üstünde, havalandırmasız, akustiksiz bi salon.. Ha, tiyatro mu, al. (Belediye CHP'li bu arada, yanlış anlaşılmasın..)
Marmaris eşrafına gelecek olursak, çok sıkıldılar. E haliyle... Ferhan Hoca'nın cümlelerini o salonda takip etmek olanaksızdı çünkü.
Oyunu daha önce Beyoğlu'nda birkaç kez seyrettim, en keyifsizi buydu herhalde. İnsanlar tepkisiz. Alkışlamak istiyorsun, eşlik eden yok, cıbıldak kalıyorsun.
Velhasıl, Marmaris'te İstanbul'daki enerji yok. Bunu biliyorduk zaten de -Gezi olayları esnasında görmüştük- böyle somut tanıklık etmek sarstı biraz.
Belki de Marmaris düzgün bir salonu hak etmiyordur hakikaten. Belediye benden ileri görüşlüdür. Peynirimizi yiyelim biz...

22 Ekim 2013 Salı

who, me?

Lisede şahane bi matematik hocamız vardı, Mr. Debbage, "Can I ask", dediğin anda "Yes, you can"i yapıştırıverirdi. Cevap vermeden.
Ben de öyle olmak istiyorum.
"Ayşe, şunu şuraya koyabilir miyiz?"
Yes, you can.
"Ayşe, kedini sevebilir miyiz?"
Yes, you can.. Are you sure?
"Ayşe, akşama buluşalım mı?"
Tabii.. You can. We can.
Hiiçbirini "mean" etmediğimi herhalde gözlerim söylüyordur, Debbage değilse de...

19 Ekim 2013 Cumartesi

kız arkadaşlarımın erkek arkadaşları

Sevmek zorunda değilim. Ama genelde severim.
Belki onları (kızları) sevdiğimden midir nedir, onlar da onları (erkekleri) sevdiklerinden midir; ne bileyim, kanım kaynar anında.
Belki kızları mutlu görmemden -ve böyle görmeye alışık olmadığımdan ve de mutluluğa ihtiyacımız olduğundan- arıza çıkarmam. Genelde.
Kız arkadaşlarımın erkek arkadaşlarıyla aram iyidir. Bazısı bana kız arkadaşıma anlatmadığı şeyleri anlatır; sırdaşı olurum. Bazısı beni sevmez, uzak durur. Korkar, hatta beni arkadaşımdan kıskanır!
Bir keresinde sevgili bir kız arkadaşım benim erkek arkadaşımdan nefret etmişti. Söyledi de bunu: "Sen bu adamla birlikte olacaksan, ondan bahsedip duracaksan görüşmeyelim" bile dedi.
İlk başta ben de onun söylediği şeyden tiksindim; ben onun yıllarca onca aptal saptal "erkeklerine" eyvallah deyip dinlediğimi düşündükçe...
Ama sonra o haklı çıktı. Adam harbiden de laf ü güzafmış...
Eh, arkadaşlar ne için?

14 Ekim 2013 Pazartesi

kedi

Insomnia hastalığımın "olayını" çözdüm: Kedi gibi bir sağ bir sol, yeri gelince uyuyorum ben.
Gerçi kediler günün 18 saatini uyuyarak geçirirmiş ama..
Ben de insomniak bi kediyim demek.
Önemli bir olay olunca uyanıyorum.
Gündüzleri uyumayı tercih ediyorum.
Gece, ayaktayım.
Zuzu gibi, terastan gündoğuşunu izlemeyi seviyorum.
Sonra kıvrılıp yatıyorum, güneşte.


11 Ekim 2013 Cuma

halhal

Dün geceyi çok hatırlamıyorum.
Ama yanımda sevdiğim bi adam vardı, yeterli.
Bu sabah denize gittim.
Yüzdüm, güneşlendim, müzik dinledim, kitap okudum, long island içtim, muhabbet ettim...
İki tane hatun sardı bana arada; karaman, "E bakayım falına" şekli..
Ve fakat tanıdık. Daha doğrusu ben onları tanıdım onlar beni tanımadı.
"Alayım" dedim, "bir bileklik" (ankle diyorlar onlar), bana yunuslu nazar boncuklu halhal sattılar.
Biri sattı, sonra öteki geldi "Abla benden de al" dedi, beriki hemen müdahale etti: "Abla benden aldı, rahat bırak" buyurdu. Öteki vınn..
Eve gelip yatakta buldum yine kendimi.
Uyandım.
Hiç yemek yemediğimi hatırladım.
Ayağımda...

must

Aaaah, o gün bugün: Kolumu açacağım, yüzeceğim, kendime geleceğim gün.
Kedimi veterinere götüreceğim gün.
Sırf bu bile yeter, Sabiha Gökçen macerasını bilenlere....
Omzum sızlıyor, ama olsun, yüzmek ve yapmak lazım.

10 Ekim 2013 Perşembe

start me up!

Evet! Artık yeni aşka hazır ve nazırım sayın dinleyenler ve değerli okurlar! Duyurulur!
Eh, gündüz tv seyrediyoruz diye evlenme programlarına katılacağımı düşünmediniz di mi? Böyle duyurulur işte!
Şakası bi yana, harbiden kendimi -nihayet- "yeni" hissediyorum (bu ne demekse?), en azından kaçmam, o kadarını söyleyeyim.
Yeni Ay, böyle şeyler getirecekse hep, hep gelsin. Dolunay uğramasın hiç.
Neyse, Zuzu da şaşırdı bu duruma, nasıl uyum sağlayacağını düşünüyor.....



7 Ekim 2013 Pazartesi

i did it my waaaaay

Sıkılıyorum bazen, bu doğru.
Ama zaten sıkılmıyor muydum?
Şimdi pencereden bakınca mavi deniz, dağlar, yeşiller görüyorum.
Bir-iki yıl önce dürümcüye, tuhafiyeciye bakıyordum.
İçim gitmiyor mu baĞzı baĞzı haberleri seyrederken?
Ya da mesela niye gazete okuyamıyorum?
Olur öyle...
Başka şeyler okuyorum.
Bir-iki yıl önce okuyamıyordum.
Kalemle yazamıyordum hatta!
Annem söylenmiyor mu şekil şekil: "Kızım sen bunca yıl boşuna mı okudun", "Ben sizi böyle mi yetiştirdim", "Ne zaman mesleğini yapacaksın!" vs...
Sıkılıyorum, bazen.
Ama hep sıkılmıyor muydum..

6 Ekim 2013 Pazar

yalancı

Şimdi Yalancı Boğaz'da olmak vardı anasını satayım...
Terastan güneşin doğuşunu izliyorum, tam karşımda, Yalancı'da, kıpkırmızı, denizin üzerinden yükselmekte.
Yatlar süzülüyor, benim gibi manzara keyfi sürmek isteyenler Zodiac'larla geçiyor. Uzunyalı'nın şezlonglarında hali hazırda "donmakta" olan akşamdan kalma sevişgenleri İçmeler motoru topluyor...
Bana Yalancı'dan güneşin doğuşunu Wes göstermişti ilk, 20 yıl önce filan.. Mojo'lu, (eski) Davy Jones'lu, Green House'lu gecelerin birinin sonunda, atlayıp VW minibüsüne, "aslında olmayan" boğazın yolunu tutmuştuk.
"What is this-we can't stop touching each other?"..
Orada sevgili olduk biz.
Orada ben "kadın" oldum hatta..
Sonra İstanbul'dan ona "Stealing Beauty" mesajlı kartlar yolladım.

Yalancı Boğaz'a neden "yalancı" derler bilir misiniz: aslında Ege'yle Akdeniz'i ayırır, ama tam bir boğaz değildir o; kendiliğinden birleştirmiştir yarımadaları birbirine, zaman içinde..
İnsan yapımı da değildir, doğaldır.
Ama işte, Marmaris'te göremeyeceğiniz güneş doğuşunu Yalancı'da görürsünüz.

PS: Benim terastan çekseydim yine güneş enerjileri, antenler öne çıkacaktı, temsili resme buyrun...



4 Ekim 2013 Cuma

save bro

Sonbaharı geçtik, kışa geldik maaşallah.. Mevsimler değişiyor.
Hazır üşümeye başlamışken, biraz da empati yapalım.
Bugün Hayvanları Koruma Günü.
Adı üstünde: Koruma.
Yani dövmek yok, kapı dışarı etmek yok, aç bırakmak, bağlamak yok, dövüştürmek yok.
Sahip çıkmak var, evinin önüne bi kap su koymak var..
Sarılıp uyumak var.

3 Ekim 2013 Perşembe

chompili

Chopinzi shontor!..
Bu nedir? Benim birini sevmemdir.
Arkadaşım, terasıma denizli küllükler, mumluklar almış; işte o chompilidir..
Bi de kahve fincanımı sabah'taki salak kırdığında, söylediğim anda yenisini alan eski kocam böyle sevindirmişti beni.
Hatta Şirin şey demişti: "İşte ben bi erkekten bunu istiyorum."
Eeee?
Mesajı aldınız mı çobunskiler?
Bu kadar kolay bi kadının kalbini fethetmek işte...

1 Ekim 2013 Salı

die die die

Erkeklerin en sevimsizi git deyince gitmeyenidir.
Gidince de ev boş kalır, o ayrı...
Bi tanesini şutlamakla meşguldum, ondan zar...
Sigaralar eksik, almak gerek, anahtar tamam, cüzdan yerinde...
Artık kontrol obsesif bi hal aldı bende. Ve fakat sonrasında. Kimseye faydası yok yani...
Bütün gece aynı mevzunun geyiğini çevirdik; "öleceğini bilen tek yaratık insan" şekli...
O yüzden mi bu kadar yoruyoruz kendimizi yaw?
Ölecez, tamam.
Eeee?
Ölelim.
De erkekler daha bir kanırta kanırta, kılçıklarından sıyrılasıya gebersin, diyesim var.

29 Eylül 2013 Pazar

olur dayı

08:45 annemin çalarsaati çalıyor.
Kalkmak gereksiz, ama olsun, kalkalım.
Zuzu gerindi, ben ilacımı içip (mide), aşağı indim, annem biberlerini fırına vermiş bile..
Çayı ikiledik, peynirleri doğradık, domatesi, zeytini.. Yumurtaları kayısı kıvamında haşladık.
Şahane kahvaltı derken, olur işte öyle, öyle olur zaten: Biri ölür.
Sen yemeğini yerken, otobüsten inerken, aynaya bakarken, otururken, sebepsiz...
Ölür biri.
Saat artık ilerlemez, Zuzu sana öylece bakakalır, yumurtalar keza; durur her şey.
Zamanın sana ait olduğu tek andır belki o. İstediğin gibi yönetebilirsin. Şımarıklık yapabilirsin. Çalabilirsin. Yatıp uyuyabilirsin. Kimse garipsemez.
Çünkü biri öldü.
İnsan hayatı mide ilaçlarından, yetişilmesi gereken otobüslerden ibaret değil elbet; ama ne zaman farkına varırız bunun?
Tuncel Kurtiz, kahvaltı masasında öldü. Sabah yürüyüşünü yaptıktan sonra.
Kalbi yetişmedi.
Domatesler sofradaydı, peynirler...

can't

Komacan insanlarız.
Neyin doğru neyin yanlış olduğunu biliriz.
Bilir miyiz?
Doğru, yanlış?
http://www.youtube.com/watch?v=zpOULjyy-n8

25 Eylül 2013 Çarşamba

evinde gitarın var mı

Havalar hali hazırda hala tatlı tatlı giderken, benim aklım kışlık planlara düştü. Yazlıkçılar elini eteğini çekmeye başladı ya, gerçi önümüz bayram yine geliverirler çoluk çombalak; yine de mevsim dönümü kendini gösterdi.
Gitar çalmayı öğrenmeye karar verdim, misal... Bu Müjdat Gezen Hoca beni takip edipduru zira; Ziverbey ve Moda'dan sonra geldi Marmaris'te de beni buldu, eh artık, gitmemek olmaz. Hatta belki tiyatro sınıfına da yazılır, kendimce nostalji yaparım, belli mi olur...
Sonra sırada okunacak kitaplar var; Murat Menteş, Hamdi Koç ve Aylin'in verdiği, hala okuyamadığım "Birds without Wings" (by Berniere), ilk sırada... E, Ahmet Ümit'in yeni Nevzat serisi de yoldaymış. İnsan başka ne ister?
Bir de Pamuk'çuğum var tabii; yeni romanı dört gözle bekliyoruz.
Albümler var "kilere" koyacağım: Leyla the Band, Zakkum... İzleyecek DVD'ler, Breaking Bad'ler, True Blood'lar var.
Ama hepsinden çok...
Bu evde kışın parti var!

