30 Temmuz 2013 Salı

saving mom

Benim günlerim üç aşağı beş yukarı aynı geçiyor: Sabah -öğlene tekabül eden- kalk, Zuzu'yu besle, limonlu su iç (böbreklere iyi geliyormuş), televizyona şöyle bir bak, giy mayonu, al anahtarını, hop...
Bugün de aynısını yaptım. Çıkarken annem uyuyordu. Uyku vakti. Uyandırmadım onun için. Keşke uyandırsaymışım.
Gezdim bisikletle, dolaştım, yüzdüm... Aradım; cevap yok. Ara, ara, ara, ara.... Kapı duvar.
En sonunda eve geldiğimde karşılaştığım manzara, beş saat önce ben evden çıkarkenle aynıydı; annem uyuyordu.
Bir şeker hastasının akşamüstü uykusuna yatıp uyanmaması hayra alamet değildir.
Önce meyve sularıyla saldırdım düşmana, sonra ice tea ile.
Kucakladım böyle, içirdim hepsini -normalde içmeyeceğini bildiğimden...
Sonra bi peynir pide darbesi, ardından terbiyelediğim bonfileler...
Hatun anca ayıldı.
En komik tarafı o zaten; şekerinin düştüğünü nereden anlıyorum, benim sarhoş halime benziyor.
Annem.

29 Temmuz 2013 Pazartesi

...and justice for all

Nedir bir insanın hayatı?
Herkes doğar, büyür, güçlüklerle, belki okur, belki okumaz, üzerine titrenir titrenmez, geleceğe akar..
Kimin kimden ne farkı var?
Onca savaşta insanoğlunun verdiği milyonlarca kayıpta; kimin birbirinden ne farkı var?
Sen büyüt, yetiştir, sakın her şeyden..
Ölsün.
Yaşayanın, hayatta kalanın ne üstünlüğü var?
Onlar da bir şeylere inanmadılar mı? Yaşayacaklarına dair en azından, umut besleyip planlar yapmadılar mı?
Sen sevmedin mi onu? O, sevmedi mi?..
Şimdi yine yüzlerce insan sapır sapır ölürken pek sevgili uslanmayan dünyamızda, adalet bunun neresinde?
Neyin hesabını soracaksın?
Kimden?

22 Temmuz 2013 Pazartesi

double moon

Güzel dolunay hop, tepede.
Shombili Zuzu hop, yanıbaşımda.
İnsan başka ne ister...
Rahatsızlık veren her daim insanlar galiba..

21 Temmuz 2013 Pazar

şimbilli cuma

Kozmik bi kedi çıktı yine karşıma, ben Cuma'yla tanışırken bir de, attım bisikletin sepetine, sattım komşuya, yuva buldu iyi mi...
Şimdi anlamayanlar için özet geçelim:
İnsan en sevdiği arkadaşına bile ne kadar dayanır? İçtim içtim, yetmedi; attım kendimi yola, "arazi" oldum.
Yolda bir küçük çocukla karşılaştım ilk, sarışın kız, sordum "Neyin var"; anlatmaya başladı, babasından girdi, annesinden çıktı...
Haydaaaa....
Sonra, yola devam, kumpir yemeye karar verdim, yerken Cuma'yla tanıştım.
Cuma kim; Adanalı, Marmaris'e çalışmaya gelmiş, standart, vs..
Ama Cuma'nın farkı şu: Biz tatlı tatlı kumpirlerimizi yerken kopmaz mı bir "miyaafff!" cayırtısı...
Bulduk, aldık elimize, koyduk benim bisikletin sepetine..
Önce Cuma çalıştığı yere götürmeye kalktı; "Bu benim kedim" dedi.
Onu denedik, tabii, sabahın körü, şezlonga koydu dolmadı (!), formül?
Yakaladı beni giderken, can kolay vazgeçer mi?
Karagöz'ü de besleyen komşunun kapısını tıklattım sabahın köründe. Açtı.
Verdim ona "Cuma"yı, yerleşti..
Adı şimdi başka: Kısmet..

garibim biraz

Tamam, anladık "Gezi travma"nız var. Ne kadar orada olmak istediysek, ne kadar istanbulluysak, palavra...
Anladık.
Ama, nedir bu dert?
Dert, şehre ait değildir.
Muhakkim değildir.
Bütün.

19 Temmuz 2013 Cuma

"tatilat" zamanı

Asayiş bi berkemal olsa canımız sıkılacak di mi..
Nassı bi memlekette yaşıyoruz; anlayan beri gelsin.
"Üç-dört kişi ölüyor, dünya ayağa kalkıyor" diyor, başbakanımız.
Öldürülenlerden birinin ailesi, ötekinin ailesine taziyeye yürüyor, kilometrelerce.
Artık söz bitiyor.
Ama yok: "Aleviyiz, dört dörtlük, kredi kartlarımızı da çöpe atalım, Mısır'a bakalım, Suriye'ye, Mozambik'e de bakabiliriz..."
Benim yatak odasının duvarı, çatıya bakan, epeydir dökülüyor; rutubetten, yaştan ötürü..
Geçen yıldan beri orayı boyatmaya çalışıyorum. Ustaların biri geliyor biri gidiyor; diyorlar ki "Zamanını bekleyin."
En sonunda geçen gün bir tanesi geldi, "Neyi bekliyorsunuz" dedi, "sizin burada artık uyumanız bile sakıncalı."
Duvar kazınacak, boyanacak, en güzel maviye... Karar verdim.

