28 Şubat 2014 Cuma

cemre

Bugün cemre düşmüş. İkincisi...
Birincisi havaya gitti, bu suya,,
Üçüncüsü toprağa, haftaya,
Amaaan bahar gelmiş!
Çağlalar olmuş, erikler hakeza..
Yaşamak güzel.
Bir de güzel giriş yaptınız mı bahara?
Bir kedi aldınız mı eve?
Kahvaltıda reçel, keçi peyniri yediniz mi?
Dostlarınız geldi mi ziyarete?
O zaman cemre düşmüş, dördüncüsü.

25 Şubat 2014 Salı

mao

"Sokak Kedisi Bob"u okuyorum -Zuzu'nun "yumruklarıyla" beraber- bu günlerde; ondan öğrendim: "kedi"nin Çince'si "mao"ymuş.
E, daha güzel bi isim takılamazdı. Mavvv, miyavvv, maowww, mao...
Çinlilere gelince, istediğiniz kadar eski komünist liderinize yakıştırmayın, adı Kedi.
Bence yakıştırıyorlardır gerçi..
Ben misal, Çin burcunda Manda'yım. Ox. Yılımı bekliyorum.
Manda, Akrep misali, dürüstlüğü, kararlılığı ve biraz da tembelliğiyle meşhur. Aynı zamanda sabırlı, fazlaaaaa düşünceli ama kendinden emin..
Tıpkı ben!
Okudukça neredeyse kanka olmak istediğim kitabın 'evsiz' yazarı James Bowen, Covent Garden'da epey bir savaş vermiş kedisiyle durabilmek için.
Kendisi eski bağımlı. Ailesini arkada bırakmış. İşini, evini, sevgilisini... Yani çok şeyle savaşmış.
Ama Bob, işte kediler mucizedir, çıkıyor karşısına ve hayatını değiştiriyor..
Velhasıl ister Manda olun ister Kaplan, "Mao!"...





18 Şubat 2014 Salı

kedi günü

Bugün kediler günüymüş, ondan zaar, bizimkinde bir heyecan, bende bir hırçın şekil...
Sabahın köründe kalktım, İçmeler'e gittim, deli dürttü ya, sinemaya gireyim dedim.
Martı'nın içinde saklı sinemayı buldum, mısırımı aldım -bir de bana bonus bira verdiler- kuruldum, tek kişilik salonuma.
Valla tek, bildiğiniz...
İlk defa tek başıma sinema salonunda film seyrettim. Ha kendimi Hugh Hefner gibi hissettim mi, hayır.
Sonra kendime bizim eski Black Rock'ta bir yemek ısmarlayayım dedim. Oturdum, başladı etraftan taarruz; siyaset, magazin, spor, o şu bu dedikoduları...
Yedim köftemi, içtim biramı, sevdim köpeği, besledim kediyi, kalktım.
Dönüş yolunda bilgisayarcı aradı, sevgili Vaio'mun iyileştiğini haber etti, bir de onu uğrayıp aldık, tamaam...
Eve nihayet vasıl olup kapıyı açınca Zuzu'yu gördüğümde, bir kez daha ne kadar şanslı olduğumun farkına vardım.

9 Şubat 2014 Pazar

herşeyi unut

Çanakkaleli, Modalı, gazeteci, Akşam'lı arkadaşım geldi.. Truva otobüsüyle gitti.
Bir gece bana kabus yaşattı; neymiş, yoksunluk kriziymiş o...
Çıktım buna, sabahın köründe litrelik bira aldım.
Allah kimseye göstermesin.
40 yıllık içiciyim; böyle şey görmedim.
Bir de hiçbir şey hatırlamama gibi bir default'u var.
Seriliyor kanepeye, battaniye üzerinde, hop sen...
Kop sen...

5 Şubat 2014 Çarşamba

ben ölmeden önce

Yazdık, çağırdık amk...
Geldi Burak..
Geliş o geliş; bütün Marmaris'i öptü.
Hakikaten.
Allahtan yaz değil, İçmeler'e filan gitmedik.
İngilizlerle bambaşka bi ilişkimiz olabilirdi..
Eski arkadaş iyi arkadaştır.
Yenileri ziyan etmezse şayet.
Buradan Mehmet Erdem'e bağlanalım:

http://www.youtube.com/watch?v=qPbie2JFq_Y

2 Şubat 2014 Pazar

benim komik kedim var

Şu aralar Bob'u okuyorum, sokak kedisi Bob'u..
Ve her satırda bizim Zuzu buna kök söktürür deyip duruyorum....
Zuzu sırta çıkmaz ama takip eder.
Zuzu tv seyreder ama çaktırmaz.
Zuzu battaniye meraklısıdır, zira kalorifer yok..
Zuzu çocuk sever, oynar.
Zuzu benim yatağımı istila etmeye bayılır, Bob gibi...
Ama Zuzu'nun bir "çıkıntısı" var: Sokaklara hiç çıkmadı o.
Hiç, şöyle bir kedi yuvarlanması yapmadı toprakta.
O yüzden Bob daha özgür. Otobüse binebildiğinden değil, sokakta yaşayabildiğinden.
Ve o yüzden ben her dışarıdaki Karagözü beslediğimde beni kıskanan Zuzum var.
Şakacı, beni eğlendiren, merdiven boyu koşturup duran, her sabah uyandıran Kedim var.

PS: hayvanseverlere not: şakacı sevimli diye beslemiyoruz, dışarı çıkartmayı denedik, Karagöz'e direkt daldı, hayvan trafiği yoğun, mümkün değil...


yol

Bir arkadaşım var; buraya -Marmaris'e- gelmeye hep ve sürekli yelteniyor, gelemiyor.
Nedenini anlamış değilim.
Bir defasında uçak biletini aldı, uçağı kaçırdı.
Ötekisinde izmirden oraya tren var mı, diye sordu!
Kafa düzelsin, gelecek inşallah, Marmarisçe bekliyoruz.

Hiç yapılmamışlıklar var hayatta.
Bir de soyunup dökünüp yapmışlıkların var.
Otostop çekip gittiğim bir sürü yer var, hepsini hatırlıyorum, beni alanları da.
Ve hepsine teşekkür ediyorum buradan; bu kadar anlayışlı oldukları için, yol için...

Bu şarkı da gelemeyene:

http://www.youtube.com/watch?v=iWr6-t3g2II


tuzluk

Tuzluğuz biz, anladık.
Şöyle yemeklere hafif tat verme açısından, önemliyiz.
Bi de uğur olsun diye hıristiyanlar omuzlarından tuz atar, ha, uğurluyuz.
Tuzsuz yemek kötü yemektir; velhasıl, mecburuz.
Bir de başbakanımızdan duymak isterim; tuz eklerken yemeğe ne kadar ya da ne tuzu attığını biliyor mu acaba?
Ya da başbakan hiç hayatında yemek yaptı mı? (E, Kasımpaşalı bir genç olarak mutlaka mutfağa girmişliği vardır...)
Yaptıysa şayet, hangi yemeğin tuz kaldırdığını, hangisinin konulmazsa acı olacağını da biliyordur.
Herkes patates değil ya, tuzu çekecek...