19 Mart 2019 Salı

Salinger ve Clapton: iki dahinin hikayesi


Bu ara biyografilere taktım.
Freddie'nin Oscar'lı Malek'li 'belgeseli' Bohemian Rhapsody'yi hepimiz hayranlık, özlem ve gözyaşlarıyla seyrettik..
Geçenlerde iki farklı dahinin hikayesine denk geldim; farklı ama çok benzer..

J. D. Salinger: Amerikan edebiyatının Hemingway'den sonra en büyük ikonu sayılan, 20. yüzyılın kült kitabı 'Catcher in the Rye'ı yazdıktan sonra yıllarca bir şey yayınlamayan, inzivaya çekilen yazarı..
Salinger'ı 'tanımlayan' olay II. Dünya Savaşı'nda Almanya Fransa cephesinde 299 gün geçirmesi olmuş. Hatta Gönülçelen'i yazmaya cephede başlamış. Hem D-day'i (Normandiya çıkarması) hem V-day'i (Paris'in kurtuluşu) görmüş. Savaş bittiğinde Dahau toplama kampındaki manzara tabii ki onu en çok etkilemiş.
İnsanlığa inancını yitirmiş J.D. Bir yıla yakın hastanede depresyon tedavisi görmüş. Onu merak eden o kadar sayıda araştırmacı yazar var ki; hani bir yazar neden yüzyılın en çok satan kitabını yazıp ortadan kaybolur diye, hepsi onun orada delirdiği konusunda hemfikir. Halbuki komşuları arada bir kasabaya inip mektuplarını aldığını, yemek yeyip sohbet ettiğini anlatıyor.
Yazmaya devam etmiş aslında Salinger ama yayınlamak istememiş. Bunu öğrenen ve kapısına gelen gazeteciyi de 'Senin yüzünden özgürlüğümden oldum! Rahatsız etme beni. Aramızdaki fark şu: Sen dünyayı seviyorsun' diye terslemiş..
Salinger 2010'da 91 yaşında öldü. Üçüncü eşi ve kızı ardında bıraktığı eserleri peyderpey yayınlamaya devam ediyorlar..

Eric Clapton: Belki de yaşayan en büyük gitar virtuozu. Kurduğu sayısız grubu, Cream efsanesini anlatmaya gerek yok.. Oğlunu 4 yaşında trajik bir şekilde kaybettiğini biliyorduk da, aslında bu olayın kurtuluşuna sebep olduğunu bilmiyorduk.
Meğer Clapton'ın hayatının trajedisi 10 yaşındayken onu büyüten annesi diye bildiği kişinin babaannesi, ablasının da gerçek annesi olduğunu öğrenmesiymiş. Annesi onu istemediğinde 'Hiç bu kadar yalnız hissetmemiştim' diye anlatıyor.
O da kendini müziğe veriyor. The Who'nun gitaristi Pete Townshend gibi, ilk gitarını kendisi yapıyor. Sonrası malum, geceler boyu çalıyor, efsane doğuyor..
Ama Clapton'un yüzündeki o dünyaya bir çeşit nefret ve kırgınlıkla bakan ifade hiç değişmiyor.
70'ler.. O zamanlar LSD kullanmayanı dövüyorlar.. Uyuşturucunun tuzağına kolayca düşüyor Clapton. En iyi arkadaşı George Harrison'ın karısına aşık olunca işler daha karışıyor, Leyla ile Mecnun'dan esinlenip Leyla'yı yazıyor.. Ama evden çıkmıyor artık. Yıllarca.
Sadece içiyor. 'Hayattan nefret etmeme rağmen intihar etmedim. Çünkü ertesi gün bir daha içecektim' diye anlatıyor o günleri. Ölmeye çalışıyor Clapton.
Sonra onu hayata bağlayan tek şeyi, oğlunu kaybediyor ve bir karar veriyor: Eğer ben buradan çıkarsam herkes çıkabilir.
Şimdi üç çocuğu ve eşiyle 'mutluyum' dediği bir yaşam sürüyor, konser vermeye devam ediyor Eric Clapton. Hatta tedavi masrafını ödeyemeyenler için bir rehabilitasyon merkezi açmış.

Biri savaştan, diğeri annesinden yaralı iki dehanın asıl yarası dünya ve hayat galiba.. Ve o yüzden bu denli yaratıcı, isyankar ve devrimciler. Eh, o satırlar dertsiz yazılmıyor, o gitar boşuna konuşturulmuyor...


4 Mart 2019 Pazartesi

dawa



Benim kavgam, benim kedim..
Dayılarım giriyor rüyama, sevimli, terasta oturmak isteyen, yatağımda uzanan..
Sonra abim giriyor sahneye, annemin asabını bozan..
Ne yapacağımı şaşırdım.
Bir de kadir kıymet bilmeyenler var.
Onların bütün derdini dinlersin, yarenlik edersin, evini açarsın, siktir olup giderler.
Ne yapmak lazım bilmiyorum.

Benim savaşım benim kedim