30 Nisan 2013 Salı

balkondaki köpekler

Tam karşımda iki şahane köpek konuşlu. Bir tanesi German Shepherd, öteki yavru Labrador.
Adlarını bilmiyorum ama beni tanıyorlar. Ben kendimce isim taktım onlara; birine Rin-ti dedim, ötekine Buddy.
Zuzu'yla da çatıdan muhabbetleri var. Zuzu biraz kıskanıyor onları, dışarı çıkabiliyorlar diye; biraz aşağılıyor, böyle güzel "sahipleri" yok diye...(!)
Sabah akşam hav hav da hav hav... Birbirlerini gaza da getiriyorlar. "Anneleri" tersliyor, feci. Zira, birkaç kez müdahale bile ettim, "Abicim hayvanın bir suçu yok, köpektir bu havlar" hesabı... Ama hayvanları balkonda tasmayla tutmaya devam ediyorlar.
Benim kuzenim de aynı cinsti; her sene beni bir köpekle tanıştırırdı, "Ayşe bak, nasıl iyi eğitmiş miyim" diye, ertesi sene o köpeği göremezdik.
Yahu, köpekler sevgi ister, ilgi bekler, sizi en çok sever, gezmek ister, toprağa çimene hatta denize kavuşmak ister, haldırı hulduru yanınızda koşturmak ister! Sen bu hayvanı balkona niye bağlarsın?
Öteki komşum çok mutlu bir köpek mesela: ismi Efe. Bahçesinde eşelenip duruyor. Her sabah, akşam sahipleriyle gezmelere çıkıyor, pazar kahvaltılarına gidiyor, tavukları kovalıyor, kedilerle arkadaş!
Bırakınız koşsun, oynasın. Bağlamayınız. Serbest...

26 Nisan 2013 Cuma

alaca parker

Zuzu da değildi ilk kalbimi çelen, Maviş de... Alaca'ydı.
Marmaris'in eski pansiyon evlerinden, Poyraz Pansiyon'da, arka bahçede tulumbanın yanında serin serin uyurken buldum onu.
Çocuk, yavaş yavaş yaklaştım, kıpırdamadı, kafasını sevmeye yeltendim, şöyle bir sıçradı sonra kaçıp gitti.
O zamanki hedefim, 10 yaş, belli olmuştu: O kediyi tekrar bahçeye getirmek.
Besledim, alıştırdım ve zamanla asmalardan benim yatak odama tırmanacak kıvama getirdim.
Ama biz her kış maalesef İstanbul'a dönüyorduk. Ve onu yanımda götüremiyordum. Sevgili dedem baktı ona, ben yokken, gömlek cebinde sakladığı tarağıyla tüylerini taradı. Her yaz geri döndüğümüzde "Ayşe, kedin burada, iyi" dedi. (Babaannemin süpürgeyle kovaladığını anlatmadı tabii..)
Sonra.... Sonra Alaca bize "insanlığı" öğretti.
Pansiyon yıkıldı. Yerine otel yapıldı. Hayvan inşaatta yaşadı iki yıl boyunca sırf babam orada ve orası evi diye.
Geri döndüğümde çağırdım onu, her zamanki gibi geldi, bacaklarıma süründü, oturttu beni kaldırıma ve gece boyunca sadece kucağımda uyudu.
Ertesi sene geldiğimde, aradım taradım, bulamadım Alacamı. Komşulara sordum, sokakları dolaştım, yok.
Dedem ölmüştü. Babam oteli bırakmıştı.
Alaca en son yüzünü yine "evinin" önünde gösterdi; o kocaman, sokakların efendisi gitmiş, yerine cılız bir sokak kedisi gelmişti. Baktı, gitti.

PS: Fotoğraftaki Alaca değil. Calicolar hep dişi olur derler, ama o erkekti! Benzerini bulamadım.

25 Nisan 2013 Perşembe

lol

Gülmemi kaybedeceğim aklıma gelmezdi. Oluyormuş bazen.
En komik şeyleri seyrederken ciddi ciddi bakabiliyormuşsun.
En saçma şeylere de gülebilirsin kahkahalarla. Bazen.
Ya da gülmekten vazgeçersin, gereksiz diye, ne bileyim, aptalca diye...
Halbuki hep ve her durumda gülmek, gülebilmek lazım.
Başına bir şey geldiğinde de, birinin başına bir şey geldiğinde de...
Gül.

18 Nisan 2013 Perşembe

zumzim

Benim erken doğan kedim.. Annesi dolaptan düşüp, tek başına doğan "kedim". Oğlumun oğlu. Mirası.
Nereden öğrendin "tavuk oturuşu"nu? Her sabah beni uyandırmayı, pat pat pat beni takip etmeyi, izlemeyi?
Annenle tanışıklığın az, eh, onun da babanla öyle. Senin babanı hiç tanımışlığın yok. Nereden biliyorsun üzgün olduğumu, oynamak istediğimi ya da ağladığımı?
Seni ben büyütmedim bile. Bana "komacan" kedi olarak geldin; korkak, ürkek.
Şimdi ne bu "herşeyi biliyor" havası?
Kedilerin suratı değişmez derler; endişede, sevinçte... Zuzum ayna gibi. Ne zaman yaramazlık yapacak, ne hinlik peşinde; o bile suratından belli.
Belki onca zaman yeğenlerle büyüdü, onun faydası, belki annemin? Ama herkesin söylediği bir şey var: Bu insan.
Benim her şeyi bilen, herşeyin farkında olan kedim, insan olma sen.