23 Eylül 2013 Pazartesi

ateş

Nassı bi ülkede yaşıyoruz'dan geçtik, nassı bi düzen bu'yu terk edeli çok oldu, nasıl çıkarız yarınlara'yı "başkaları" söylüyor; biz suriye'nin, mısır'ın derdindeyiz.
Çocuklar demokrasi istedikleri için ölüyor, kör oluyor; biz görmüyoruz.
Memlekette derbi bile oynanamıyor artık, alooo!
"Birkaç ağaç" istediğimiz için ormana kaçmayacağız. Ama o ormanı da bırakmayız. Yaktırmayız.
Kardeşçe yaşamayı öğrendiğimiz gün, bize her yer orman zaten müdür...

http://www.youtube.com/watch?v=WWV40pdxdpo

22 Eylül 2013 Pazar

breaking bad III

Omuz sağlam. Bodyguard'lar sağlam!
Sadece 10 gün ev hapsi verdiler: Yüzmek, koşmak, pisiklete binmek yasak.
Annem (bodyguard #1) fırdöndü. Çorbalar aşağı, börekler yukarı... "Aman kızım, etini ben keseyim" hesabı.
Kıvılcım (bodyguard #2), keza... Bir de sevgilisini (#3) alet etti; Barlar Sokağı'nda yürürken bile korumalarım var artık.
Zuzu desen, (bodyguard forever) yamacımdan eksilmediği gibi, "Napıyo bu hatun" diye sık sık check etmeye başladı. Neredeyse uyurken dönersem müdahale edecek şimbilli.
Velhasıl yediğim önümde yemediğim.. Bundan iyisi...
Ve fakat..
Neler kaçırıyorum?
Nereye gidemiyorum? Kimle tanışamıyorum?
Gezi olaylarında İstanbul'da olamamaktan dem vurmuştum, şimdi Marmaris'te "yenimsi" evimde 'confined', bütün gün tv karşısında oturup sinir sahibi oluyorum.
"Ali İsmail Korkmaz / Fenerbahçe Yıkılmaz!"....

breaking bad II

kolum acıyor. tekrar kırıldı mı, öteki gibi bilmiyorum.
tam karşıya geçerken motor çarptı bana.
motorcuya hönkürdük.
bisikleti -merlin- kaldırdık
hepberaber acıdık.
omzum acıyor, öteki..
kırılmış mıdır?
tanrım, tekrar yapmazsın sen, yapma!
kırılmış olmasın, söz veriyorum sana her şeyi..
biliyorum başıma gelecekleri
beni bununla bir kez daha sınamazsın sen
yapmazsın

18 Eylül 2013 Çarşamba

breaking bad

Emekli oldum sayılır artık.
Gazetecilikten, mostly..
Genelde hayattan, diyeceğim, çişli olacak..
Serde avukatlık da var, onu saymayalım. (Zaten ondan emekli de olunmuyor:)
Evimin çatısının onarılmasını bir ustaya teslim ettim.
Usta, hep öyle olur ya-bir defalığına gelmezler-, geldi baktı, çıktı baktı, indi baktı, arkadaşını çağırdı, beraber gelip baktılar... Nasıl bir çatıysa...
Sonunda yapmaya karar verdiler.
Netekim galiba bu sefer oldu; hortumlarla su sıkıyorlar çatıma.
Acaba çatı katını başka şekil kullanabilir miyim?

15 Eylül 2013 Pazar

double bedrooms

Evimi kışa hazırlıyorum. Malum, Marmaris'te kışlar çetin geçiyor. Bol yağmurlu, şimşekli, gökgürültülü, fırtınalı... Ve kimsenin inanmadığı kadar soğuk.
O yüzden salondaki klimayı güçlendirdim. Vuuu, artık battaniye altında tv seyretmeye son, kalem bir...
Mevcut klimayı abimlerin double bed'li odasına taktırttım. Yippi, artık sıcak bir double bed'im var, kalem iki...
Çatıyı onardı Cüneyt Usta, pencere altlarına astar çekti, odamın rutubetli duvarını boyadı, pervazlara silikon, vs... Yeeey, artık her yağmurda havlu, leğen peşinde koşturmayacağım, kalem üç...
Salondaki oturma grubunun, terastaki bambuların döşemelerini değiştirdim. Yaşassın, eve renk geldi, yenilik geldi. En önemlisi, en sevdiğim arkadaşımla terasta muhabbet ederken artık kıçımız acımayacak! Kalem 4!
Velhasıl kışa hazırım.
Yalnız şimdi single bed'li odama üzülüyorum.
Artık iki yatak odam var. Bir birinde, bir ötekinde, yayıl yayılabildiğin kadar.
Bana küser mi acaba?
Kitaplarım, aynam, dolabım, müzik setim, rüya yatağım?
Bu eve gelir gelmez, "Burası benim odam" diye seçtiğim, odam, küser mi bana?
Nice böcek kovaladığım, Maviş'i, Zuzu'yu -ve pek çok adı lazım değil şahsı- misafir ettiğim odam...
İstanbul'dan taşıdığım kütüphanemle daha da şahaneleşen, arkadaşım, odam...
Mavi pencereli, güneşli, denizli, biricik "odam"...
Küsmedin di mi?

9 Eylül 2013 Pazartesi

kumlubük

Bugün Kumlubük'teydik. Pazar mazar dinlemedik, heyt ulan marmaris bizim, çekilin, dedik, gittik. Neyse, çok kalabalık yoktu, hatta tenhaydı bile diyebiliriz zira, yaşasın eylül geldi ya...
Kumlubük, adı üstünde kum, çakıl, kaya, yeşil ve masmavi, akşamüstü de dalgalanan deniziyle sevilesi yerdir. Tek sinir bozucu tarafı Şahenk'in habire inip kalkan helikopteridir. (Sarayı orada beyzadenin.) Hollandalı Ahmet'e -rahmetli- uğrayalım dedik, kazık yemekten vazgeçip halk plajına takıldık.
"Dost kazığı" oynadık, 3-5-8 oynadık, kah kah kih kih pek bir güldük, eğlendik.
Dönüş yolunda Turunç'un gece hayatını check ettik, bir numara yok, miyav miyav şarkı söyleyen bir çocuk eşliğinde bir iki bişey içip yola revan olduk.
Sohbet, muhabbet gırla giderken tabii bizim terasta noktayı koymak şart oldu. Bu sefer "Pis Yedili"yle kapanışı yaptık.
Marmaris ahalisi kışa hazırlığa geçti velhasıl; biz bu iskambil partilerini sıcağa ayarlanmış klimalı, UFO'lu, fırtınalı evlerimizde daha çok yaparız, gelecek programlarda... Votka ve Jack eşliğinde elbette.


7 Eylül 2013 Cumartesi

saçları saçlarıma

İlk önce deride başladı.
Murat da bana sordu savunsuz; "Seni artık güneş etkilemiyor di mi" diye.
Hakikaten artık öyle oldu.
Başka yöne çekilmesin, ama artık deri güneşsavar buğday oldu, dönüşü yok.

yat

Bugünün iğrenç bir gün olacağı başından belliydi. Uyanmak istememiştim ama, işte..
Zoraki kalkış, Zuzu'yla moral bulma çalışmaları, kahvaltı esnasında yine burundan sinir dumanları, "Shawshank Redemption" seyredeyim -25. kez- iyi gelsin halleri...
Hiçbiri kar etmedi.
Atladım Merlin'e, kendimi Çarşı'ya vurdum. Sözümona bankaya kredi kartı borcumu yatıracağım, annemin tansiyon aletini tamir ettireceğim, eczaneden dahiliyeci değil de kardiyolog yazdı diye verilmemiş ilaçlarını alacağım, ha bir de dönüşte patlıcan bakacağım yoldan, karnıyarık için.
Sonuç?
Nada. Nil. Niente.
Başlangıç olarak bütün benim bankama ait bankamatikler bozuktu Marmaris şurekasında. Devamında üç tane eczacı ziyaret ettim, hiçbiri "aranan reçete kaydını" bulamadı. Sonra, pardon saatçiden, samsung bayiiden sonra, gittiğim medical zımbırtıcı o tansiyon aletinden hiç satmadığını, hatta mümkünse ona nasıl çalıştığını göstermemi rica etti!
Bütün bunlar olurken tabii ben Merlin'den -bisikletim- sayısız kez indim, park ettim, trafikte ezilme tehlikesi geçirdim, bacaklarımı çizdim, vs...
Eve geldik, of course valide mutlu değil. Bir de onunla didiştik.
Son olarak -allahım bu son mu?- gasteye açtığım ve kazandığım davanın kararının yargıtayca bozulduğu haberini de aldım, tam oldu.
Bazı günler, hiç kalkmasak daha iyi galiba.

PS: Karnıyarık yalan oldu tabii...

6 Eylül 2013 Cuma

eylülüm benim

İki gün boyunca canım kimseyle konuşmak bile istemedi; değil dışarı çıkmak, dolaşmak, yüzmek vs.. Öylece kanepede yattım, seyrettiğim filmleri bir daha seyrettim, annemin kötü (!) bakışlarına maruz kaldım, telefonlarımı açmadım, yemek yapmadım, yemedim, kıçımı kıpırdatmadım.
Zuzu'nun yemek kasesini doldurdum sadece.
Sebep sebep, diye aranıp dururken, sebebi kendimde buldum: Çoook mu konuştum, gezdim son birkaç günde; onlar beni kovaladı durdu gece yatağımda, kabus gibi, herkes bir şey söylüyordu, ama herkes, bütün karakterler vardı.
Demek ki yalnızlığı esas alan ben, yine katlanamadım. Sistem çöktü.
Hep böyle oluyor; ne zaman bir arkadaşım gelse ya da birileriyle uzun vakit geçirsem, akraba, tanıdık, kim gelirse gelsin... Onlar varken dayanmaya çalışıyor bünye. Gidince dağılıyor.
Alışkanlıklarım değişmiş. Mi?
Ben böyleydim zaten de "Şşşşş, sakin!" sinyali mi alıyoruz?
Neyse ki eylül burada. Ve hatta kış geliyor.

30 Ağustos 2013 Cuma

herhangi bir gün

Sabah gözünü açtığında kedisi yine ayakucundaydı; gerinerek şımarık şımarık selam verdi Zuzu, "Bu senin yatağın değil! Yine benimkinde yatmışsın yaramaz" sözlerine hiç aldırmadı bile.
Tuvaletin yolunu tuttuğunda aklında gecenin düşleri, saçmasapan hikayeler vardı.
Aşağı inmek lazım. İnip valideye günaydın demek lazım. Hatta bu kez kendini aştı, annesinin neşesine katılıp poğaça yaptı beraber. İçi peynirli. Yarısı maydonozlu, yarısı dereotlu. Dün pazardan aldığı peynirleri özenle karıştırdı iç olarak; annesinin ellemesine izin vermedi. Şahane oldular, kıyır kıyır. Afiyetle yediler.
Sonra deniz vakti geldi çattı yine; yazın bu hep oluyor.. Anne gelmez, "Ben biraz uzanayım, sen git kızım.."
En yakın plaja gitti, zira sıkıldı artık yazın kalabalığından, çalkantılı yeşil denizinden..
Bir Long Island Ice Tea söyledi, tanıdık mekan çalışanlarına -iyi yaptıklarına inandığından- kaykıldı şezlongunda, Emrah Serbes'in "Son Hafriyat - Bir Ankara Polisiyesi"ni okumaya koyuldu.
Güneşten bunaldığı bir vakit, denize girdi çıktı ama o yüzmek sayılmazdı. (Tabii, turistlerin sırf ıslanmak için girmelerine kıyasla bir nevi Salnikov addedebilirdi kendisini ama neyse..)
Eve dönüşte annesinin sütünün bittiğini hatırladı, bakkala uğradı, bir süt, bir şişe en sevdiği yeni keşfi votkadan -Luksukowa- gazete, Davidoff sarı, vs..
Tam bakkalın dolabında sütün son kullanma tarihini kontrol ederken telefonu çaldı; eski zamanlardan, İstanbul'dan kalma 'kafa' arkadaşı.. Onun da nickname'inin okuduğu kitabın üstünde zırıl zırıl çınlamasına gülümsedi; Burak Ç. "Marmaris'e geliyorum" dedi.

