24 Eylül 2012 Pazartesi

yok mu benzerin

Dün gece birine evlenme teklif ettim. 
Yaptım bunu.
İlk defa; ama ikimizin de ilk evliliği olmayacak, o ayrı....
Niye?
Sormadan önce düşündüm.
Sanırım ilk orgazmdan sonraydı.
Ciddiye alır mı diye... 
Aldı galiba; nitekim sustu.
Marmarise herkes tedavi olmaya geliyor. Ben de şey: Prof. Ayşe şekli; sanki bende çok akıl kalmış gibi başkalarına satıyorum. 
İşin kötüsü satmıyorum da...
O da bana bişeyler anlatmaya gelmiş, standart. 
Anlatmış, rahatlamış.
Hancı, yolcu hesabı mı, ne desek? 
En iyisi biz vergi vermeye devam:)

15 Eylül 2012 Cumartesi

small hours

Böyle zamanda özlüyorum sevgilimi. Bana dokunuşunu, bir şeyler anlatmaya çabalamasını.
Böyle zamanlarda. Aramasını. Konuşamamasını.
Kokusunu en çok, böyle zamanlarda, yastığa başımı koyduğumda yiten kokusunu.
Şarkı söylerdi bazen, yatakta.
Sesini; o emreden ama lütufkar seslenişini. Haykırışını...
Bakışını: Karanlık.
Sıkı sımsıkı sarılmasını, kocaman.
Böyle zamanlarda uyuyorum.
Uyumaya karar veriyorum.

12 Eylül 2012 Çarşamba

marsık olcez

Benim iki evim vardı çocukken. Babam geceden beni dedemlere bırakırdı, sabah kaldırması zor olur diye -o zamandan belliymiş- sabah gözlerimi en sevdiğim dedem ve Edibe Yenge'min ortasında açardım. Yan odada en sevdiğim kuzenim Nur Ablam... (Aman, ötekiler duymasın...)
Nur Abla'nın odası küçük bir kız çocuğu için keşfedilesi bir yerdi. O zaten paylaşırdı benimle her şeyi, ama ben yine de bakmaya, araştırmaya, dinlemeye, gözlemlemeye doyamazdım.
Tuvalet masasındaki pudralıklardan, yatağının altında sakladığı fotoromanlara; her şey birer maceraydı benim için. Hele bir gün tuttuğu defteri bulmuştum -bak, bu ilk itiraf!- defterdeki karakterlerden kendi kendime bir roman malzemesi çıkardım, o kadar söyleyeyim...
Bir akşam geç geldi Nur Abla, denizden -eh, o zamanlar Maltepe'de yüzülürdü- surat kıpkırmızı, tüp patlamış. Edibe Yengem soktu bunu banyoya, bir güzel kese attı, üstüne "Ne vardı bu kadar yanacak! Marsık gibi olacak!" diye söylenmeyi ihmal etmedi.
Ondan mıdır nedir, ben hala 'yanamam' mesela. Gölgede dururum ya da bünye kabul etmez.
Şimdi o Nur Abla Marmarisime geliyor. Bu sefer o benim defterlerimi karıştıracak, eminim. Odamı tarumar edecek, "Bu ne" diye o soracak.
Ben ona fotoromanvari aşklarımı anlatacağım. "Çok sevdim, çok tiksindim, çok yoruldum" diyeceğim. Yatağa uzanıp Sezen Aksu dinlerken bu kez beraber sigara tüttüreceğiz.
Ve herhalde en çok Edibe Yenge'yi, Edi'mizi anacağız -ki o ayrı bir yazı konusudur- marsık olacağız!

8 Eylül 2012 Cumartesi

where everybody knows your name

Bugün herkesin birbirine merhaba dediği bir yere gittik. John Lennon'ın şarkılarındaki gibi bir yer. Çocuklar ip atlıyor, hamakta sallanıyor, beyler okey oynuyor, birlikte çadır kuruyor, güzel yemekler pişiriliyor, cıvıl cıvıl. Deniz zaten 10 numara. Koyların buluştuğu havuzda yüzmece. Taşlık sahilden kumlara dalmaca...
Herkes gülüyor. Ve sanki birbirini ezelden beri tanıyor.
Yazık. Dünya böyle bir yer olabilirmiş meğer.