30 Aralık 2016 Cuma

yeni yıl yazusu

Berbat bir yıldı..
O aşikar..
Memleketin hali pür melalini hiç deşmeyelim.
Ama 2016 zaten gereksiz kötü bir yıldı.
(Bunu yıllara mal etmek de ne kadar doğru?)

En çok bu yıl hastaneye gittim, mesela.
Endoskopi, kolonos, kardio; canlarım..
Annemi az kalsın acilde bırakıyordum, mesela..
Sonrasında kendimden geçtim, yıllar önceki 'manyağa' döndüm (demek yılların bi mesuliyeti yokmuş)..

Marmaris en sert kışlarından birini yaşadı, ertesinde en kısa süren bereketsiz yazını..
Şimdi daha beterinden korkar oldu.

Birkaç gün önce de İstanbul'daydım. Farklı değil.
Herkes kızgın, dertli, üşümüş.

Güllük gülistanlık bi ülkede yaşamadığımızı zaten biliyorduk.
Ama böylesine umutsuz bir halk, elektriklerini kesercesine!- karanlıkta bırakılan bir Türkiye bilmiyorum ben..
Şimdi size yılbaşı akşamı boyu bir kez daha 15 Temmuz'u pompalayacaklar; kahramanlık destanları yazacaklar, onları yazanların içerde olduğundan bahsetmeyecekler.
Ve siz inanacaksınız.
Nerden başımıza geldi bu işler, diyeceksiniz.

O zaman iyi eğlenceler, iyi uykular, iyi yıllar...
Görüşürüz.
Zira 2016'yla görülmemiş bir hesabım var.




3 Aralık 2016 Cumartesi

gasteci

Size nasıl gazeteci olduğumu anlatmış mıydım?
Kaybedenler Kulübü'nü kandırıp -iletişim öğrencisiyim tez hazırlıyorum diye- röportaj yaptım ben.
Gayfe'de, Beyoğlu Parmakkapı Sokak. O zamanlar pek 'in'. Adamların da radyosu Gümüşsuyu'nda, Kent FM. 249 50 76. Her gece meftunuyuz programın, arıyoruz, konuşuyoruz, çok dinleniyor, biliyoruz lakin ne bir dergide ne bir gazetede haberleri var.
Eeee, iş başa düştü tabii...
Tam da hukuktan çıkış yollarını arıyorum, denk geldi.
Yazdım röportajı, özene bezene, siyah kalemle. Postaladım o zamanki Yeni Yüzyıl'ın Kültür Sanat şefi Haşmet Babaoğlu'na ve Radikal'in editörüne.
Bekledim. Bekledim. 'Karlı geceler' geçirdim. El cevap? Yok.
Kaan'la Mete'yle daha sonra da görüştük. Kaan bana 'Seni gazeteci yaparız ya, dert değil. Tempo'da işin hazır' filan diyor, uçuyorum. 6.45'in sahibi ya, güveniyorum.
Bekliyorum...
En sonunda, 'Eeeh, nolacaksa olsun!' deyip Yeni Yüzyıl'ı arıyorum:
'Haşmet Bey, ben size bir şey göndermiştim... Röportaj gibi... Kaybeden...'
'Aaa, siz Ayşe Deniz Poyraz mısınız? Ben de numaranızı kaybetmişim, aramanızı bekliyordum. Yalnız gazeteci olmak istediğinizden emin misiniz? Öyle dışarıdan gözüktüğü gibi değildir.'
Ben heyecandan sesimi kaybetmek üzereyim: 'Ben... Denemek isterim...'
İşte böyle başladı her şey..
O zamanki Sabah binasına gittim, İkitelli'lerde. Haşmet beni Mehveş Evin'le, Ebru Çapa'yla tanıştırdı, Liberal Bakış'ta başladım. Daha klavye kullanmayı bile bilmiyordum. Aytekin Hatipoğlu'nun (Ayto) öğrencisi oldum. Gazeteye gelirken bindiğim dolmuşta paspas niyetine kullanıldığını göreceğim sayfalar için sabahladım.
Ahir ömrümün en güzel zamanlarını yaşadım. Çıkardığımız 'pembe' sayıları hala saklıyorum. Çok satmadık, tabii ki kapatıldık, olsun. Kayıp değil.