16 Nisan 2013 Salı

mom

Anneme sinirleniyorum.
İnsan annesine kızar. Hele kızı.. Başka kızar.
Ama babası rüyasına girer mi? Girip de "Annene iyi bak" der mi?
Bunu bana müteveffa dayım da söylemişti bir defa.
O zaman ciddiye almalıyım.
O zaman ......
"En acı şey yalnızlık
En hürmete layık şey: Anne
En feci şey ölüm
En üzüntülü şey intikam.
En güzel şey aşk
En sıcak şey arkadaşlık
En soğuk cevap, hayır'dır,,,
Sükut; her şeyi içine alan bir romandır."

15 Nisan 2013 Pazartesi

eksik bi şey mi var

Herkes uyuyor galiba pazar akşamı hesabı.. Ben, standart, uyumuyorum.
"Bugün ne yaptık"... Bilmem.
Genelde bende bu sorunun cevabı da pek değişmez, sıradışı bir şey olmadıkça.
E, olmadı tabii. Ne olacak?
Meteor düşmedi. Dünyanın sonu gelmedi.
Kıvılcım geldi yat limanına. Şener Abi geldi.
Hatta tüm Marmaris ahalisi bebekleri ve çocuklarıyla oradaydı diyebiliriz.
Sorduk yine: Eksik bir şey mi var, diye...

http://www.sarki-sozleri.net/ezginin-gunlugu-eksik-bir-sey

http://www.youtube.com/watch?v=akeW95X3d6g

12 Nisan 2013 Cuma

menage a trois

Ben hep kendimle konuşurum. Siz?
Deli değilim yani.
En son kendime niye bu kadar tembel olduğumu sordum. Ya da tembellik yaptığımı mı demek lazım?
Gözyaşları içinde cevap verdi: "Yalnızım dostlarım yalnızım yalnız.."
Bu yüzden mi tembelsin, dedim...
"Yorgunum", dedi.
"Korkuyorum" dedi.
E ben de üzgünüm. O kadar kişiyle başa çıkamam!


10 Nisan 2013 Çarşamba

maybe someday

Belki bir gün...
Boş bakıyorum işte böyle bahar gelmiş memlekete, dışarı çıkmaya üşeniyorum.
Bana her şey seni hatırlatıyor!
Bana her şey herşeyi hatırlatıyor.
Uyuyamıyorum. Belki bundan.
Sahile inerdim kırmızı şapkamla, iskeleye, kedileri besleye besleye.
Yine besliyorum. Kedilerde bir değişiklik yok.
Sen yoksun. Ben yokum.

8 Nisan 2013 Pazartesi

yüz kızartıcı

Bu akşam yüz kızartıcı bir şey yapmadım. Ama yüzüm pembe.
Bütün gün fırtına sonrası Marmarisinde dolaştım, sahilinden caddesine, ara sokaklarına. Bisiklet baktım, kasap paşa'ya uğradım, sokak shompisi besledim, banka işlerimi hallettim, "olmayan" kitapçıya gittim...
Barlar Sokağı'nı gündüz geçmek pek hoş olmuyor, niyeyse daha bir tekinsiz geliyor insana. Çamurlu, pis, hazırlıksız bir de...
En sevdiğim dönercide iskenderimi yedim, Nil Balıkçı'yla göz göze gelmekten kaçarak -davet eder yine diye, şahanedir- yat limanına çarşının içinden çıktım, hala vitrinlerde üzerimdeki eşofmanların olduğunu görüp gülümsedim.
Eve döndüğümde yorgundum nedense. Üstümü değiştirip yatmak isterken evin büyüsü yine galip geldi; terasta akşamüstü manzarasına teslim oldum, kendime bir rakı doldurdum, Zuzu'yu da çatıya çıkardım.
Lodos dinmişti artık. Dümdüz görünen mavi gri bir deniz ve turuncu olmaya çalışan füme gökyüzü vardı. (Ya da füme olmaya çalışıp da turuncu olan?)
Aşağı inip dolaptan enginarı çıkardım, tavukları terbiyeledim, kasaptan aldığım etleri bölüp buzluğa attım. Bir rakı daha doldurdum. Bu kez yanına şalgam suyu yerine bir fincan çay aldım.
Bilgisayarın başına oturduğumda herkes aynı şeylerden bahsediyordu...
Valla ben bir şey yapmadım. Ama yüzüm hala pembe.

6 Nisan 2013 Cumartesi

After Cobain (another end of an era)


“Living and dying on the edge”

His wife read the letter (his last words) on TV this morning between tears in front of some hundred Seattle people. Sad.
Fearless Mr. Jones were saved pal, and reminded of the meaning and importance of whatever there ever was and will be. Why did you try so hard to die when you chose to be so unlimited and so very valuable indeed? Why was it the only thing you could do, or so it seemed, other than being addicted to life, music and drugs?
I feel pain...
When you were a beauty, a blond monstrous creature, an outlaw you were, and about to achieve it all, the born cleverness and natural wisdom you had, why did you pass away so silently still, let alone the bang, the shot, the irrecoverable hole, injured hollow in your brains?
Just when you were about to fly Kurt, just why?..
And if you say so man, so be it.