16 Temmuz 2013 Salı

dizi dizi

Zuzu yeşil böceğin geri geldi dediğim zaman, terasta.
Annem ölmek üzere olduğu zaman kurtardığımda beni seviyor.
Arkadaşım beni görmek için geldim dediği Marmaris'te bana İstanbul'u hatırlatıyor..
Günler böyle geçiyor..
En iyisi dizi seyretmek.

11 Temmuz 2013 Perşembe

kaç

Kaç kişinin ölmesi gerekiyor?
Kaç çocuğun bile isteye, öldürülmesi lazım?
Cinayet işlediğini fark etmeyen polislerimiz, şuursuz bir valimiz, hepten hasta bir başbakanımız var.
Kaç kişinin ölmesi gerekiyor?
Hayır, sayı kaç, onu bilelim?
Suriye'de ağladığın çocuklara eşdeğer sayı nedir?
Gazze'dekilere?
Endonezya'dakilere?
Nedir?
Kaç?

8 Temmuz 2013 Pazartesi

HAMA

Öğrendim ki düşmanını iyi tanıyacaksın. Her durumda canlanan bir şeyse şayet, daha hazırlıklı olacaksın. Ters dönerse dönsün, o kıvırdığı bacaklarını hop der, çeviriverir, döner kanatlanır yine.
Üstüne basamıyorum. İğrendiğim için. Bi de serde hayvanseverlik var...
Elime alamıyorum. Daha iğrenç.
Fobik.
İlaç sıkmıyorum üstlerine, zira kar etmiyor.
Ama yeni direniş silahı geliştirdim: Suyu döküyorum, yüzüp gidiyorlar hayatımdan..
Hamdi'lerden bahsediyorum canım.. Hamamböceklerinden.

time flies.. ya da öyle bir geçer zaman ki.. (vol.II)

Bu gece şahane GazdanAdam Festivali'ni seyrettik.. Siz inşallah Kadıköy Meydan'dan, ben internetten, halktv'den vs..
Dün gece Taksim'de direnişçilerin bir kez daha gaz yemesine, kovalanmasına, kelepçelenmesine -hatta bu kez "palalanmasına" tanık olduk..
Yarın, ramazan, Devrimci Müslümanlar "yeryüzü iftarı" yapacaklarını açıkladılar. Mutlu Vali, Gezi'yi açacağını -yine- söyledi; zira "halka" açıyormuş, "bize" değil.
Sanatçı Orhan Aydın bugün Kadıköy'de "Artık o padişah bozuntusunu alaşağı etmenin vakti geldi" dedi.
Ha, orada bir duralım..
Çok değil; birkaç ay önce, geçen yılın martında, halen "Medya Mahallesi"nin muhtarlığını yürüten Ayşenur Arslan'la, bittabii, benzer konuları tartışmışlar: Suriye, 28 Şubat, tutuklu vekiller, gazeteciler, "içki", KCK operasyonları, 4 4'lük eğitim... Daha Sivas'ın zamanaşımı dolmamış..
Aydın, sanatçıların ortak hazırladığı bildiriden bahsederken, bir devrim gereksinimi olduğundan dem vuruyor, biraz da "gençlikten" umutsuzluğunu dile getiriyor.
Kimdi bu sanatçılar, hatırlayalım: Bedri Baykam, Levent Kırca, Genco Erkal, Timur Selçuk...
Tamam, çok güzel. De...
Bir defa "gençlik" umudu bırak, ders doluymuş.
İki; Levent'ini Kırca'sını, medyasını, onu bunu değil, kendini dinliyormuş.
Toma'larla "sevişmeye" varız, biber gazını da "bal" gibi yeriz; ama n'olur bu köhne söylemlerle gelmeyin yahu!
Okan Bayülgen ne güzel soylamış; "Ben olsam 'kaygılıyım' demezdim, 'hassiktir' derdim," diye...
Ben de "Padişahı alaşağı etmenin vakti geldi" demem. Bünye müsaade etmez.
"İstifa" diye bağırırım.
90'lılardan daha çok darbe görmüşlüğüm var; bir normal, bir postmodern, sırf bu yüzden ı-ııhh..
Gezi'nin en güzel öğretisi bu değil mi zaten; akıl, taze, mizah, yardımlaşma, "bir" olma..
Niye alaşağı edeyim usta?
En fazla, gel, derim, oturur, bi çay içeriz, demli.
Ya da ben "ayran" içerim...

http://video.cnnturk.com/2012/programlar/3/6/orhan-aydin-aysenur-arslan-ile-medya-mahallesi-programina-katildi


3 Temmuz 2013 Çarşamba

amiriim!

Kalk! Kalk lan!
Gözaltına alıverdiğiniz çocukların en tatlı taraflarını esgeçtiniz be komser!
Hepsi Behzat'çıdır onların; sor, polisi severler.
Ama Harun gibisini, Hayalet gibisini, Akbaba gibisini...
Seni sevmiyorlarsa, o senin sorunun.