28 Ağustos 2013 Çarşamba

zihin bulanması

Sinan Hoca için alternatif yazı:

Lise arkadaşımla oturuyordum standart Marmaris'imin beach'imde. Aradı.
"Hayatım?" Eee? "Ben Marmaris'e gelicem, seni de alayım, Datça'ya gidelim."
E, olur. Teklif Murat'tan geliyorsa, her zaman, olur.
Geldi, buluştuk, Datça yolu boyu biralarımızı içtik, bahsettiği "Zeytin Mekanı"na ulaştık. Virajlı dolambaçlı yollardan.. Meğer ben özlemişim o virajları..
Girdik rengarenk çiçeklerin içinden, güzel insanlarla tanıştık, kendimize taştan bir oda beğendik.
İlk havuzu keşfetmemiz önerildi, ama mekan öyle ki, çıplak ayakla yürürken yolda, hop, kendini kanepenin tekinde kitap okurken bulabilirsin ya da arıları kovalarken zeytin ağaçlarının altında..
Neyse, biz o ilk akşamı, Gülay Abla'mızın barbunyası, köftesi, rakısıyla geçirmeyi tercih ettik. Ben tabii, rakıları üçlerken, Murat üçüncü uykusundaydı.
Sonra uyandı: "Haydi, gel, gezelim." O da olur.
Datça'nın içine indik. Benim kafa zaten hali hazırda bir dünya, onunki de mahmur...
Çöreklendik yol üstünde adını "Kekik" diye sevdiğimiz bir meyhaneye. Sahipleriyle ahbap olduk. Bize "Jazz Bar" diye adres gösterdiler, üşenmedik, oraya da gittik.
Şahane manzara. Datça marina altında, kırmızı dolunay, yanında...
Murat Jack'leri söylemeye başladı, tamam, dedim, budur...

zihin berraklığı

Eski kocasıyla tatil yapan çok yok, diye farz ediyorum.
Zira Arto'yla hala görüştüğümüzü duyan nice arkadaşımın bile şöyle bir irkildiğini, "nasıl yani? bişii mi var?!" moduna geçtiğini bilirim.
Ama tavsiye ederim.
Tabii, eski kocanız ya da karınız varsa.. Ve hala onunla arkadaşsanız -ya da görüşüyorsanız, diyelim..
Datça.. Şahaneydi.
Ben, takip ediyorsanız, Marmarisliyim, Datça'yla matçayla çok işim olmaz.
Ama ilk defa bu yüzünü gördüm Datça'nın; huzur veren, sakinleştiren ve tabii illa zeytin yedirten!
Hiçbir yerin, grubun ve sair reklamı çıkmaz bu blogda, ama bunu yapacam usta: Olive Farm.
Gidiniz. Akbaş köpekleri seviniz, tavukları kovalayınız, havuzda yüzerken ağaçtan satsuma toplayınız, Gülay Abla'nın güzelim yemeklerini mideye indirip hamakta sallanınız, zeytinyağlı sabunlarınızla yıkanıp en dingin uykulara dalınızzzzz.....
Biz orayı çok sevdik. Eskiyiz biz. Eski evli. İyi geldi bize.
Tazelendik.

21 Ağustos 2013 Çarşamba

more beer

Jim Morrison vaktiyle demiş; "İçiyorum, çünkü neler olacağını merak ediyorum." Haklı valla..
N'oldu o rock'n'roll zamanlara? Herkes pek bir sağlık perisi kesildi. Diyetleri filan geçtik, vücut yapmalar, yogalar, enerji içecekleri...
İnsanoğlu kendini bi elli yılda bir zehirlesin, tüketsin, yok etsin diye yapılıyor değil mi bütün bunlar?
70'lerde eroin zerk ediyorsun, 90'larda ecstasy, kokain, şimdi de en tehlikelisi: Dopamin.
Çünkü insan kendi üretiyor. Masrafsız yani.
Çık koşu bandına, ye saçmasapan lifli şeyler, iç bitki çaylarını.. Hop, formdasın. Ama sen değilsin artık.
Ben şahsen denizime gidip, yüzüp, mümkünse bisiklete binip, sigaramı tellendirmeyi, biramı höpürdetmeyi tercih ederim.

http://www.youtube.com/watch?v=kE32pvvaDT8

19 Ağustos 2013 Pazartesi

baby we were born to run

Zzzzzzzzzz...
Uyumak istiyorum.
Bugün evim temiz temiz oldu.
Oooh.
Ne zamandır ilk sakin uykuyu uyudum.
Karşı komşular azap vermekte devam.
"Yihuu!" vs.
Benle başa çıkamazlar.

18 Ağustos 2013 Pazar

duruldum

Sil bunu, ötekini; kavga et, sıç ağızına, dök dişlerini...
Eeee?
En güzeli; şöyle bir etrafına bak: Benim duvarımda geçen yelkenliler var, o olmasa da olur.
Ama bak.
Çocuğuna bak, annene bak, çık dışarı ağaca bak, kedine bak, sokak köpeğine bak..
O hala yaşıyorsa, sen haydi haydi yaşarsın.

12 Ağustos 2013 Pazartesi

gamzedeyim..

Kaç gündür, bayram, ve sair sebepten evim "istila" edildiğinden mütevellit yazamadım.
Ne yaptım biliyor musunuz kafa dinlemek için; ne akp'yi takip ettim ne "eve dönüş"ü, ne suriye'yi, iran ırak mısır'ı ne de balyoz'u ergenekon'u...
"Gümüş" seyrettim. Her akşam internette, bölüm bölüm üstüne.
İyi geldi.
(Ortadoğu'nun o diziyi niye bu kadar sevdiğini de anladım:)
Gümüş'ün gamzesine, ben de takıldım...

http://www.youtube.com/watch?v=qZU2PvFpz5U

8 Ağustos 2013 Perşembe

baryam

Sabah kalk, boru 7'de filan ötüyor, beni bilenler bilir; o saatte kalkmam- ama kalkıyoruz, mecbuur..
Karşılar seni biri 7 öteki 5 yaş... Zuzu yamaçta. İnsan başka ne ister?
Derken...
Gürültüsü bol bir ev oldu benimkisi. Daha doğrusu "benimkilikten" çıktı.
Kedim benim değil, yatağım benim değil, terasım benim değil, annem..?
Bisikletim, Merlin, benim değil...
İyi bayramlar.

duruyorum ben

Günler geçiyor, çocukların, yeğenlerin şerbetiyle..
Annem mutfak bekçisi, kediler birbirinin yabancısı, ev tarumar...
Marmaris, yine yardıma yetişiyor.
Adres gösteriyor; "Buraya git, sakinleş" şekli..
Ben sabit.

7 Ağustos 2013 Çarşamba

kardiş

Bilinmez..
Kedi yanında oturur, sakinsindir; ama belli olmaz.
Bellisi olmaz.
Bardaklar kırılır, kan akıtılır...
En sevdiğin insanlar yapar bunu genelde.
Yani ben en azından öyle gördüm.
Livaneli güzel yazmış; "Unutmasa insan mutlu olamaz."
Keşke hakikaten hatırlamasak her şeyi. "Delete" edebilsek.
Kardeşimin Hikayesi........... Uzuuun, çok uzun.

30 Temmuz 2013 Salı

saving mom

Benim günlerim üç aşağı beş yukarı aynı geçiyor: Sabah -öğlene tekabül eden- kalk, Zuzu'yu besle, limonlu su iç (böbreklere iyi geliyormuş), televizyona şöyle bir bak, giy mayonu, al anahtarını, hop...
Bugün de aynısını yaptım. Çıkarken annem uyuyordu. Uyku vakti. Uyandırmadım onun için. Keşke uyandırsaymışım.
Gezdim bisikletle, dolaştım, yüzdüm... Aradım; cevap yok. Ara, ara, ara, ara.... Kapı duvar.
En sonunda eve geldiğimde karşılaştığım manzara, beş saat önce ben evden çıkarkenle aynıydı; annem uyuyordu.
Bir şeker hastasının akşamüstü uykusuna yatıp uyanmaması hayra alamet değildir.
Önce meyve sularıyla saldırdım düşmana, sonra ice tea ile.
Kucakladım böyle, içirdim hepsini -normalde içmeyeceğini bildiğimden...
Sonra bi peynir pide darbesi, ardından terbiyelediğim bonfileler...
Hatun anca ayıldı.
En komik tarafı o zaten; şekerinin düştüğünü nereden anlıyorum, benim sarhoş halime benziyor.
Annem.

29 Temmuz 2013 Pazartesi

...and justice for all

Nedir bir insanın hayatı?
Herkes doğar, büyür, güçlüklerle, belki okur, belki okumaz, üzerine titrenir titrenmez, geleceğe akar..
Kimin kimden ne farkı var?
Onca savaşta insanoğlunun verdiği milyonlarca kayıpta; kimin birbirinden ne farkı var?
Sen büyüt, yetiştir, sakın her şeyden..
Ölsün.
Yaşayanın, hayatta kalanın ne üstünlüğü var?
Onlar da bir şeylere inanmadılar mı? Yaşayacaklarına dair en azından, umut besleyip planlar yapmadılar mı?
Sen sevmedin mi onu? O, sevmedi mi?..
Şimdi yine yüzlerce insan sapır sapır ölürken pek sevgili uslanmayan dünyamızda, adalet bunun neresinde?
Neyin hesabını soracaksın?
Kimden?

22 Temmuz 2013 Pazartesi

double moon

Güzel dolunay hop, tepede.
Shombili Zuzu hop, yanıbaşımda.
İnsan başka ne ister...
Rahatsızlık veren her daim insanlar galiba..

21 Temmuz 2013 Pazar

şimbilli cuma

Kozmik bi kedi çıktı yine karşıma, ben Cuma'yla tanışırken bir de, attım bisikletin sepetine, sattım komşuya, yuva buldu iyi mi...
Şimdi anlamayanlar için özet geçelim:
İnsan en sevdiği arkadaşına bile ne kadar dayanır? İçtim içtim, yetmedi; attım kendimi yola, "arazi" oldum.
Yolda bir küçük çocukla karşılaştım ilk, sarışın kız, sordum "Neyin var"; anlatmaya başladı, babasından girdi, annesinden çıktı...
Haydaaaa....
Sonra, yola devam, kumpir yemeye karar verdim, yerken Cuma'yla tanıştım.
Cuma kim; Adanalı, Marmaris'e çalışmaya gelmiş, standart, vs..
Ama Cuma'nın farkı şu: Biz tatlı tatlı kumpirlerimizi yerken kopmaz mı bir "miyaafff!" cayırtısı...
Bulduk, aldık elimize, koyduk benim bisikletin sepetine..
Önce Cuma çalıştığı yere götürmeye kalktı; "Bu benim kedim" dedi.
Onu denedik, tabii, sabahın körü, şezlonga koydu dolmadı (!), formül?
Yakaladı beni giderken, can kolay vazgeçer mi?
Karagöz'ü de besleyen komşunun kapısını tıklattım sabahın köründe. Açtı.
Verdim ona "Cuma"yı, yerleşti..
Adı şimdi başka: Kısmet..

garibim biraz

Tamam, anladık "Gezi travma"nız var. Ne kadar orada olmak istediysek, ne kadar istanbulluysak, palavra...
Anladık.
Ama, nedir bu dert?
Dert, şehre ait değildir.
Muhakkim değildir.
Bütün.

19 Temmuz 2013 Cuma

"tatilat" zamanı

Asayiş bi berkemal olsa canımız sıkılacak di mi..
Nassı bi memlekette yaşıyoruz; anlayan beri gelsin.
"Üç-dört kişi ölüyor, dünya ayağa kalkıyor" diyor, başbakanımız.
Öldürülenlerden birinin ailesi, ötekinin ailesine taziyeye yürüyor, kilometrelerce.
Artık söz bitiyor.
Ama yok: "Aleviyiz, dört dörtlük, kredi kartlarımızı da çöpe atalım, Mısır'a bakalım, Suriye'ye, Mozambik'e de bakabiliriz..."
Benim yatak odasının duvarı, çatıya bakan, epeydir dökülüyor; rutubetten, yaştan ötürü..
Geçen yıldan beri orayı boyatmaya çalışıyorum. Ustaların biri geliyor biri gidiyor; diyorlar ki "Zamanını bekleyin."
En sonunda geçen gün bir tanesi geldi, "Neyi bekliyorsunuz" dedi, "sizin burada artık uyumanız bile sakıncalı."
Duvar kazınacak, boyanacak, en güzel maviye... Karar verdim.