5 yıldır gazetecilik yapmıyorum. Tahmin edersiniz ki son serüvenim öyle zevkli geçmedi.
Özlüyor muyum? Evet.
Gazete okuyor muyum? Evet.
'Ben olsam şöyle yapardım, şu başlığı atardım' diyor muyum?
Tabii.
Ama 'İyi ki şu anda gazetecilik yapmıyorum' dediğim de oluyor.

200'e yakın gazetecinin içerde olduğu bir memlekette yaşıyoruz.
Benim de çalışırken sansürlendiğim, 'Onu öyle değil böyle yazacaksın' diye dikte edildiğim, hatta yeri geldiğinde otosansür uyguladığım oldu.
Fakat gazetecilik hiç bu kadar 'düşmedi' herhalde.
Darbe dönemlerinde bile.

Velhasıl, kaybedenlerle başlayan macera 'kayıplarla' devam ediyor.
En komiği de 'o' röportajın (Habertürk'te kısa bir bölümü hariç) hiç yayımlanmamış olması!



4 Kasım 2016 Cuma

Deliriyoruz

Sabah kalktım, aaa ne güzel güneş müneş, doğumgünüm ertesi güzel bi gün..
Denize mi girsem?
Yook. İzin vermezler.
Nolmuş biz uyurken; Demirtaş, Figen, Sırrı Süreyya 'gözaltına' alınmış!
Şimdi Cumhuriyet'e yaptığınız 'Ben bu manşeti ödetecem sana' operasyonu ayrı...
Diyarbakır'ın seçilmiş -hani millet ön planda ya- belediye başkanını tıktın içeri; o da ayrı...
Aldın kucağına (oturttun mu demeli) bunak Bahçeli'yi, -yazık, başkan yardımcısı filan olacağını düşünüyor- çak bi idam, herkes, senin yüzde bilmemkaçın rahat etsin!
Peki sen bizi ne yapacaksın?
Nerelere şutlayacaksın?
Öyle tek tek gözaltı yetmez.
Zaten halihazırda gözünün altındayız.
Hatta tam dibindeyiz.
Kaşınıyor di mi? Rahat etmeyeceksin.
İstediğini yap kardeşim, hukuk zukuk dinlemiyosun zaten, yürü..
Biz, senin yok saydıkların, korktukların, seni takip etmeyeceğiz.
Belki on yıllar alacak ardından toparlanmak, ama direneceğiz.
Sen diline pelesenk ettin ya, '15 Temmuuuuuz' diye; ha, bu bize de uyanış oldu, iki kardeşin kavgasında insanlar öldü.
Sen bundan böyle 'kardeş kavgası' değil, üzerine çalıştığın etnik, dini, vs ayrımcılık değil; kendine bakacaksın.
Ne kadar zayıfsın aslında, ne kadar mazlum.
Çok mu üzdüler seni? Halıfleksli cezaevinde iki ay geçirdin, çok mu ağladın?
Şiirler yazdın mı, Akif'i geçtin mi?
Yoksa bu memleketten nasıl hesap sorarım, nasıl darmaduman ederim; onu mu tasarladın?
Eh, amacına ulaştın.
Dur artık!

20 Ekim 2016 Perşembe

odam kireç tuttu

Evimi boyattım, lavanta....
Evde elektrik fazlası zaten var, ben bi de elektrikçi çağırdım, aplikler tamam.
Kışa hazırız.
Silikonları çektik.
Merdiven altlarını filan kontrol ettik, hamdi mamdi var mı şekli...
Bu arada ben annemin 76'da beni çektiği fotoğrafı buldum. Elimde abimin simiti, arkada o aşamadığımız kareli duvarlar... Önümde deniz.
Hep deniz...


