30 Mart 2013 Cumartesi

end of an era

Kıvılcım'la ne zamandır plan yapıyoruz; tanışmamızın, Marmaris tarihimizin 20. yılını nasıl idrak etsek diye...
Kısmet böyleymiş: Davy Jones'umuz, 'Locker'ımız kapandı iyi mi...
Kötü haberi dün aldık, çarşamba şüphelenmiştik zaten, kapıda kilit görünce, Ümit Abi de ne zamandır bir şeyler geveleyip duruyordu... Velhasıl Marmaris artık Davy Jones'suz.
Nereden başlasak... Dışarıda bidonlar üzerinde bira içerek, camlara itinayla Efes etiketleri yapıştırarak, "Mustang Sally" dinleyerek, baraka tuvaleti hiç umursamadığımız tanışma günlerimizden mi...
Mekan derlenip toparlanıp, pembe bile olup, sonra yanıp kül olduğunda küllerinden yükselen siyah güzel halinden mi?
Benim Yeni Yüzyıl'da hakkında yazdığım yazının, onlarca müdavimin fotoğrafının duvarlarını gururla süslediği, Athena'yı "yetiştirdiğimiz", Ortaçgil dinlediğimiz, Andy'lerle coştuğumuz zamanlardan mı?
Mini şortumla güneşte esmerleşmiş bacaklarımı şöyle bir uzatıp pencere kenarında Marmaris gece hayatına ve "hayata" nazır demlenmeyi en çok sevmemden mi...
"Yellow Moon"dan, "Ain't No Sunshine"dan mı?
Bir sürü güzel insan tanıdık biz Davy Jones'ta. Dans ettik, tökezledik, düştük, sarhoş olduk, çok eğlendik hep. Sevgililerimiz oldu, dertlerimiz. Ama her durumda gelinecek adres belliydi.
Şimdi yersiziz.

27 Mart 2013 Çarşamba

love me do

Gel, dediğinde, 17 yaşımdaydım.
Gittim.
Nereye istediyse.
Geldim.
Nasıl istediyse.
Bana bakirelerin de orgazm olabileceğini öğretti.
Ve aptallarla konuşmama gerek olmadığını...
Bana "Güzel" derdi o.
Hiç "beraber" olamadık. Şöyle haykıra haykıra söyleyemedik: Biz seviyoruz, diye...
Olsun.
Öyle bir sevdik ki; benim tarihimi yazdı mesela, onunkini bilmem zira hiç görüşmedik.


suspense

I got it.
There's an answer.
I got so lazy that i can't tell anyone.
Who?
Well, maybe...

22 Mart 2013 Cuma

cümleten

Nasıl kurulur cümleler?
Birbirinden ayrı iki el, nasıl cümle kurar?
Ne yazar, ne okur, ne konuşur, ne yer ne içer...
Ben seni sevdim, bir haziranda. Gözlerin yeşil, saçların esmer.
Küçüktüm o zaman. Tecrübesiz.
Ama kumların o saçlara nasıl karıştığını gördüm.
Ben seni öptüm, bir ağustosta. Gece ayazdı, kardeşin kazağını vermişti sırtına atmalık...
Deliydim o zaman. Tekinsiz.
Seviştik izinsiz, havlu atarak gizlice, havuzu boyladık, üzümlerle...
Ben sana aşık oldum, kör oldum, deli oldum, aptal oldum.. Bir eylülde.
Görüştük, seviştik, çarpıştık, öpüştük en çok.
Vedalaştık. Bir ekimde.