16 Temmuz 2013 Salı

dizi dizi

Zuzu yeşil böceğin geri geldi dediğim zaman, terasta.
Annem ölmek üzere olduğu zaman kurtardığımda beni seviyor.
Arkadaşım beni görmek için geldim dediği Marmaris'te bana İstanbul'u hatırlatıyor..
Günler böyle geçiyor..
En iyisi dizi seyretmek.

11 Temmuz 2013 Perşembe

kaç

Kaç kişinin ölmesi gerekiyor?
Kaç çocuğun bile isteye, öldürülmesi lazım?
Cinayet işlediğini fark etmeyen polislerimiz, şuursuz bir valimiz, hepten hasta bir başbakanımız var.
Kaç kişinin ölmesi gerekiyor?
Hayır, sayı kaç, onu bilelim?
Suriye'de ağladığın çocuklara eşdeğer sayı nedir?
Gazze'dekilere?
Endonezya'dakilere?
Nedir?
Kaç?

8 Temmuz 2013 Pazartesi

HAMA

Öğrendim ki düşmanını iyi tanıyacaksın. Her durumda canlanan bir şeyse şayet, daha hazırlıklı olacaksın. Ters dönerse dönsün, o kıvırdığı bacaklarını hop der, çeviriverir, döner kanatlanır yine.
Üstüne basamıyorum. İğrendiğim için. Bi de serde hayvanseverlik var...
Elime alamıyorum. Daha iğrenç.
Fobik.
İlaç sıkmıyorum üstlerine, zira kar etmiyor.
Ama yeni direniş silahı geliştirdim: Suyu döküyorum, yüzüp gidiyorlar hayatımdan..
Hamdi'lerden bahsediyorum canım.. Hamamböceklerinden.

time flies.. ya da öyle bir geçer zaman ki.. (vol.II)

Bu gece şahane GazdanAdam Festivali'ni seyrettik.. Siz inşallah Kadıköy Meydan'dan, ben internetten, halktv'den vs..
Dün gece Taksim'de direnişçilerin bir kez daha gaz yemesine, kovalanmasına, kelepçelenmesine -hatta bu kez "palalanmasına" tanık olduk..
Yarın, ramazan, Devrimci Müslümanlar "yeryüzü iftarı" yapacaklarını açıkladılar. Mutlu Vali, Gezi'yi açacağını -yine- söyledi; zira "halka" açıyormuş, "bize" değil.
Sanatçı Orhan Aydın bugün Kadıköy'de "Artık o padişah bozuntusunu alaşağı etmenin vakti geldi" dedi.
Ha, orada bir duralım..
Çok değil; birkaç ay önce, geçen yılın martında, halen "Medya Mahallesi"nin muhtarlığını yürüten Ayşenur Arslan'la, bittabii, benzer konuları tartışmışlar: Suriye, 28 Şubat, tutuklu vekiller, gazeteciler, "içki", KCK operasyonları, 4 4'lük eğitim... Daha Sivas'ın zamanaşımı dolmamış..
Aydın, sanatçıların ortak hazırladığı bildiriden bahsederken, bir devrim gereksinimi olduğundan dem vuruyor, biraz da "gençlikten" umutsuzluğunu dile getiriyor.
Kimdi bu sanatçılar, hatırlayalım: Bedri Baykam, Levent Kırca, Genco Erkal, Timur Selçuk...
Tamam, çok güzel. De...
Bir defa "gençlik" umudu bırak, ders doluymuş.
İki; Levent'ini Kırca'sını, medyasını, onu bunu değil, kendini dinliyormuş.
Toma'larla "sevişmeye" varız, biber gazını da "bal" gibi yeriz; ama n'olur bu köhne söylemlerle gelmeyin yahu!
Okan Bayülgen ne güzel soylamış; "Ben olsam 'kaygılıyım' demezdim, 'hassiktir' derdim," diye...
Ben de "Padişahı alaşağı etmenin vakti geldi" demem. Bünye müsaade etmez.
"İstifa" diye bağırırım.
90'lılardan daha çok darbe görmüşlüğüm var; bir normal, bir postmodern, sırf bu yüzden ı-ııhh..
Gezi'nin en güzel öğretisi bu değil mi zaten; akıl, taze, mizah, yardımlaşma, "bir" olma..
Niye alaşağı edeyim usta?
En fazla, gel, derim, oturur, bi çay içeriz, demli.
Ya da ben "ayran" içerim...

http://video.cnnturk.com/2012/programlar/3/6/orhan-aydin-aysenur-arslan-ile-medya-mahallesi-programina-katildi


3 Temmuz 2013 Çarşamba

amiriim!

Kalk! Kalk lan!
Gözaltına alıverdiğiniz çocukların en tatlı taraflarını esgeçtiniz be komser!
Hepsi Behzat'çıdır onların; sor, polisi severler.
Ama Harun gibisini, Hayalet gibisini, Akbaba gibisini...
Seni sevmiyorlarsa, o senin sorunun.

29 Haziran 2013 Cumartesi

bir bilic'e soralım

Fenerliyiz lakin, Çarşı'ya saygımız sonsuz.
Her geçen gün de artıyor.
Hatta bırakın Çarşı'yı, Beşiktaş yönetimini dahi, Bilic'i aldıkları için kutluyorum.
Adam "Harika bir ülkeye geldim" demiş; eyvallah...
Peki, başka neler demiş?
"Söylememe bile gerek yok; Beşiktaşlılar Avrupa'da tanınan bir taraftar grubu. Onların enerjilerini takımla birleştirerek daha iyi olacağız. Bu enerjiyi kullanarak, sakin bir şekilde iyi şeyler yapacağız. Ben bu ateşli taraftara alışkınım; Hırvatistan'da da böyle ortamlarda çalıştım, bizim için 12. adam sürükleyici bir güç." 
"Takımımda kötü geçen bütün sezonun sorumluluğunu alıyorum. Ben de daha başarılı bir süre geçirmek isterdim. Takım çok gol atmış ama gereğinden fazla gol yemiş. Takım disiplininden uzaklaşmak dezavantaj, buna bir dur dememiz gerekiyor. Yukarılara oynamak istiyorsanız bu kadar gol yenmez, yerseniz yukarılara oynama şansınız yok."
Şimdi Bilic'in sözlerini "Beşiktaşlılar" yerine "Türkiye halkı", "takım" yerine "iktidar/hükümet", "taraftar" yerine "millet" kelimesini koyarak tekrar okuyunuz...
Sayın Başbakan;
Fenerliyiz lakin, Aziz Yıldırım'dan alıntı yapacak halimiz yok..:)



26 Haziran 2013 Çarşamba

halka açık

Sabah Zuzu'yla uyandım. Standart. Patiler çarşafta; kalk, kalk...
Türlü rüya gördüm, saçmasapan uyandım, uyudum, uyukladım... Rahatsız.
Çok aradım Leyla gibi çöllerde... :)
Önceki gecenin ağırlığı, aptal adamları, kadınları, dansları, topukları....
Bir kahvaltı edelim bari diyoruz, evde temizlik var. Ev insan dolu. Fena.
Dışarı kaçıyoruz, deniz kötü, Bono kötü, orada da haddinden fazla insan var!
Herkes mi batar?
Eve dönüş; teras.. "Pencerede oturmuşum oturmuş..."
Nihayet bir duble rakımızı koyduk huzur bulacağız derken, anne gelmez mi yan yan; "Ayşe, bu kaçıncı?"
Aaaaaaa ve hatta AAAAAAAAAAA!

24 Haziran 2013 Pazartesi

hiç keyfim yok

Şu ara herkes ruh gibi dolaşıyor. Yaz gelmiş, kime ne? Memleket yaş...
Özellikle İstanbulluların ben bir nevi travma geçirdiklerinden eminim; zira kimse kentinin Kabil sokaklarına benzemesini istemez...
Ne istiyor gönlümüz? Hangi arkadaşıma sorsam, "Canım hiçbir şey yapmak istemiyor" cevabını alıyorum.
Uyumak istiyoruz, daha çok, ama uyuyamıyoruz da. Sanrılar, kabuslar görüyoruz. Ya da kafa durmuyor, işliyor, uyutmuyor...
Peki ne yapmak lazım?
Travmayı atlatmanın en standart yolu, kabul etmek ve ilerlemektir. Lakin biz neyi kabul edeceğiz? "Hepimiz" olarak "biz", neye eyvallah, öyle de oldu, böyle de oldu, diyeceğiz?
Galiba Gezi direnişi de "ders alınmayan eylemler" klasmanında yerini alacak, öyle gözüküyor.
İnsanlar yıprandığıyla kalacak, rüya gördükleriyle, gaz tattıklarıyla, tanımadıklarıyla arkadaş olup bir çeşit "68'li heyecanı" yaşadıklarıyla...
Öyle mi? Öyleyse eğer, işte budur bizi uyutmayan, yazı getirmeyen.

http://www.youtube.com/watch?v=eIdREXpZBz4

22 Haziran 2013 Cumartesi

bisiklet

Yalan; bisiklet sürmeyi bir öğrendiniz mi, bir daha unutmazsınız...
Yok öyle bir şey. Ben baştan öğreniyorum. Yüzmek gibi değil yani. Kendini dengede tutmak zor iş.
Başka neler öğrendim bu günlerde: Daima yalnız kalabileceğimi, kendime fazlasıyla yettiğimi, fazlalıklara harbiden hiç tahammülüm kalmadığını, Zuzum kapıda beni karşılasın, kıvrılıp yatsın, yeter olduğunu; velhasıl, yalnızlığı çözdük.
Kimseyle ilişkiye girmiyor olmam da bir seçenek. Çook yorulmuşum, çok yutmuşum bilmemne lafları etmeyeceğim, etmem.
Hala yapabiliyor olmak, iyi. Söz gelimi eve dönüşte yine değişik karakterlerle tanışmak, vs...
Ama bisiklet sürmeyi unutmuşum. Çarpmadan herkese, alıştırma yapmak lazım.

20 Haziran 2013 Perşembe

das parfum

Kokudur arda kalan, genellikle; tişörttür, silgidir, yastıktır, çadırdır...
Yaşanmışlığın en somut, ama somut olmayan belgesidir.
Gider bir sabahın köründe, hiç gelmemiş gibi olur. Nereden bileceksin?
Kokusundan.
Ev kurarsın; tabak çanak çömlek koltuk döşek takım taklavat alırsın.
Sonra taşınırsın. Kaldı mı hiçbiri? Yok.
Kokun kaldı.
Aşık olursun. Sevişirsin, ayrılırsın. Ne kalır geriye?
Seni bir anda yıllar öncesine götürür, içine çektiğinde; hiçbir şarkıya benzemez, o denli tanıdık, bildik, senden...
"Sen kokuyorsun" diye şarkıcıların miyavlamaları boş değil.
Velhasıl, istediğin çiçeği, ağacı, bundan sonra ek. Ek. Durmak yok, ekmeye devam. Göster ne kadar çevreciymişsin, biz de inanalım.
Ama o çocukların kokusu gitmeyecek o parktan.
Sen "Pis kokuyor" demiştin ya.
Belki sırf bu yüzden.
İstediğin ıhlamuru dik, akasyayı ek; onların kokusu, o koku, senin sevmediğin, dinmeyecek.