10 Eylül 2016 Cumartesi

bilir mi kişi

Sahil Güvenlik'ten biri aradı 'Ayşe Hanım siz misiniz' diye.
E, teknem yok, bişeyim yok, evet benim.
'Siz tercümanmışsınız, ihtiyaç var.'
Çok yorgunum ben akşamlardan kalmayım, desem?
Tamam neresi?
Sahil Güvenlik Komutanlığı.
İyi de 40 yıllık Marmarisliyim, nerde o?
Ben size konum atayım.
Hoppi..
Taksici de valla, ben bile kendimden şüphelendim, geldik kapıda standart karşılama: 'Kimsiniz, vs'
Sonra tanış olduk eyvallah,
Bir garip Ukraynalı bilmeden Aksaz sularına girmiş, olay bu.
Alalım ifadesini zart zurt derken, elime bir tutanak verdiler, hadi bay..

Asıl macera sonra: Adliye binaları arasında yine ben, artık koridor denmiyor, koştur bir idari müdür bir kalem arayam diye.. Nerdeee bu bilirkişilerin vesikasını verecek diye.
Derler ki, tabii ki, henüz ulaşmamış tutanak, git yarın gel, hatta gelince de hazırlıklı ol, hesap numaran alınır, bir buçuk ay içinde yatar..

Ne askeriyeye gitmeyi severim ne adliyeye. Boşuna değil.

2 Eylül 2016 Cuma

dede

Oh be ağustos bitti!
Benim en sevdiğim aylardandı, şimdi en beteri..
Yaşasın eylül!

Karıştırdılar şimdi ortalığı..
Namaz niyaz derken, aklıma eski dedem geldi..
Ben okuldan koşa koşa varırdım maltepe çayırlar'a, dedem bana atları bile gösterirdi; 'beygir bunlar' derdi..
Sonra benimle öğretmencilik oynardı.
Elinde Edibe Yengemin örgü şişi, haritada talim yapardı.
Kendisi posta müdürüydü.
Bitane dolapçığı vardı; içinde Bitlis sigaraları..
Benle folklor oynardı.
Bitane kilitli çekmecesi vardı; içinde bana vereceği çikolatalar..
Söylemezdi.
Her cuma İstanbul'un ayrı camisine adeta törenle giderdi. Ayakkabılarının bağlanması bile özeldi onun için.
Paspastaki köpek yavrusunu bulamadım diye ağlayınca, annemi aradı herkesin korktuğu dedem.
'Naptınız çocuğa' dedi, hesap sordu.
Kedi getirdim eve, seccadenin önünden geçti, 'Uğurdur' dedi.
Dolmalıklar yedik, sahurda birlikte uyanıp.
Sonra reflü olduk, o ayrı..

Kimse anlamadı dedemi. Bi ben, bi Nur ablam..


15 Ağustos 2016 Pazartesi

travma

Babam öldüğünde uzun süre tedavi gördüğü hastanenin önünden bile geçememiştim.
Geçen gün annemle son sonuçlarını almak üzere hastaneye gittik. Bana daha kapıda geldi bir titreme. Eller bacaklar zangır zangır, annemi zor tutuyorum, çaktırmamaya çalışıyorum, gözlerimi yukarı dikiyorum ki yaşlar akmasın..
O acil kapısı hemen plajı getiriyor aklıma; annemi nasıl suyun üstünde float ederken gördüğümü, çekip çıkardığımı, nefes almayışını, etraftakilerin çabasını, ambülanstaki melek hemşirenin 'Merak etmeyin kendine geldi' diye beni rahatlatmasını, acilde bana annemin 'Ayşe öldüm mü ben' diye sormasını ve kapıda o sonsuz gelen bekleyişi...
Hayatımda bu kadar sigara içtiğimi hatırlamıyorum. Sigaranın bittiğini unutup parmaklarımı yaktığımı da...
Hastaneye flask içinde votka soktum ben. Yüzüm nasıl bir haldeyse artık, kimse bana bir şey sormuyordu..
Eve çıkınca, annem bana moral olsun diye, 'Hadi kızım git kendine rakı al gel' dedi, iki kadehten sonra yerlerde sürünüp eve ambülans çağırdım ben. Anneme 'şeker lazım' demişim...

Buna 'post-traumatic syndrome' diyorlar. Bünye kendini tutuyor tutuyor, bir rahat bulunca da hop boşaltıveriyor.
Hayatımda ilk defa psikiyatra gittim, annemin baskıları sonucu elbette, kadın bana standart antidepresan verdi, bir iki denedim, yok bünye onu da istemiyor, 'Yaşa' diyor, 'hisset, numb olma'.
En iyi temizlikçi kadınla konuşmak geldi bana. Şöyle doya doya ağladım, ilk kez.