21 Mart 2013 Perşembe

güllerin içinden

Christian Grey'i okuyorum bu günlerde. "What the fuss was it all about" şekli...
Valla ben Amerikan toplumunun ne kadar muhafazakar olduğunu bilirdim de, bir İngiliz hatunun bunu böyle gözlerine gözlerine sokup, dünyalığını yapması hoşuma gitti harbi. Hele bir de eski gazeteci olunca:)

Nevruz'u karşıladık, malum... Yaşassııın! Bir kardeşlik havası, filan diyemeyeceğim. Olsa keşke gerçek. İnanabilsek.
Ama bu baharı, yazı her şeyden çok seven kulunuz kendini deniz kenarlarına attı tabii.
Bir elimde "Grinin 50 zımbırtısı", ötekinde sahil adabı uyarınca, bira, konuşlandım artık evin önüne. Beni mayısa kadar kimse kaldıramaz. Mayısta İçmeler'e göçerim zati...
Artık Grey'in move'larını bizzat tatbik mi ederiz, "sevgili" İngiliz misafirlerimize bu konuda ders mi veririz; hayat gösterir.
Velhasıl, newroz bahane, hava şahane.. Marmariste..

19 Mart 2013 Salı

brown sugar

Acı biber sürer(di) di mi anneler çocuklarının ağzına; yalan söylediklerinde, "kötü" bir şey yaptıklarında, vs...
Biz çok kötü şeyler yaptık...
Bugün bir arkadaşım bana mesela "yıllardır böylesi tatmin olmadığını" söyledi.
"E, iyi yapmışsın" dediğimde de, "Uzun zaman olmuştu... Gerçi senin rekorunu kıramayız!" diye de ekledi.
Bir başkası, "Haftaya geliyorum, ona göre, bir arkadaşımı da getireceğim, birini ayarlarsın artık" diye aradı.
Öteki, "Ya, sen bu işlerden anlarsın, şimdi ben adamla ilk defa yemeğe gidiyorum, ne kadar yiyeyim, hatta ne yiyeyim?!" şekli abarttı...
Ben çok kötü şeyler yaptım.
Ama galiba hepimizin ağzına "şeker" sürülme vakti gelmiş.

16 Mart 2013 Cumartesi

namütenahi uykusuzluğumuz

Kelebek'ten çok konuştuk ama, rüyasından, şairlerinden konuşmadık harbiden.
Muzaffer Tayyip, Rüştü Onur...
İnsan kilitlenir bazen yazarken.
Duvara yazmak, bulduğu herhangi bir şey değil de, duvara yazmak...
Kanıyla, gözyaşıyla.
Uykusuzluk (insomnia) bende de hayli mevcut.
Beraber duvara kanımla yazabileceğim, kanasam da çağırabileceğim bir "kankam" olmadı...
Ya da öyle bir sevgilim:
"Ben, gülebilmeniz için ağlayan
Ağlayabilmeniz için gülen adam
Ben bir tarik-i dünya
Hallac-ı Mansur'dan sonra
Benim derim yüzülecek
Zonguldak'ta
Ve gözlerime mil çekilecek.
Ben bir tarik-i dünya
Ne ev ne bark
Ne çoluk çocuk sahibi
Bütün malım mülküm
Ellerim, ayaklarım
Ve gözlerim.
Kupkuru bir kuyudayım ki
Yusuf'u özlerim..."


14 Mart 2013 Perşembe

harap oldu yine biçare gönül

Bugün evde temizlik yaptım.
Ben mi evi temizledim ev mi beni; bilmem, ama iyi geldi.
Takipçiler hatırlayacaktır; babamın meşhur kütüphanesini de "temizleyecektim."
Çöpe atacaktım, demek daha doğru. Kimin eski kanunlara, hukuk kitaplarına ihtiyacı var?
Gel gör ki bir giriştim, pir... Yok. Afalladım.
Sadece eski hukuk kitapları değildi çünkü söz konusu olan.
Bir dosyaya denk geldim mesela. Bildiğin iğrenç turuncumsu icra dosyası kılıklı bişey.
Baktım içine; benim hazırlıkta yanımda dolaştırdığım dosyanın içeriği elimde! Kedi-köpek resimleri, Sabonisler, Simon'lar, vs...
Sonradan hatırladım; eski evin bodrumunu su basmıştı, benim tüm külliyat yok olmuştu. Sanmıştım ben. Babam kurtarmış birkaç parçayı. Almış saklamış, dosyalamış.
Kendi fransızca notları çıktı sonra "dehlizden", abimin maç skoru tuttuğu defterler...
Ama en vurucusu anneme ait olanlardı tabii.
Şiirler...
Faruk Nafiz'li, Orhan Seyfi'li, Yahya Kemal'li...
Bazen kendi yazdığı -muhtemelen- ve belki Cahit Dayımın iştirak ettiği... (Defteri o hediye etmiş çünkü, 1954 aralık doğumgünü tarihli. Annem 18 yaşında!)
Şimdi kim neyi temizliyor hocam?