16 Haziran 2013 Pazar

dursun dünya

İlkokul öğretmenimin Emre'yi tekme tokat dövdüğüne şahit olmuştum ilk kez. Emre arkadaşım bile değildi, ama adını hatırlıyorum. Pantolonunun nasıl yırtıldığını, benim nasıl -sınıf başkanıyız ya- karşı çıktığımı, üzüldüğümü, ağladığımı, azarlandığımı... Dahası, o hepimizin paltolarını ilikleyen öğretmenin niye ve nasıl öyle bir canavara dönüştüğünü...
Bir park vardır. Seversin. Gezmesen de. Senin.
Bir dünya kurarsın orada, yıkmaya çalıştıkları vakit. Yatağın, restoranın, revirin, kütüphanen; hepsi orada. Yardımlaşmayı öğrenirsin, yayıncılıktan hiçbir bok anlamadığın halde tv kanalı kurarsın; paylaşmak istersin çünkü bu acayip kardeşliği...
Şarkılar söyler, "çiçek çocuklar"ı hayata geçirirsin, bilmeden ve istemeden, umursamadan.
Sonra bir gün o amcalar gelir işte. Biri "vali", öteki "başbakan", diğeri "polis"....
Kırıp dökerler. Döverler.
Senin çadırın parçalanır, pankartların çöpe atılır, onca gündür belki gözün gibi baktığın demlik ya da battaniye onlar için önemsizdir.
Ama sen artık biber gazıyla bile dalga geçebilen birisin, farklısın.
O yüzden dimdik ayaktasın...
Emre dayak yerken bana pis pis sırıtmıştı; "Ben iyiyim" hesabı... Çocuk aklım onun öğretmenle dalga geçtiğini sandı. Şimdi biliyorum ki başka şeylerin peşindeydi Emre; dünyasını koruyordu.

14 Haziran 2013 Cuma

hallelujah

Ben başlık vermeden, onlar koydular.. Bu yeni neslin en temel özelliği bu galiba; sen farkına varıncaya dek onlar zaten biliyorlar.
Son söyleyeceğimi baştan söyledim, neyse..
İki haftayı aşkındır hepimiz Gezi Parkı'ndayız.
Mutlu muyuz bu durumdan?
Kendi hesabıma öyle; ama "anne" dahi olmasam da o "çocuklar" için endişelenmekteyim. Ve bu durum beni mutlu etmiyor.
Belki, onların nefret ettiği şekilde, korkuyoruz başlarına gelebileceklerden. Çünkü o denli korkutulmuşuz.
Onlar için çooooook mutluyum. Benim neslin -bize x teşhisi koydular- hiç böyle bir şansı olmadı, olduysa da hali hazırda "x" olduğu için yakalayamadı, yakalamadı, vs...
Kaybedenler Kulübü bizden çıktı misal; biz baştan kabullendik. Ama şimdi onlar o "kaybedenleri" fan olarak takip edip, 'retro' diye saygı duyuyorlar.
Beyaz yakalı olmak istememiş belli ki hiçbiri, ama fark etmemiş, yine de olmuşlar; gene fark etmemiş, onlar da iş çıkışı kravat cepte parkta yatıyorlar: Her yer Taksim her yer direniş!
Bu başka bir iş arkadaş. Hepimize yabancı. Ben, bizim nesli bırak, o bize yıllarca ahkam kesen bir sürü neslin böyle bir şey yaşadığını zannetmiyorum.
İnşallah bir şeyler öğreniriz, nihayet.

PS: Neslihan'ın uyarısı için teşekkür; aşağıdaki yorum parlak bir "çapulcu" blogger'a ait. Meraklısına:
http://bugunyemektekimvar.blogspot.com/

10 Haziran 2013 Pazartesi

barış süreci

Annem de Tayyip gibi; evde kendi düzenini tesis etmek istiyor.
İzin veriyor muyuz? Hayır.
Şimdi bu işler ne olacak diye düşünenlere tüyo: İlk önce yardımcı olacaksın; bulaşık sepetini boşaltacaksın mesela.
Sonra konuşacaksın; öyle de böyle de vs...
Temizlik yapacaksın; ortalığı bir güzel süpüreceksin ki mikrop kalmasın.
Kendini temizleyeceksin: banyolar yapacaksın, tatlı tatlı duş jelleriyle.
Sonra yemek yapacaksın; toplayacaksın masaya tanıdık tanımadık herkesi, açacaksın bir büyük.
Keyfine bakacaksın.

9 Haziran 2013 Pazar

miyav

Yavru kedi miyavlar.
Apartmanın tepesinde kalmış derim.
Kimse inanmaz. "Kedidir, geçer," geçmez.
Benim kafada "miyav" der durur.
Bazısı, itfaiye çağırmışlığım, -ve kazanmışlığım, bazısı bizzat teftiş edip ses gelen mihrakları, sonuç almışlığım da vardır.
Ben bir ses duyunca, her insan gibi, dinlerim.
Hele o ses bağırıyorsa, kulak kesilirim.
Nereden geldiğini bilmiyorsam, daha da; şayet biliyorsam, adımımı ona göre atarım.
Zira bu kedi milletinin ne yapacağı belli olmaz.
Maazallah miyav, kükremeye dönüşebilir her an.

3 Haziran 2013 Pazartesi

alternatif tayyip

... Şimdi bu adamlar siperler kuruyorlar benim halkıma. Tomalarla, panzerlerle, plastik mermilerle geliyorlar. Sindiremezler.
İçişleri bakanıma talimat verdim, gaz ihraç edeceğiz ancak Suriye'ye, sıkmayacağız.
Onlar için alkolik diyorlar, çapulcu gibi ağza alınmaz laflar ediyorlar...
Bu mudur çevreyi korumanın, ağaçların yanında yer almanın vebali?
Daha da köpürtüyorlar. Bunlar azmış bir defa. AKM'yi de yıkarız, cami de yaparız, kışla zaten bahane diyorlar.
Benim vatandaşım buna eyvallah demeyecektir.

30 Mayıs 2013 Perşembe

küçük

Küçükken kayıt yok derler ya, yalan.
Her şeyi hatırlar insan.
Dövüldüğünü de, öpüldüğünü de, terk edildiğini de...
Ve en son terk edildiğinde..
Ya da öpüldüğünde..
Ya da dövüldüğünde.....
Orada o küçük insan.
Utandım.
Ben ki artık hiçbir şeyin..  Yazmama izin vermiyorlar.
is this my home?

23 Mayıs 2013 Perşembe

ex

Nohutları ıslattım, pirinci de ayıkladım..
Nedir?
Yatakları topladım, çöpleri çıkarttım.
İnsan eski kocasıyla bir iki gün geçirince böyle oluyormuş; farkına varıyormuş.
Neden hala beraber olmadığının; birlikte..
Şimdi birazdan mutfağı teftiş edicem, bardak çanak çömlek...
Aksak?
Ama hep aksak... Hapşursak kabahat.
İki insan arasından bir fil bile geçebilir, evlilerse şayet.
İlaçlar verdik birbirimize, telefonlar verdik.
Küfrettik, teselli ettik.
İçtik, sıçtık...
Gül, gül, öldük.
Ama yine aksak.
Bir şey bittiyse yeniden başlamıyor.

17 Mayıs 2013 Cuma

halimiz duman aman

Koca kış geçti.
Kütüphaneyi yerleştirdim. Yaptığım budur.
Kanepenin yastıkları artık isyanda.
Kendime bir bisiklet almayı bile beceremedim.
Kediyle oynadık; bir aşağı bir yukarı, o ayrı...
Kafa hep meşgul ama.. Sebebi çok.
Kalın bir "yapılacaklar" listesi, çöpte.
Kitaplar var, hala okunmayı bekleyen..
Kara gölgeler var, takipte.
Kabaca; sıfırı çektik...
Kaybedenlerle bile artık muhatap olmuyoruz.
Kötü diyemeyeceğim ama... :)
Karman çorman diyelim.

16 Mayıs 2013 Perşembe

seni beklerken

Sen onca zaman geçir barlarda, iç tanımadığın adamlarla, bilmediğin yerlere git... sonra birden karşına çıksın!
Ve sana desin ki "Hayat bana biraz.."
Hoppa!
Geri mi dönelim, sevgili kanepemize, kedimize vs...
Ayıp.

15 Mayıs 2013 Çarşamba

dersiz topsuz

Ben insan ağırlamayı severim. Hatta bazen yabancıları bile ağırlamayı severim; tecrübedir.
Dairemin altındaki kaldırımda Kazım Koyuncu anısına sarhoş sarhoş türkü söylüyor, ayakta duramıyor diye, Moda'da adamın birini eve davet etmişliğim, duş yaptırmışlığım, üstünü örtüp yatırmışlığım da vardır.
Ama evime gelen misafirin nasıl gittiğine dikkat ederim usta!
Yatağını toplamış mı, banyoyu nasıl bırakmış, mutfakta neler becermiş...
Çünkü aksini yapıyorsa, yani izansızsa, bu da bi nevi tecavüzdür; faydalanmadır.
Ki, haaa, işte ondan hiç hazzetmem. Bir anda sinirli eleman oluveririm, gerekirse kovarım.

12 Mayıs 2013 Pazar

desperado

Çaresizlik başka bir şeydir, umutsuzluktan öte.
Sen böcek gibi hissedersin kendini bazen, misal patronunun karşısında filan, ama kıyaslanmaz.
Çaresizlik, "biri bana yemek verir inşallah" diye her gün beklemektir.
O kişi geldiğinde, en şirin tavrını takındığında bile, onun çekip gideceğini bilmektir.
Yalnızlıktır. Kavgadır, savaştır; ölümdür bazen.
Siz onları yalnız bırakmayın, zaten yeterince yalnızlar.. Yaz geldi, zahmet olacak, kapınızın önüne bari bir kap su koyun.


10 Mayıs 2013 Cuma

zero dark ivan

Barış bir süreç gerektiriyormuş, onu öğrendik.
Bir de "çözüm" var.
Doktrinde karşıtlık var bu konuda; barış mı çözüm mü, henüz uzlaşamadı hiç kimse.
Birbirlerini ikna etmekle meşgul.
Ama ne güzel...
Konuşun, tartışın, sırnaşın... İyi bir şey bu.
Az önce biraz geç olmakla beraber "Zero Dark Thirty"yi seyrettim de.. (Meraklısı için: 00:01'den 05:59'a kadar süre zero dark'mış military term'de..)
Allah bizi Amerikalı olmaktan korumuş; o kadar söyleyeyim...
Ha, bizim seceremiz daha parlak değil, haşaa, ama bu denli gerizekalı değiliz be usta!
Hele bizim jenerasyon, tenis topuna Ivan Lendl'ın ismini verenlerdir! Bu kadar söylüyorum!
Amerikalılar da elbet yine Spielberg'vari filmler yapacaktır.

PS: Bigelow'a selam çakmadan edemeyeceğim.. Helal sana kadın!

7 Mayıs 2013 Salı

kanun mu bu yalnızlık

Sıyrılamıyorum..
Dün gece yine onu düşündüm saatin 2:22 olduğunu gördüğümde.
Sıyıramıyorum..
Elime gazete aldığım an, ha, yazı karakterlerine taktım bu kez.
YALANMIŞ AYRILIK
Saydırıyorum..
Gerizekalı insanoğlu isminin önüne vatandaşlığını eklemekle kalmadı, caka satıyor.
Sayıyorum..
Bir ay kaldı en fazla annemin gelmesine; huzur...
Saymıyorum..
Allahın boyacısı benimle dalga geçiyor; "Ayşe Hanım, kurusun, temmuza yaparız.."
Sıyırdım.
Bu deniz niye bu kadar soğuk?

5 Mayıs 2013 Pazar

denize doğru

Dönerken gece eve, baykuşlar peşinde. N'aparsın? Hiç.
Bir tanesi üstelik tam da eve yaklaşmışken geldi yamacıma, "Ayşe, bu akşam nereye" diye sordu, iyi mi...
Meğer biz geçen sene tanışmışız. Hiç hatırlamıyorum. Şeker bir şeydi, gerçi...
Şimdi ne yapmak lazım?
Arkadaşlarımı bile inandıramıyorum.
Ayşe artık evde çay demleyen çamaşır asan bir kadın diye...
Denize gitmek lazım.
Orada erir, her şey.