4 Ağustos 2016 Perşembe

en uzun gün

O sahneyi hiç unutmıycam; annem boğuluyordu.
Kıyıya çıkardık, hastanelere koşturduk.
Ama annem ölüyordu.
Ve ben en sevdiğim iki şeyi; annem ve deniz, bırakmadım, güvendim onlara.
Adanalı bir kızla tanıştım hastanede, o da aynı şeyi söyledi: Tamamdır Ayşe, annen Zuzu'ya kavuşacak.


28 Temmuz 2016 Perşembe

now what?

TV tartışmalarının manyağı oldum, darbeden beri.
Zaten serde gazetecilik var, Ahmet Hakan'ın özellikle, tüm konuklarının profillerini ezber ettim.
Herkes aynı şeyi söylüyor.
Bu 'adamlar' kadrolaşıyordu yıllardır; orduda, yargıda, emniyette ve saire, ve buna göz yumuldu. (Sayın flaş askeri savcı Üçok'un tabiriyle 'salağa yatıldı'..)
Açıkçası ben Tayyip Erdoğan için üzüldüm.
Bu nasıl bir çemberdir, sizi içine çeken, geren?
Adam kaçarken, cumhurbaşkanından bahsediyoruz, pilota bile nereye gittiğini söyleyemiyor.
Acıdım.

'Peki ama, bizi kim iyileştirecek kim kurtaracak bu renksiz ateşten... ne yapacağız bizdeki yanıkları yıkamak, yumak için? O yaralar ki uzar gider, içimizde yerleşir iyice, anılarla, bizi ağır ağır kireçtaşına çevirene dek...'  Julio Cortazar, Seksek, 1963.

Öyle boş Kısıklı evinin önünde gecelemekle olmaz bu işler.


24 Temmuz 2016 Pazar

bütün dünya buna inansa

Bugün Taksim'de tüm partilerin, birkaçı hariç tüm sivil toplum kuruluşlarının katılımıyla 'Demokrasi mitingi' düzenleniyor.
Organizasyon CHP ama İstiklal'den meydana çıkan bir AKP'li grup var, MHP'liler, HDP'liler var...
Fonda Edip Akbayram söylüyor, 'Çav Bella' çalıyor, Bulutsuzluk Özlemi 'Acil Demokrasi' diyor...
Herkesin elinde Türk bayrağı, Atatürk posterleri... (Tencere tava yok.)
Suriyeliler var, Afganlar var, İstiklal Marşı okuyorlar. (Bi ara Erdoğan posteri kaldırdılar, sonra indirdiler.)
AKM'nin (hani şu Gezi olaylarında üstündeki pankartlar tekeer teker indirilen yıkılmayı yıllardır bekleyen eski buluşma adresimiz olan meşhur bina) üzerinde 'Hakimiyet milletindir' yazıyor...
Kılıçdaroğlu 'Taksim Manifestosu' okuyor, yüz binler el kaldırıp onaylıyor.
An itibariyle Cumhurbaşkanı yarın sarayında tüm parti liderlerini, Demirtaş hariç bittabii, beraber kabul edeceği müjdesini veriyor..
Yetmiyor, CHP lideri günün mana ve ehemmiyetini açıklıyor: Lozan'ın yıldönümü ve Gazeteciler Günü. 'Dün medya özgürlüğüne karşı çıkanlar bugün basının değerini anlamıştır' bile diyor.