Sizi annemin bir şiiriyle bırakayım bari:
"Bıktım artık bu yollarda
Bu başı boş yürümeden
Ve ömrümü bir yük gibi
Peşim sıra sürümeden
Ne ışık kaldı ne de bir emel
Her arzumu boğdu bir el
Derim başa gelse ecel
Ah!.. O bile gelmez neden.."



12 Mart 2013 Salı

tanrı istemezse

O yaz "barışmak" için Olimpos'a gittiler. Evliliklerine son bir şans vermek için. Tek beraber iyi yapabildikleri şey yolculuk etmekti çünkü. Ve yaz.
Güzel bir pansiyon buldular, dalgalara nazır güneşlendiler, kitaplarını okudular, klimalı cibinlikli odalarında seviştiler. 
Yazlıkçılarla tanıştılar, pansiyon sahibiyle ahbap oldular, çaylar içtiler sağanak yağmurunda Olimpos'un çardaklarında.
Sonra bir gece, her şey iyi giderken, tam "kurtarılacak" gibiyken, bir tanesi şöyle yumurtlayıverdi: "Benim bir gün bir çocuğum olacak ama senden değil."
Alsan alınmaz satsan satılmaz.. Hoppaa.. Tılsım mılsım artık hak getire. Yitti Olimpos, dalgalar, dağlar, kumsal...
İkisi de anladı bunu.
Bir tanesi sarhoş olup odadaki cam masayı yerle bir etmeyi tercih etti, öteki bartender'la dalgalara karşı sevişmeyi.
Bir tanesi kanlı, kırık sızmayı seçti; öteki boynundaki boncukları tuvalete atıp sifonu çekmeyi.
Bir aşk hikayesi daha neticelendi Olimpos'ta. Tanrıların mekanında.
Yeniden başlamaya yüz tutmuşken üstelik..