30 Nisan 2013 Salı

balkondaki köpekler

Tam karşımda iki şahane köpek konuşlu. Bir tanesi German Shepherd, öteki yavru Labrador.
Adlarını bilmiyorum ama beni tanıyorlar. Ben kendimce isim taktım onlara; birine Rin-ti dedim, ötekine Buddy.
Zuzu'yla da çatıdan muhabbetleri var. Zuzu biraz kıskanıyor onları, dışarı çıkabiliyorlar diye; biraz aşağılıyor, böyle güzel "sahipleri" yok diye...(!)
Sabah akşam hav hav da hav hav... Birbirlerini gaza da getiriyorlar. "Anneleri" tersliyor, feci. Zira, birkaç kez müdahale bile ettim, "Abicim hayvanın bir suçu yok, köpektir bu havlar" hesabı... Ama hayvanları balkonda tasmayla tutmaya devam ediyorlar.
Benim kuzenim de aynı cinsti; her sene beni bir köpekle tanıştırırdı, "Ayşe bak, nasıl iyi eğitmiş miyim" diye, ertesi sene o köpeği göremezdik.
Yahu, köpekler sevgi ister, ilgi bekler, sizi en çok sever, gezmek ister, toprağa çimene hatta denize kavuşmak ister, haldırı hulduru yanınızda koşturmak ister! Sen bu hayvanı balkona niye bağlarsın?
Öteki komşum çok mutlu bir köpek mesela: ismi Efe. Bahçesinde eşelenip duruyor. Her sabah, akşam sahipleriyle gezmelere çıkıyor, pazar kahvaltılarına gidiyor, tavukları kovalıyor, kedilerle arkadaş!
Bırakınız koşsun, oynasın. Bağlamayınız. Serbest...

26 Nisan 2013 Cuma

alaca parker

Zuzu da değildi ilk kalbimi çelen, Maviş de... Alaca'ydı.
Marmaris'in eski pansiyon evlerinden, Poyraz Pansiyon'da, arka bahçede tulumbanın yanında serin serin uyurken buldum onu.
Çocuk, yavaş yavaş yaklaştım, kıpırdamadı, kafasını sevmeye yeltendim, şöyle bir sıçradı sonra kaçıp gitti.
O zamanki hedefim, 10 yaş, belli olmuştu: O kediyi tekrar bahçeye getirmek.
Besledim, alıştırdım ve zamanla asmalardan benim yatak odama tırmanacak kıvama getirdim.
Ama biz her kış maalesef İstanbul'a dönüyorduk. Ve onu yanımda götüremiyordum. Sevgili dedem baktı ona, ben yokken, gömlek cebinde sakladığı tarağıyla tüylerini taradı. Her yaz geri döndüğümüzde "Ayşe, kedin burada, iyi" dedi. (Babaannemin süpürgeyle kovaladığını anlatmadı tabii..)
Sonra.... Sonra Alaca bize "insanlığı" öğretti.
Pansiyon yıkıldı. Yerine otel yapıldı. Hayvan inşaatta yaşadı iki yıl boyunca sırf babam orada ve orası evi diye.
Geri döndüğümde çağırdım onu, her zamanki gibi geldi, bacaklarıma süründü, oturttu beni kaldırıma ve gece boyunca sadece kucağımda uyudu.
Ertesi sene geldiğimde, aradım taradım, bulamadım Alacamı. Komşulara sordum, sokakları dolaştım, yok.
Dedem ölmüştü. Babam oteli bırakmıştı.
Alaca en son yüzünü yine "evinin" önünde gösterdi; o kocaman, sokakların efendisi gitmiş, yerine cılız bir sokak kedisi gelmişti. Baktı, gitti.

PS: Fotoğraftaki Alaca değil. Calicolar hep dişi olur derler, ama o erkekti! Benzerini bulamadım.

25 Nisan 2013 Perşembe

lol

Gülmemi kaybedeceğim aklıma gelmezdi. Oluyormuş bazen.
En komik şeyleri seyrederken ciddi ciddi bakabiliyormuşsun.
En saçma şeylere de gülebilirsin kahkahalarla. Bazen.
Ya da gülmekten vazgeçersin, gereksiz diye, ne bileyim, aptalca diye...
Halbuki hep ve her durumda gülmek, gülebilmek lazım.
Başına bir şey geldiğinde de, birinin başına bir şey geldiğinde de...
Gül.

18 Nisan 2013 Perşembe

zumzim

Benim erken doğan kedim.. Annesi dolaptan düşüp, tek başına doğan "kedim". Oğlumun oğlu. Mirası.
Nereden öğrendin "tavuk oturuşu"nu? Her sabah beni uyandırmayı, pat pat pat beni takip etmeyi, izlemeyi?
Annenle tanışıklığın az, eh, onun da babanla öyle. Senin babanı hiç tanımışlığın yok. Nereden biliyorsun üzgün olduğumu, oynamak istediğimi ya da ağladığımı?
Seni ben büyütmedim bile. Bana "komacan" kedi olarak geldin; korkak, ürkek.
Şimdi ne bu "herşeyi biliyor" havası?
Kedilerin suratı değişmez derler; endişede, sevinçte... Zuzum ayna gibi. Ne zaman yaramazlık yapacak, ne hinlik peşinde; o bile suratından belli.
Belki onca zaman yeğenlerle büyüdü, onun faydası, belki annemin? Ama herkesin söylediği bir şey var: Bu insan.
Benim her şeyi bilen, herşeyin farkında olan kedim, insan olma sen.


16 Nisan 2013 Salı

mom

Anneme sinirleniyorum.
İnsan annesine kızar. Hele kızı.. Başka kızar.
Ama babası rüyasına girer mi? Girip de "Annene iyi bak" der mi?
Bunu bana müteveffa dayım da söylemişti bir defa.
O zaman ciddiye almalıyım.
O zaman ......
"En acı şey yalnızlık
En hürmete layık şey: Anne
En feci şey ölüm
En üzüntülü şey intikam.
En güzel şey aşk
En sıcak şey arkadaşlık
En soğuk cevap, hayır'dır,,,
Sükut; her şeyi içine alan bir romandır."

15 Nisan 2013 Pazartesi

eksik bi şey mi var

Herkes uyuyor galiba pazar akşamı hesabı.. Ben, standart, uyumuyorum.
"Bugün ne yaptık"... Bilmem.
Genelde bende bu sorunun cevabı da pek değişmez, sıradışı bir şey olmadıkça.
E, olmadı tabii. Ne olacak?
Meteor düşmedi. Dünyanın sonu gelmedi.
Kıvılcım geldi yat limanına. Şener Abi geldi.
Hatta tüm Marmaris ahalisi bebekleri ve çocuklarıyla oradaydı diyebiliriz.
Sorduk yine: Eksik bir şey mi var, diye...

http://www.sarki-sozleri.net/ezginin-gunlugu-eksik-bir-sey

http://www.youtube.com/watch?v=akeW95X3d6g

12 Nisan 2013 Cuma

menage a trois

Ben hep kendimle konuşurum. Siz?
Deli değilim yani.
En son kendime niye bu kadar tembel olduğumu sordum. Ya da tembellik yaptığımı mı demek lazım?
Gözyaşları içinde cevap verdi: "Yalnızım dostlarım yalnızım yalnız.."
Bu yüzden mi tembelsin, dedim...
"Yorgunum", dedi.
"Korkuyorum" dedi.
E ben de üzgünüm. O kadar kişiyle başa çıkamam!


10 Nisan 2013 Çarşamba

maybe someday

Belki bir gün...
Boş bakıyorum işte böyle bahar gelmiş memlekete, dışarı çıkmaya üşeniyorum.
Bana her şey seni hatırlatıyor!
Bana her şey herşeyi hatırlatıyor.
Uyuyamıyorum. Belki bundan.
Sahile inerdim kırmızı şapkamla, iskeleye, kedileri besleye besleye.
Yine besliyorum. Kedilerde bir değişiklik yok.
Sen yoksun. Ben yokum.

8 Nisan 2013 Pazartesi

yüz kızartıcı

Bu akşam yüz kızartıcı bir şey yapmadım. Ama yüzüm pembe.
Bütün gün fırtına sonrası Marmarisinde dolaştım, sahilinden caddesine, ara sokaklarına. Bisiklet baktım, kasap paşa'ya uğradım, sokak shompisi besledim, banka işlerimi hallettim, "olmayan" kitapçıya gittim...
Barlar Sokağı'nı gündüz geçmek pek hoş olmuyor, niyeyse daha bir tekinsiz geliyor insana. Çamurlu, pis, hazırlıksız bir de...
En sevdiğim dönercide iskenderimi yedim, Nil Balıkçı'yla göz göze gelmekten kaçarak -davet eder yine diye, şahanedir- yat limanına çarşının içinden çıktım, hala vitrinlerde üzerimdeki eşofmanların olduğunu görüp gülümsedim.
Eve döndüğümde yorgundum nedense. Üstümü değiştirip yatmak isterken evin büyüsü yine galip geldi; terasta akşamüstü manzarasına teslim oldum, kendime bir rakı doldurdum, Zuzu'yu da çatıya çıkardım.
Lodos dinmişti artık. Dümdüz görünen mavi gri bir deniz ve turuncu olmaya çalışan füme gökyüzü vardı. (Ya da füme olmaya çalışıp da turuncu olan?)
Aşağı inip dolaptan enginarı çıkardım, tavukları terbiyeledim, kasaptan aldığım etleri bölüp buzluğa attım. Bir rakı daha doldurdum. Bu kez yanına şalgam suyu yerine bir fincan çay aldım.
Bilgisayarın başına oturduğumda herkes aynı şeylerden bahsediyordu...
Valla ben bir şey yapmadım. Ama yüzüm hala pembe.

6 Nisan 2013 Cumartesi

After Cobain (another end of an era)


“Living and dying on the edge”

His wife read the letter (his last words) on TV this morning between tears in front of some hundred Seattle people. Sad.
Fearless Mr. Jones were saved pal, and reminded of the meaning and importance of whatever there ever was and will be. Why did you try so hard to die when you chose to be so unlimited and so very valuable indeed? Why was it the only thing you could do, or so it seemed, other than being addicted to life, music and drugs?
I feel pain...
When you were a beauty, a blond monstrous creature, an outlaw you were, and about to achieve it all, the born cleverness and natural wisdom you had, why did you pass away so silently still, let alone the bang, the shot, the irrecoverable hole, injured hollow in your brains?
Just when you were about to fly Kurt, just why?..
And if you say so man, so be it.

30 Mart 2013 Cumartesi

end of an era

Kıvılcım'la ne zamandır plan yapıyoruz; tanışmamızın, Marmaris tarihimizin 20. yılını nasıl idrak etsek diye...
Kısmet böyleymiş: Davy Jones'umuz, 'Locker'ımız kapandı iyi mi...
Kötü haberi dün aldık, çarşamba şüphelenmiştik zaten, kapıda kilit görünce, Ümit Abi de ne zamandır bir şeyler geveleyip duruyordu... Velhasıl Marmaris artık Davy Jones'suz.
Nereden başlasak... Dışarıda bidonlar üzerinde bira içerek, camlara itinayla Efes etiketleri yapıştırarak, "Mustang Sally" dinleyerek, baraka tuvaleti hiç umursamadığımız tanışma günlerimizden mi...
Mekan derlenip toparlanıp, pembe bile olup, sonra yanıp kül olduğunda küllerinden yükselen siyah güzel halinden mi?
Benim Yeni Yüzyıl'da hakkında yazdığım yazının, onlarca müdavimin fotoğrafının duvarlarını gururla süslediği, Athena'yı "yetiştirdiğimiz", Ortaçgil dinlediğimiz, Andy'lerle coştuğumuz zamanlardan mı?
Mini şortumla güneşte esmerleşmiş bacaklarımı şöyle bir uzatıp pencere kenarında Marmaris gece hayatına ve "hayata" nazır demlenmeyi en çok sevmemden mi...
"Yellow Moon"dan, "Ain't No Sunshine"dan mı?
Bir sürü güzel insan tanıdık biz Davy Jones'ta. Dans ettik, tökezledik, düştük, sarhoş olduk, çok eğlendik hep. Sevgililerimiz oldu, dertlerimiz. Ama her durumda gelinecek adres belliydi.
Şimdi yersiziz.

27 Mart 2013 Çarşamba

love me do

Gel, dediğinde, 17 yaşımdaydım.
Gittim.
Nereye istediyse.
Geldim.
Nasıl istediyse.
Bana bakirelerin de orgazm olabileceğini öğretti.
Ve aptallarla konuşmama gerek olmadığını...
Bana "Güzel" derdi o.
Hiç "beraber" olamadık. Şöyle haykıra haykıra söyleyemedik: Biz seviyoruz, diye...
Olsun.
Öyle bir sevdik ki; benim tarihimi yazdı mesela, onunkini bilmem zira hiç görüşmedik.


suspense

I got it.
There's an answer.
I got so lazy that i can't tell anyone.
Who?
Well, maybe...