Şimdi bütün bunlar neden oluyor..
Yaklaşık 10 gün önce, maalesef Marmaris'te bulunan, Erdoğan'a saldırı düzenlendiği, Meclis bombalandığı, Boğaziçi Köprüsü'nde insanların üzerine tanklar yürüdüğü, Beşiktaş'ın stadına havadan askerler indiği, Genelkurmay Başkanı kaçırıldığı, F-16'ların da yardımıyla 248 kişi öldüğü için...
Dünyada benzeri görülmemiş, Türkiye tarihine 'en kanlı darbe' olarak, dünya tarihine de herhalde 'en ahmak darbe' olarak geçecek bir 'kalkışma' 15 Temmuz.
Zira Erdoğan'ı tatil yaptığı villasında avlamaya gelen darbeciler kaldığı otelin yerini bilmiyor mesela.
Ya da darbe yapan askerlerin darbe yaptıklarını bilmemesi mesela.
MİT Müsteşarı'nın önce olaydan haberdar olup komutanla çay içmesi sonra atlayıp yemeğe çıkması, arada Başbakan'ı aramak filan aklına gelmemesi gibi mesela...
Cumhurbaşkanı'nın olayı eniştesinden öğrenmesini, FaceTime'dan canlı yayına bağlanıp halkı havaalanına çağırmasını hiç saymıyorum..

Tabii bu 'kalkışmanın' en ayırıcı özelliği halkın, harbiden 'bir olup iri ve diri olup' tankların önüne dikilmesi, askerleri püskürtmesi, bütün medya kuruluşlarının, mensuplarının, partilerin darbenin 'kötü bişiy' olduğunda hemfikir olması..
Önceki gün 'diktatör' dedikleri adamın arkasında durmaları.

Peki bu güzel dayanışmaya inanalım mı acaba?
10 gün önce başkanlık sistemi kavgaları yapılırken, 'birileri' parlamenter demokrasinin faydalarını görmüş müdür acaba?
Biz hala olayın sarhoşluğundayız, kafamız karmakarışık.
Yabancı medya olaya daha itidalli yaklaşıyor. Örnekse The Economist 'Erdoğan's Revenge' (Erdoğan'ın İntikamı) kapağıyla çıkıyor. 'Bu darbe en çok Erdoğan'a yarar. Cemaat mensuplarını temizlemek ve ülkeyi daha antidemokratik hale getirmek için fırsat' yorumu yapılıyor.
İntikamı acı mı olacak derken, Meclis kendi elleriyle OHAL'i onaylayıveriyor...
Darbeler ne kadar kötüyse olağanüstü haller de öyledir. Türkiye bunu gayet iyi bilir.
Biz yine de Taksim manifestomuza bağlı kalalım derim.

Marmaris'i soracak olursanız, valla burada millet kışı nasıl geçireceğim onu düşünüyor.
Biz bile İçmeler'e, Bozburun'a gidemezken, askeri helikopterler havada uçuşurken, 2 bin yataklı otellerde 50-60 kişi kalırken Marmaris, bomboş, kan ağlıyor.
Ne denizin kaldı tadı tuzu ne bizim velhasıl...

17 Temmuz 2016 Pazar

darbe

Eh, bunu da görecekmişiz..
Geçmiş olsun.
Korkuyosun di mi..
Darbe geçiren başkan da oldun..
Lanet olsun sana.
Ümmet diyosun.
Padişahım diyosun.
1440 yaralı, 163 ölü.
Aferin sana.


13 Temmuz 2016 Çarşamba

mülteci

Mülteciyim ben.
İstediğim okulda okuyamıyorım, okusam da mezun olunca iş bulamıyorum.
Mülteciyim ben.
Evlensem hiçbir 'TOKİ' bana ev vermiyor, evlenmesem daha beter.
Mülteciyim ben.
Eylem yapayım bari diyorum, bu düzene karşı koyayım; karşıma TOMA'larıyla gaz maskeleriyle öcüler çıkıyor, püskürtülüyorum.
Dayak yiyorum, öldürülüyorum..
Çünkü mülteciyim ben.
Memlekette seçim yapılıyor, birileri birilerine ne oy kullanacağını söylüyor. Ama bana değil.
Zira mülteciyim ben.
Seçimleri onlar kazanıyor gerçi, kimse bana sormuyor, barımı basıyor, beni sokağımdan evimden ediyor.
Olsun, mülteciyim ben.
Bir Türk olarak Türk vatandaşlığı talep edeceğim.

