12 Eylül 2012 Çarşamba

marsık olcez

Benim iki evim vardı çocukken. Babam geceden beni dedemlere bırakırdı, sabah kaldırması zor olur diye -o zamandan belliymiş- sabah gözlerimi en sevdiğim dedem ve Edibe Yenge'min ortasında açardım. Yan odada en sevdiğim kuzenim Nur Ablam... (Aman, ötekiler duymasın...)
Nur Abla'nın odası küçük bir kız çocuğu için keşfedilesi bir yerdi. O zaten paylaşırdı benimle her şeyi, ama ben yine de bakmaya, araştırmaya, dinlemeye, gözlemlemeye doyamazdım.
Tuvalet masasındaki pudralıklardan, yatağının altında sakladığı fotoromanlara; her şey birer maceraydı benim için. Hele bir gün tuttuğu defteri bulmuştum -bak, bu ilk itiraf!- defterdeki karakterlerden kendi kendime bir roman malzemesi çıkardım, o kadar söyleyeyim...
Bir akşam geç geldi Nur Abla, denizden -eh, o zamanlar Maltepe'de yüzülürdü- surat kıpkırmızı, tüp patlamış. Edibe Yengem soktu bunu banyoya, bir güzel kese attı, üstüne "Ne vardı bu kadar yanacak! Marsık gibi olacak!" diye söylenmeyi ihmal etmedi.
Ondan mıdır nedir, ben hala 'yanamam' mesela. Gölgede dururum ya da bünye kabul etmez.
Şimdi o Nur Abla Marmarisime geliyor. Bu sefer o benim defterlerimi karıştıracak, eminim. Odamı tarumar edecek, "Bu ne" diye o soracak.
Ben ona fotoromanvari aşklarımı anlatacağım. "Çok sevdim, çok tiksindim, çok yoruldum" diyeceğim. Yatağa uzanıp Sezen Aksu dinlerken bu kez beraber sigara tüttüreceğiz.
Ve herhalde en çok Edibe Yenge'yi, Edi'mizi anacağız -ki o ayrı bir yazı konusudur- marsık olacağız!

1 yorum:

  1. Ben de benzer şekilde küçük teyzemin dolabını, çekmecelerini karıştırırdım. Hatta arada kıyafet dolabına bile saklanırdım! Günlüklerini kilitli çekmecisini kırmadan açıp okumuşluğum vardır. Sonra aynısını kardeşim bana yaptı. Hayat..

    YanıtlaSil