26 Nisan 2013 Cuma

alaca parker

Zuzu da değildi ilk kalbimi çelen, Maviş de... Alaca'ydı.
Marmaris'in eski pansiyon evlerinden, Poyraz Pansiyon'da, arka bahçede tulumbanın yanında serin serin uyurken buldum onu.
Çocuk, yavaş yavaş yaklaştım, kıpırdamadı, kafasını sevmeye yeltendim, şöyle bir sıçradı sonra kaçıp gitti.
O zamanki hedefim, 10 yaş, belli olmuştu: O kediyi tekrar bahçeye getirmek.
Besledim, alıştırdım ve zamanla asmalardan benim yatak odama tırmanacak kıvama getirdim.
Ama biz her kış maalesef İstanbul'a dönüyorduk. Ve onu yanımda götüremiyordum. Sevgili dedem baktı ona, ben yokken, gömlek cebinde sakladığı tarağıyla tüylerini taradı. Her yaz geri döndüğümüzde "Ayşe, kedin burada, iyi" dedi. (Babaannemin süpürgeyle kovaladığını anlatmadı tabii..)
Sonra.... Sonra Alaca bize "insanlığı" öğretti.
Pansiyon yıkıldı. Yerine otel yapıldı. Hayvan inşaatta yaşadı iki yıl boyunca sırf babam orada ve orası evi diye.
Geri döndüğümde çağırdım onu, her zamanki gibi geldi, bacaklarıma süründü, oturttu beni kaldırıma ve gece boyunca sadece kucağımda uyudu.
Ertesi sene geldiğimde, aradım taradım, bulamadım Alacamı. Komşulara sordum, sokakları dolaştım, yok.
Dedem ölmüştü. Babam oteli bırakmıştı.
Alaca en son yüzünü yine "evinin" önünde gösterdi; o kocaman, sokakların efendisi gitmiş, yerine cılız bir sokak kedisi gelmişti. Baktı, gitti.

PS: Fotoğraftaki Alaca değil. Calicolar hep dişi olur derler, ama o erkekti! Benzerini bulamadım.

2 yorum:

  1. Başlıklarını sevdiğimi söylemiş miydim? :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. yes, the titles:)
      bana başlıkçı derlerdi gastede

      Sil