9 Temmuz 2016 Cumartesi

deniz kenarında

Aman nerden Marmaris'te turist yok didim.
Demez olaydım.
Bayram geldi, bu sefer Marmaris patladı. Ben böyle Marmaris görmedim.
34 plakaları geçtik, Aydınlılar, Denizlililer, yeri gelince Urfalılar, Konyalılar; hepsi burada!
Ne sinerji sormayın, trafikten ibaret: İçmeler'den bile dönemiyorsunuz misal, Selimiye'yi hiç anlatmayayım.
Bir hafta önce sinek avlayan esnaf delirdi, kime daha çok geçirebilirim derdine düştü.
Denize girmek paraya bağlandı.
Marinaya, şayet inebilirseniz, mahşer meydanı nasıl oluyormuş bi ön tadım yapabilirsiniz.
Velhasıl biz Marmarisliler klimalarımızı açtık, film seyredipduru evde, gitmenizi bekliyoruz.

Film demişken... Angelina Jolie'den pek hazzetmem, zira en yakışıklı adamı kaptı, neyse..
İki güzel film yönetmiş, birbirinden şahane.
'Unbroken' Japonlar tarafından zulüm görüp affetmeyi öğrenen bir adamı anlatıyor.
'By the Sea' 70'lerde geçiyor, Hemingway'vari yaşayan Brad Pitt, bunalımdaki karısıyla huzuru -ve romanını- deniz kenarında buluyor.

Tavsiye ederim; siz de evcilseniz şu aralar bi bakın derim, denize doğru....



29 Haziran 2016 Çarşamba

patladık


Garip bir ülkede yaşıyoruz.
Mardin'i filan geçtik, Ankara patlıyor, İstanbul patlıyor...
ABD elçiliği yurttaşlarını çağırıyor.
İngiltere 'Türkiye AB'ye girecek ona göre' diye propaganda yapıp AB karşıtı referandum kazanıyor.
Marmaris'te turist yok mesela.
Bono'da bile biz bize oturuyoruz.
Nereye kadar?
Sen artık o Atatürk'ün ormanını yıkıp inşa ettiğin sarayında gömül!
Biz de dışarı çıkalım.
Taksim olur, takdirlerine kalmış, Yenikapı olur, Maltepe de olur..
Yeter ki çıkalım, bağıralım, avaz avaz: Sen 2002'den beri bu memleketi yönetiyorsun. Ne yaptın?
Halkı böldün, şehirleri boşalttın, yetmedi seçimi kazanamayınca sinirlendin tekrar seçime gittin, kendi başbakanını kovdun, ha pardon bi de bol bol beton yaptın.
Gazlananları, tutuklananları hiç saymıyoruz.
N'aptın müdür?

24 Haziran 2016 Cuma

banktan banka

Şöööle uzatırdık bacaklarımızı karşılıklı banklarda, bir muhabbet bir güzellik.. Bir buçuk saat öğlen vakti.. Okula sadece o yüzden gittiğimi bilirim.
25. mezuniyet yılımızı kutladık. Üsküdar Amerikan'ın bahçesi görmeyeli değişmiş; binalar yapılmış bi sürü, olanların adları değiştirilmiş, ama biz yolumuzu bulduk neticede..
Yemeğimizi yedik, içkimizi içtik, audiotoriumda kendimizden yaşlarca büyük mezunları dinledik, ağladık, güldük..
Ben yine çıkıntı yaptım: dedim. niye imzalamadınız lan bildiriyi? Konuşacaklarını, görüşeceklerini söylediler.
E biz de konuştuk. Sözcümüz Didem 'Atatütk'ün çocuklarıyız' dedi, İstanbul Erkek'in 'Karanlıklara Geçit Vermeyeceğiz' mesajını verdi, 'Acil müdür aranıyor' demedi neyse...
Alkışımızı, plaketlerimizi aldık, Büyükada'nın yolunu tuttuk.
Bir seviştik, bir dans ettik, artık orası bize kalsın. Çok özlemişiz birbirimizi.

İnsanın harbiden. işte budur, ben burada olmalıyım, bu insanlarla, dediği an vardır. Ha tam da oydu bizim reunion. Banktan banka sohbet devam... Hiçbir şey kaybetmemişiz.