22 Mart 2013 Cuma

cümleten

Nasıl kurulur cümleler?
Birbirinden ayrı iki el, nasıl cümle kurar?
Ne yazar, ne okur, ne konuşur, ne yer ne içer...
Ben seni sevdim, bir haziranda. Gözlerin yeşil, saçların esmer.
Küçüktüm o zaman. Tecrübesiz.
Ama kumların o saçlara nasıl karıştığını gördüm.
Ben seni öptüm, bir ağustosta. Gece ayazdı, kardeşin kazağını vermişti sırtına atmalık...
Deliydim o zaman. Tekinsiz.
Seviştik izinsiz, havlu atarak gizlice, havuzu boyladık, üzümlerle...
Ben sana aşık oldum, kör oldum, deli oldum, aptal oldum.. Bir eylülde.
Görüştük, seviştik, çarpıştık, öpüştük en çok.
Vedalaştık. Bir ekimde.

21 Mart 2013 Perşembe

güllerin içinden

Christian Grey'i okuyorum bu günlerde. "What the fuss was it all about" şekli...
Valla ben Amerikan toplumunun ne kadar muhafazakar olduğunu bilirdim de, bir İngiliz hatunun bunu böyle gözlerine gözlerine sokup, dünyalığını yapması hoşuma gitti harbi. Hele bir de eski gazeteci olunca:)

Nevruz'u karşıladık, malum... Yaşassııın! Bir kardeşlik havası, filan diyemeyeceğim. Olsa keşke gerçek. İnanabilsek.
Ama bu baharı, yazı her şeyden çok seven kulunuz kendini deniz kenarlarına attı tabii.
Bir elimde "Grinin 50 zımbırtısı", ötekinde sahil adabı uyarınca, bira, konuşlandım artık evin önüne. Beni mayısa kadar kimse kaldıramaz. Mayısta İçmeler'e göçerim zati...
Artık Grey'in move'larını bizzat tatbik mi ederiz, "sevgili" İngiliz misafirlerimize bu konuda ders mi veririz; hayat gösterir.
Velhasıl, newroz bahane, hava şahane.. Marmariste..

19 Mart 2013 Salı

brown sugar

Acı biber sürer(di) di mi anneler çocuklarının ağzına; yalan söylediklerinde, "kötü" bir şey yaptıklarında, vs...
Biz çok kötü şeyler yaptık...
Bugün bir arkadaşım bana mesela "yıllardır böylesi tatmin olmadığını" söyledi.
"E, iyi yapmışsın" dediğimde de, "Uzun zaman olmuştu... Gerçi senin rekorunu kıramayız!" diye de ekledi.
Bir başkası, "Haftaya geliyorum, ona göre, bir arkadaşımı da getireceğim, birini ayarlarsın artık" diye aradı.
Öteki, "Ya, sen bu işlerden anlarsın, şimdi ben adamla ilk defa yemeğe gidiyorum, ne kadar yiyeyim, hatta ne yiyeyim?!" şekli abarttı...
Ben çok kötü şeyler yaptım.
Ama galiba hepimizin ağzına "şeker" sürülme vakti gelmiş.

16 Mart 2013 Cumartesi

namütenahi uykusuzluğumuz

Kelebek'ten çok konuştuk ama, rüyasından, şairlerinden konuşmadık harbiden.
Muzaffer Tayyip, Rüştü Onur...
İnsan kilitlenir bazen yazarken.
Duvara yazmak, bulduğu herhangi bir şey değil de, duvara yazmak...
Kanıyla, gözyaşıyla.
Uykusuzluk (insomnia) bende de hayli mevcut.
Beraber duvara kanımla yazabileceğim, kanasam da çağırabileceğim bir "kankam" olmadı...
Ya da öyle bir sevgilim:
"Ben, gülebilmeniz için ağlayan
Ağlayabilmeniz için gülen adam
Ben bir tarik-i dünya
Hallac-ı Mansur'dan sonra
Benim derim yüzülecek
Zonguldak'ta
Ve gözlerime mil çekilecek.
Ben bir tarik-i dünya
Ne ev ne bark
Ne çoluk çocuk sahibi
Bütün malım mülküm
Ellerim, ayaklarım
Ve gözlerim.
Kupkuru bir kuyudayım ki
Yusuf'u özlerim..."


14 Mart 2013 Perşembe

harap oldu yine biçare gönül

Bugün evde temizlik yaptım.
Ben mi evi temizledim ev mi beni; bilmem, ama iyi geldi.
Takipçiler hatırlayacaktır; babamın meşhur kütüphanesini de "temizleyecektim."
Çöpe atacaktım, demek daha doğru. Kimin eski kanunlara, hukuk kitaplarına ihtiyacı var?
Gel gör ki bir giriştim, pir... Yok. Afalladım.
Sadece eski hukuk kitapları değildi çünkü söz konusu olan.
Bir dosyaya denk geldim mesela. Bildiğin iğrenç turuncumsu icra dosyası kılıklı bişey.
Baktım içine; benim hazırlıkta yanımda dolaştırdığım dosyanın içeriği elimde! Kedi-köpek resimleri, Sabonisler, Simon'lar, vs...
Sonradan hatırladım; eski evin bodrumunu su basmıştı, benim tüm külliyat yok olmuştu. Sanmıştım ben. Babam kurtarmış birkaç parçayı. Almış saklamış, dosyalamış.
Kendi fransızca notları çıktı sonra "dehlizden", abimin maç skoru tuttuğu defterler...
Ama en vurucusu anneme ait olanlardı tabii.
Şiirler...
Faruk Nafiz'li, Orhan Seyfi'li, Yahya Kemal'li...
Bazen kendi yazdığı -muhtemelen- ve belki Cahit Dayımın iştirak ettiği... (Defteri o hediye etmiş çünkü, 1954 aralık doğumgünü tarihli. Annem 18 yaşında!)
Şimdi kim neyi temizliyor hocam?

Sizi annemin bir şiiriyle bırakayım bari:
"Bıktım artık bu yollarda
Bu başı boş yürümeden
Ve ömrümü bir yük gibi
Peşim sıra sürümeden
Ne ışık kaldı ne de bir emel
Her arzumu boğdu bir el
Derim başa gelse ecel
Ah!.. O bile gelmez neden.."



12 Mart 2013 Salı

tanrı istemezse

O yaz "barışmak" için Olimpos'a gittiler. Evliliklerine son bir şans vermek için. Tek beraber iyi yapabildikleri şey yolculuk etmekti çünkü. Ve yaz.
Güzel bir pansiyon buldular, dalgalara nazır güneşlendiler, kitaplarını okudular, klimalı cibinlikli odalarında seviştiler. 
Yazlıkçılarla tanıştılar, pansiyon sahibiyle ahbap oldular, çaylar içtiler sağanak yağmurunda Olimpos'un çardaklarında.
Sonra bir gece, her şey iyi giderken, tam "kurtarılacak" gibiyken, bir tanesi şöyle yumurtlayıverdi: "Benim bir gün bir çocuğum olacak ama senden değil."
Alsan alınmaz satsan satılmaz.. Hoppaa.. Tılsım mılsım artık hak getire. Yitti Olimpos, dalgalar, dağlar, kumsal...
İkisi de anladı bunu.
Bir tanesi sarhoş olup odadaki cam masayı yerle bir etmeyi tercih etti, öteki bartender'la dalgalara karşı sevişmeyi.
Bir tanesi kanlı, kırık sızmayı seçti; öteki boynundaki boncukları tuvalete atıp sifonu çekmeyi.
Bir aşk hikayesi daha neticelendi Olimpos'ta. Tanrıların mekanında.
Yeniden başlamaya yüz tutmuşken üstelik..

10 Mart 2013 Pazar

cattalk

Oya Baydar'ın pek sevdiğim bir romanı vardır: Kedi Mektupları.
12 eylül sonrası birbirinden ayrı düşmüş, siyaseten sürgün edilmiş insanların, birbirlerine kedileri aracılığıyla yolladığı "mektuplar"...
Kediler nasıl mektup yazar? Sürünür. Koku bırakır. Bu en büyük akrabalarında da böyle; aslanlarda, kaplanlarda... Mekanı işaretleyip hükümdarlığını ilan etmekle kalmaz, haberleşir birbiriyle kediler.
Maviş öldükten sonra mahalledeki kediler bana resmen "taziye"ye gelmişti. Yok, daha kafayı yemedim, dalga da geçmiyorum.
Moda'daki evin iki sokak ötesindeki antikacının tasmalı özgür kedisi olduğunu sonradan anlayacağım, daha önce varlığından dahi haberdar olmadığım bir Van kedisi çıkageldi önce.
Apartman kapısını açarken benden önce fırt diye daldı, benimle beraber daireye girdi, Maviş'in eskiden oturduğu kanepeye konuşlandı, yalandı gayet sakin ve uyumaya koyuldu!
Tabii ben "Allahım, bana ne demeye çalışıyorsun" triplerindeyken, bir saat sonra filan uyandığında kendisine yemek ikram ettim, şöyle nezaketen bir iki lokma yedi, kapının önüne gitti, aç dedi, açtım, çıktı gitti...
Sonra evin ortak arka bahçesinde daha önce görmediğim bir kedi tezahür etti. Ya, valla yalan söylemiyorum, bu da bir Van kedisiydi!
Benim taşlığa tırmandı, mırın kırın etti önce, sonra yaltak yaltak... Konuşuyor mütemadiyen. Yemek koydum önüne, bir güzel sildi süpürdü. Bizim azgın sarmanlardan biri ufukta belirince "Git!" dedim, uyardım onu, "evine git..."
Kaçtı gitti. "Tamam" dedim, "tanrılar bana yeni bir Van kedisi göndermek istiyor." Hatta bunu gazetedekilere de söyledim, bana "Ha, tamam Ayşe sonunda delirdi" cinsinden baktılar.
Ama ertesi akşam beni kapıda her daim sokakta beslediğim "Çoraplı" adını taktığım tekir karşıladı. O da aynı şeyi yaptı; benimle beraber içeri girdi, Maviş'in koltuklarından birine oturdu, pencereleri kokladı, evi tavaf etti, sütünü içti, sevdirdi bir iki, çıktı gitti...
Şimdi sokakta beslediğim çok hayvan var ama en birinci "görevim" Karagöz. Ona ne zaman yemek indirsem, yemekten çok başka şeylerin derdinde olduğunu artık anlıyorum.
O benim paçama sürünmenin derdinde. Koklamanın. Belki Zuzu'ya bir mesaj yollamanın. Ya da ondan bir mektup almanın.

7 Mart 2013 Perşembe

portakal orada kal

Portakal suyu yanımda duruyor. İçmedi.
En güzel partilemeler değil midir onlar; eski arkadaşlar eski mekanda buluşur, saçlar sallanır, kara tişörtler, dövmeler çarpışır, gitar sololar, bünye eskiyle yıkanır...
?
Yok, adamın teki çıkageldi.
Ben seçtim onu -o öyle diyor- dışarı çıkardım bin yaşında amcanın yanına. Şarkılar söyledik beraber, sonra eve geldik.
Sabah uyandığımda, diyeceğim ama, uyumadım ki.. Ben başkasıyla aynı yatakta uyuyamıyorum artık.
O biraz uyudu. Uyandığında tabii ki ona "süper kahvaltı" hazırladım.
Gençliğimizi mi hatırladık, zaten yaşı benden ufaktı, rock'n'roll zamanlarımızı mı yad ettik; olabilir...
Ama illa kurcaladı. Sordu da sordu. Ben sorunca bir de evli olduğunu öğrendim, ve bir çocuğu bile olduğunu..
Sormamak lazım o kadar.
Neyse, portakalını bırakıp gitti, kocaman ayakkabılarıyla.

4 Mart 2013 Pazartesi

drowning

Tam yüzeye çıkacak gibi oluyorsun.. Bir şeyler aşağı çekiyor. Hep.
Kararlar alıyorsun, ilişkilerine son veriyorsun, başlatıyorsun, ışıkları açıyorsun, kapatıyorsun, yemek yapıyorsun, su içiyorsun, hep, bal yiyorsun sabahları, sonra maydonoz, limonlu su, telefonlarına cevap vermiyorsun, kitaplarını okumuyorsun, maç seyretmeye gidiyorsun kalabalığa karışıyorsun, karışmıyorsun, evde, terasta, salonda, odanda oturuyorsun, üşüyorsun, klima yakıyorsun bunalıyorsun, yorganı örtüyorsun terliyorsun, yürüyorsun sahil boyu, yürüyorsun, eee?
Tam yüzeye çıkacak gibi oluyorsun...