10 Mart 2013 Pazar

cattalk

Oya Baydar'ın pek sevdiğim bir romanı vardır: Kedi Mektupları.
12 eylül sonrası birbirinden ayrı düşmüş, siyaseten sürgün edilmiş insanların, birbirlerine kedileri aracılığıyla yolladığı "mektuplar"...
Kediler nasıl mektup yazar? Sürünür. Koku bırakır. Bu en büyük akrabalarında da böyle; aslanlarda, kaplanlarda... Mekanı işaretleyip hükümdarlığını ilan etmekle kalmaz, haberleşir birbiriyle kediler.
Maviş öldükten sonra mahalledeki kediler bana resmen "taziye"ye gelmişti. Yok, daha kafayı yemedim, dalga da geçmiyorum.
Moda'daki evin iki sokak ötesindeki antikacının tasmalı özgür kedisi olduğunu sonradan anlayacağım, daha önce varlığından dahi haberdar olmadığım bir Van kedisi çıkageldi önce.
Apartman kapısını açarken benden önce fırt diye daldı, benimle beraber daireye girdi, Maviş'in eskiden oturduğu kanepeye konuşlandı, yalandı gayet sakin ve uyumaya koyuldu!
Tabii ben "Allahım, bana ne demeye çalışıyorsun" triplerindeyken, bir saat sonra filan uyandığında kendisine yemek ikram ettim, şöyle nezaketen bir iki lokma yedi, kapının önüne gitti, aç dedi, açtım, çıktı gitti...
Sonra evin ortak arka bahçesinde daha önce görmediğim bir kedi tezahür etti. Ya, valla yalan söylemiyorum, bu da bir Van kedisiydi!
Benim taşlığa tırmandı, mırın kırın etti önce, sonra yaltak yaltak... Konuşuyor mütemadiyen. Yemek koydum önüne, bir güzel sildi süpürdü. Bizim azgın sarmanlardan biri ufukta belirince "Git!" dedim, uyardım onu, "evine git..."
Kaçtı gitti. "Tamam" dedim, "tanrılar bana yeni bir Van kedisi göndermek istiyor." Hatta bunu gazetedekilere de söyledim, bana "Ha, tamam Ayşe sonunda delirdi" cinsinden baktılar.
Ama ertesi akşam beni kapıda her daim sokakta beslediğim "Çoraplı" adını taktığım tekir karşıladı. O da aynı şeyi yaptı; benimle beraber içeri girdi, Maviş'in koltuklarından birine oturdu, pencereleri kokladı, evi tavaf etti, sütünü içti, sevdirdi bir iki, çıktı gitti...
Şimdi sokakta beslediğim çok hayvan var ama en birinci "görevim" Karagöz. Ona ne zaman yemek indirsem, yemekten çok başka şeylerin derdinde olduğunu artık anlıyorum.
O benim paçama sürünmenin derdinde. Koklamanın. Belki Zuzu'ya bir mesaj yollamanın. Ya da ondan bir mektup almanın.

7 Mart 2013 Perşembe

portakal orada kal

Portakal suyu yanımda duruyor. İçmedi.
En güzel partilemeler değil midir onlar; eski arkadaşlar eski mekanda buluşur, saçlar sallanır, kara tişörtler, dövmeler çarpışır, gitar sololar, bünye eskiyle yıkanır...
?
Yok, adamın teki çıkageldi.
Ben seçtim onu -o öyle diyor- dışarı çıkardım bin yaşında amcanın yanına. Şarkılar söyledik beraber, sonra eve geldik.
Sabah uyandığımda, diyeceğim ama, uyumadım ki.. Ben başkasıyla aynı yatakta uyuyamıyorum artık.
O biraz uyudu. Uyandığında tabii ki ona "süper kahvaltı" hazırladım.
Gençliğimizi mi hatırladık, zaten yaşı benden ufaktı, rock'n'roll zamanlarımızı mı yad ettik; olabilir...
Ama illa kurcaladı. Sordu da sordu. Ben sorunca bir de evli olduğunu öğrendim, ve bir çocuğu bile olduğunu..
Sormamak lazım o kadar.
Neyse, portakalını bırakıp gitti, kocaman ayakkabılarıyla.

4 Mart 2013 Pazartesi

drowning

Tam yüzeye çıkacak gibi oluyorsun.. Bir şeyler aşağı çekiyor. Hep.
Kararlar alıyorsun, ilişkilerine son veriyorsun, başlatıyorsun, ışıkları açıyorsun, kapatıyorsun, yemek yapıyorsun, su içiyorsun, hep, bal yiyorsun sabahları, sonra maydonoz, limonlu su, telefonlarına cevap vermiyorsun, kitaplarını okumuyorsun, maç seyretmeye gidiyorsun kalabalığa karışıyorsun, karışmıyorsun, evde, terasta, salonda, odanda oturuyorsun, üşüyorsun, klima yakıyorsun bunalıyorsun, yorganı örtüyorsun terliyorsun, yürüyorsun sahil boyu, yürüyorsun, eee?
Tam yüzeye çıkacak gibi oluyorsun...

2 Mart 2013 Cumartesi