15 Haziran 2016 Çarşamba

long cold winter

25 yıl olmuş biz liseden mezun olalı.
Kutlamak için İstanbullu olacağım yeniden, birkaç günlüğüne..
Ayrılmak, evden, ne çok zor geliyor.
Zuzu'yu bırakmak, kanepemi bırakmak, denizimi, odamı, Merlin'i (bisiklet)..
Kızlar playlist çabaladı geçen gün, hani partide ne çalarız şekli.
Valla it's been a long cold winter ama ben ne çok en çok severim Marmaris'i.

https://www.youtube.com/watch?v=1BzH3fsksBs

2 Haziran 2016 Perşembe

dad

Bugün ölmüştün sen baba.
Sıcak elini en son bugün tutmuştum, 12 yıl önce bu sabah.
Sana neler anlatmak isterim... Neleri de söylemek dahi istemem.
Olsun, her gün konuşuyoruz zaten rüyalarda, annemin de selamı var.
Bu avukatlık işi olmadı be baba, senin dediğin gibi..
Yeminli tercümanlığa başladım, o da pek düzgün gitmiyor.
Gazetecilik desen, memlekette bitti zaten.
Senin kartların, o güzel yazınla yazdığın notların, bembeyaz kağıtların, hepsi çekmecende durupduru.
Bir gün, bilmiyorum ne zaman, onları senin daktilona koyacağım ve gerçekten yazmaya başlayacağım.
Görüşürüz baba.

30 Mayıs 2016 Pazartesi

saul'un oğulları

Bugün Saul'un Oğlu'nu seyrettim.
Yabancı dilde (ne demekse) Oscar almış.
Macar yönetmen Lazio Nemes neredeyse tek kamerayla çekmiş bütün Nazi katliamını.
İzlemeyenler için şöyle anlatayım; Sonderkommando diye 'ayırdıkları' bir birlik var Yahudilerden ve onlar neyle mesul biliyor musunuz?
Kendi soydaşlarını soyup gaz odalarını temizlemekle.
Sonra kalanların küllerini, adını yeni öğrendiğim Sola nehrine küreklemekle.
Saul bi Macar. Sonderkommando. 'İşi' gereği yine soyuyor, vs. 
Ama temizliği yaparken bir nefes duyuyor.
Bir çocuk. Hayatta kalmış. 
Hemen öldürüyorlar tabii çocuğu (bu bi mutlu film diil) ama kendisi de esir olan doktor Saul'a zaman veriyor; doğrudüzgün gömmesi için.
Bu çok önemli çünkü ötekiler, ne duası, aynı çukura atılıyor.
Saul haham bulmak uğruna neler yapıyor, artık gerisini siz seyredin.

İkinci Dünya Savaşı filmlerinin fanatiğiyimdir. Çünkü bence insanın insana yapabileceği zulmün top noktasıdır.
Peki neden Piyanist'i seyrettiğimizde ya da Er Ryan'ı, Nusaybin geliyor gözümüzün önüne. 
Biliyorum siz istemiyorsunuz. Siz (kimseniz) Ryan'ın da ölmesini (pardon şehit) Piyanistin de bi daha çalmamasını istiyorsunuz.
O zaman bi vakit ayırın Saul'u seyredin.
Olmayan oğlunu küller arasından nehre taşıyın. 

22 Mayıs 2016 Pazar

eskidendi

Bugün pazar.
Eskiden pazarları banyo yapardık. İlla.
Kamyonetin arkasına atlayıp pikniğe giderdik.
Çember çevirir top oynardık, ip atlardık.
Evdeysek bütün gazeteleri okur, bulmacasını da çözerdik.
Sonra gelsin börekler...
Şimdi napıyoruz?
Şehit gömüyoruz.
Başbakanlıktan şutlanan adam 'Ben iyi görev yaptım şahitlik eder misiniz' diye haykırıpduru.
CHP desen, laiklik şovu yapıp AKP'nin ekmeğine tereyağ sürdü.
Bu pazar herhalde en mutlu evinde ellerini kavuşturmuş oturan Erdoğan'dır.
Ama o ne ip atladı, ne de bulmaca çözdü.