2 Mart 2013 Cumartesi

25 Şubat 2013 Pazartesi

büyük

Sanırım artık kendimi sevme yaşına geldim.
The big 40? Gerçi hepsine "big" diyorlar, 30'una da, 27'sini idrak edeli çok oldu...
İki yıldır aynı küpe, boncuk bileklik ve standart gümüş çatalımla geziyorum. Ha, bir de "8" yüzüğü... (infinity filan değil, bilen 8'li bilir:)
Artık takılmıyorum olaylara, sözlere.. "Akışına bırakıyorum."
İnsan biraz da "çişli" mi oluyormuş 40'ında? Cure, Robert Smith uyarmıştı bizi, Türkan Şoray da...
Olur olmaz ağlıyorum bir tek; sanki bütün o yıllar War Horse seyrederken ya da Efes basketbol takımı reklam filmi, hoop, akıveriyor.
Sanırım artık kendimi öldürme yaşımı geçtim.
Öldü çünkü.
Bu yeni era. Bundandır gözyaşları...
Heyecanlı mıyız arkadaşlar?

22 Şubat 2013 Cuma

business

Sonunda kaybedeceğini bildiğin bir oyuna neden başlarsın?
Başlarsın.
Başladığın zaman, zaten kaybetmeye de başlamışsındır:)
O kadar çok kafa dönenip duruyor ki kafamda; eski yazıişleri müdürleri, fellow editör cenap, sayfa sekreterleri....
Beni ilk Sabah binasının matbaasına gönderdiklerine kadar... (Prooflara bakmaya... Renkler karışmış mı, spotlar yerli yerinde mi, hesabı..)
O zamanmış meğer, "virüsü kapmak".
Bünye bir defa o kokuyla, parmakların klavyede dans edişiyle tanışınca iflah olmazmış.
Serdar Turgut öyle bir şey söylemişti: "Gazeteciler başka hiçbir iş yapamazlar" diye...
Hakikaten yapamıyorlar.
Neden acaba?
"Kirliliği" mi görüyorlar, "olmayacağını" mı?
Parmaklarım simsiyah çıkmıştım o matbaadan, sevinçle, ilk yazım yayımlanacaktı çünkü ertesi gün babama da gösterebilecektim.
Parmaklar artık temiz. Deniz suyuyla yıkandı.

pazar yeri

Bugün Marmaris pazarına gittim standart, her perşembe yapmaya çalıştığım üzere.
Artık en çok pazarda sosyalleşiyorum; bütün hatunları tanıyorum, kerevizci adamı, sadece mantar satan amcayı, otçu teyzeyi, bizim peynirci biraderler zaten malum...
Girişteki domatesçim bana kendine ayırdığı domatesleri verdi mesela geç geldiğim için, vs...
Herbiri verdiğin paranın üstüne mal koyuyor torbana. Seçmene izin verdikleri gibi, halini hatrını sorarlar, ama gerçek...
Çıkışta seni bekleyen taksi, "Abla, ben senin evi biliyom, teyzem de yanında mı" diye alır, para bile istememeye kalkar, şerefsiz!
İstanbul'dan çok farklı di mi, bro?

18 Şubat 2013 Pazartesi

elder women

Dün akşam Bono'da maç seyrederken, bara konuşlanmış, yanda oturan çifte takıldım.
Hatun sarman filan yapmış saçları ama, belli ki en az 50'sinde.
Adam desen, tam bir hödük. Üzerinden sarkan leş bir ceket, uzun burunlu ayakkabılar; tipi zaten fena.. Ama genç. Bela geliyorum demiyor, gelmiş.
Kadın bizim mekanın -övünmek gibi olmasın benim alıştırdığım- kedisini sevmekle meşgul, hatta kedinin kürklü mantosunda uyumasına izin veriyor. Gözüme girdi yani. Arada paslaşıyoruz, kaçamak bakış hesabı, gülümse, gülümse Ayşe...
Adam ne zaman masadan kalksa hatun suratıma bakıyor, sorar gibi; "Napıyorum ben bu öküzle acaba?"
Bir ara, maç bitiminde, eh zaferin de verdiği sarhoşlukla, "Hakikaten napıyorsun bacı? Kalk şurdan" demeyi filan düşündüm.
Sonra vazgeçtim tabii.
Muhtemelen hesabı kadın vermiştir, adamın dil dökmelerine kanmayı tercih etmiştir.
E, başıma gelmedi değil. Artık bizim yaş da kemale erdi, hatta bazılarının tabiriyle "karta kaçtık."
Fayda isteyen tayfa kalabalık, ama şunu unutuyorlar: Bizim onlara öğretecek daha çok şeyimiz var.
En azından haysiyetli davranıyorum, davrandım diye düşünüyorum. "Sabah çok güzel uyuyordun seni uyandırmak istemedim hayatım" cümlesini sarf etmemişimdir mesela hayatta.
Ayrıca artık gardımı da feci aldım.
Keşke o herif kediye bulaşmaya kalksaydı, hatun da dünya da bir pislikten kurtulurdu...

15 Şubat 2013 Cuma

zuzu firarda

Bugün Zuzu'nun doğumgünü.
8 yıl önce bugün, Ziverbey'de, terk edilmiş, terk etmiş, evlendiğim evde, Mavişimle haber bekliyorduk yan kapıdan.
Zira anne, çapkın Pamuk büfelerden düşmüş erken doğum yapmıştı. Komşu Memnune mucize eseri dünyaya getirdi Zuzu'yu.
O biberonlarla besledi, biz nöbet tuttuk.
Sonra annemlere taşındı Zuzu. Pamuk, kendisi bile o bol kedili evde yapamıyordu çünkü, bi de yavrusunu nasıl koruyacaktı..
Ayrılık sahnesi hoş olmadı tabii, ama gittiği yerden emindik en azından. Zuzu daha emin ellerde olamazdı.
Sonra benim yeğenlere abilik yapma sırası geldi Zuzu'ya. Biri ondan bir yaş küçük, öteki üç; ikisi de meftunlar. Kucak dolusu seviyorlar onu, o da hiç ses etmiyor.
Tek sinir olduğum şey her annemi ziyaret ettiğimde Zuzu'yu yukarıdaki "odasında" hapis bulmaktı. Bir kediye yapılacak son şeydir; zaten evden çıkarmıyorsun bir de odaya hapset...
"Kızım çok mutlu odasında Zuzu.."
Zuzu'nun ne kadar mutsuz olduğu Marmaris'e taşınınca belli oldu. Maviş ölünce annem tutturdu; "Zuzu'yu al, al al!"
İlk önce karşı koydum. Pek çok hayvan besleyenin -ve kaybedenin- anlayacağı sebeplerden.
Sonra tarih Zuzu lehine çalıştı; ben taşınınca, annem de takip edince, başka çare kalmadı.
Onu bir kez İstanbul'a geri götürmeyi denedik; Sabiha Gökçen tarihi yazdı bu kez: "Dalaman'dan gelen beyaz kedinin sahibi, lütfen danışmaya!"
Zuzu firar etti. Havaalanında koştu, koştu. Uçakların tekerlerine girdi, yağlandı. Uçuşlar iptal edildi. "Alanda kedi var!"
Kafesini bir tekmeyle açıp kaçan Zuzu neyin peşindeydi bilinmez, ama ben onun peşindeyim artık. Sonuna kadar.

14 Şubat 2013 Perşembe

my funny valentine

Sevgililer gününüz kutlu olsun.
Yalnızlara da kutlu olsun.
Kadınlara en çok kutlu olsun.
Kutlu.. Mutlu.. Tatlı.. Çuku..lata.. Çiçek?
Zuzu masada kendime aldığım frezyaları yiyor. İyi de yapıyor.

http://www.youtube.com/watch?v=jvXywhJpOKs


13 Şubat 2013 Çarşamba

höyt!

En sevdiğim dizi karakteri Behzat Ç.
Kuzey'i seviyorum, Karadayı'yı bazen...
Ama Hayalet'i de seviyorum, Ayten Hanım'ı da, komiser Kibrit'i de...
Bir tarafım kırıp dökmek istiyor yani, ötekisi toparlamak..
Her akşam muntazaman annemi arıyorum.
Ara. Rahatla.
Bazen.
Ara karakterlerde çuvallıyorum; Barış, mesela, katil mi?
Akbaba suçlu mu?
Erdal Bakkal kötü mü?:)

11 Şubat 2013 Pazartesi

hali pür melal

Ben çook sıkıldım bu memleketin halinden. Ondandır kendimi yabancı dizilere vurmam, burnumu dışarı çıkarmamam.
Boyunsuz bakanımız açıklama yapıyor şu an; ne olduğunu bilmediğini anlatıyor: "Arkadaşlarımız tespit edecek."
Ya, ben de öyle arkadaşlar istiyorum. Tespit eden. Ne oluyor?
Bu sabah Sabrina'yı seyretmiştim oysa, pek mutluydum; Audrey Hepburn'lü, Humphrey Bogart'lı.. Eski, güzel. Eşarplı, Martinili, açık arabalı, siyahlı beyazlı, kısa saçlı, gözyaşlı, eski.. Güzel..
Bogart gemiye bilet aldığına dair bile yalan söyleyemiyordu.
Başbakanımız şu an yine "hassasiyetini" dile getiriyor.
Ya, ben de çok hassasım. Hadi hep beraber hassas olalım.
N'oldu o mendilli günlere yahu? Internette eridi gitti mi?
Kadınlar, öpmeye korktuğunuz, dövülesi mi oldu?
O tatlı flörtlere, gülüşmelere, gizli gizli aramalara, bulamamalara, evden almalara, bırakılmalara.. N'oldu amk?
İnsanoğlu, "man", kolay erişebildiği an, güzelliği unuttu.
Beklemeyi unuttu, dua etmeyi; sancılar çekmek yerine hop diye konmayı tercih etti.
Ve tabii bu cezasız kalmaz.
Bazısına göre; "konjonktür değişir."
Hayat değişti, dünya değişti, soran yok.

8 Şubat 2013 Cuma

kaybedenler kulübü

212 249 50 76
Eskiden, bundan 15 yıl kadar önce, her pazartesi, salı, perşembe akşamı 11'den sonra deli gibi çevirdiğim numaraydı bu. Düşürene kadar.
Tuzla'da ders çalışırken, çevirmeli telefonla, Ataköy'de annemleri uyutup salonun kapısını kapatıp gizlice.. Ama ısrarla.
Bir radyo programının numarasıydı bu. Kaybedenler Kulübü. Kent FM.
Kaç kez konuştum, bazen terslendim, suratıma telefon kapatıldı, bazen dakikalarca muhabbet ettim, şarkılar çaldırdım.. Nickname'im bile vardı -ki o zaman çok övünülecek bi şeydi o- Ayşe Ayşe...
Tabii bütün bunlar psikopata bağlayıp radyo kapılarında sabahlamadan -Gümüşsuyu'nda-, gazeteci kılığına girip dj'lerle tanışmadan önceydi..
Ama sonra o kılık uydu, iyi mi.. Röportajı gönderdiğim Yeni Yüzyıl çağırdı beni, ben öyle gazeteci oldum!
Bir "Yalnızlar Partisi" çıkışı, ayıp, ayılıp, kendime gelip, öyle evlendim.
Yıllar sonra lanet olası Can'ı kaybedenlerin mabedi Trip'e götürüp öyle ayrıldım.
Hayatımın tek black out'unu, en ilginç deneyimini, Maltepe sokaklarında, karda kışta, kaybedenlerin peşinde yaşadım.
Onların yayında olduğu akşamlar benim kendime kaçtığım, herkesten azade, kanepeye -o zamanlar- walkman'imle gömüldüğüm, kimseyi umursamadığım, aynı kitapları okuduğum, aynı esprilere güldüğüm, aynı şarkıları dinlediğim akşamlardı.
Bu akşam bi baktım, Standart FM'de yayındalar.
'Retro' bi comeback yaptılar ya...
Aradım, mesaj bıraktım. Artık öyle bağlanıyorsun yayına malum, texting...
Aramadılar.
Canları sağolsun. Hep olsun onlar. Kesin yine hayatımda bir fark yaratma peşindeler...