18 Mayıs 2016 Çarşamba

acılar biter mi eyyy Yehova

Bu sabah kapı ziline uyandım. Hoppaa, bu saatte benim kapımı kim çalar - bu arada saat 11...
Kafamda hala yıldızlar uçuşurken indim merdivenleri, baktım delikten, iki şık beyefendi. Allah allah..
Açtım, 'Wow' dedim, 'a sight for sore eyes' (iç ses)...
'Ben David' dedi bi tanesi, 'Bu da kardeşim George.'
Ne güzel.. Buyrun, çay için bişey için.. (hala iç ses, zira rüyamın devam ettiğini düşünüyorum)
'Sizin için bir broşürümüz var' dedi, gösterdi: Acılar bir gün biter mi?
Haydaaaaa! Beni mi buldunuz kardeşim sabah sabah bunu soracak! Tam adresine geldiniz bravo.
Uyandım tabii, rüya bitti.
'Nasıl yani' diyebildim. 'Greenpeace filan mı? Ben üyeyim zaten.' (Benim akıl da her durumda nasıl hayvanlara çevreye kayıyorsa artık...)
'Yok' dedi çocuk, güldü. Aman da hanimiş (still iç ses).
'Biz Yehova şahidiyiz.'
Aaaaa dedim, anlaşıldı (bu sefer dış ses).
'Biliyor musunuz' diye gülümsedi.
Evet, dedim, teşekkürler ilgilenmiyorum. Size iyi şanslar.
'Peki' dedi kibarca akıllı çocuk, öteki kapıya yöneldiler.
Kapıyı kapatırken bi yandan gülüyorum 'hah Marmaris'in bi Yehovası eksikti' diye, bi yandan da acıdım çocukların haline.
Sonra düşündüm, ya keşke ben bunları takip etseydim, Marmarislilere Yehova şahitlerini nasıl anlattıklarını izlemek çok eğlenceli olabilirdi.
'Hanfendi biz Yehova şahidiyiz.'
'Kiim? Şahitlik neyin yapmam ben. Napan ben Yehovayı!'...


8 Mayıs 2016 Pazar

çocuksuz anne

Bugün anneler günü.
Ben de bu hafta anne olamayacağımı öğrendim.
Üzülmeyin, zaten niyetim yoktu.
Aslan gibi yeğenlerim var benim.
Komacan Zuzum var.
Babanneyim.
Daha nolsun?
Ama bi e şıkkı yakışırdı be.
Bi seçenek, doğurma tecrübesi, koku....
Yok, olmadı.
Bu hayatta en azından.
Ama severdim ben onu herşeyden güçlü.

20 Nisan 2016 Çarşamba

karınca kararınca

Uyuyamamak kadar kötü bir şey yoktur; yıllarca insomniac olarak devam edebildiğim için bilirim.
Gecenin körü başlar kediler kavgaya- kavga demeyelim de- bütün ışıklar sizindir.
Ertesi gün sen uyan bir karınca saldırısına. Nası yani?
Demleyelim mi gömelim mi...
Öyle böyle değil, eve her yerden giriş yapmışlar, yol çizmişler mutfağa kadar ilerlemişler.
Nerden çıktılar, hiç fikrim yok.
Zuzu zaten, bana ne diyor ama mama tabağında karıncaları bulunca, geldi beni uyandırdı.
Mav da mav.... Üstüme tırmanmalar, Shombililer...
Hayvan haklı.
Kalktım gittim markete, 'en iyi karınca yemi?' 2 adet 15 lira.
Dalga mı geçiyorsun usta bizim ev istila.
Anneme danışayım dedim, 'Türk kahvesi dök' dedi.
Döktüm. Bizim karıncalar çok sevmez mi kahveyi..
Levent Hoca'ya sordum, 'Kızım deli misin onlar kahveye bayılır, evi sirkeli suyla sil' dedi.
Valla işe yaradı.
Ama en çok bugün eczaneden aldığım 'karınca maması' işe yaradı. Günahı boynuma.
Zaten prospektüste 'hamdileri' de (hamamböceklerini) beslediği yazıyor, sıçtık.

8 Nisan 2016 Cuma

alcoholist


Bu terim benim değil Levent Hoca'nın. Marmaris citizen Hocamız, ki kendisi Tayland'dan beş parasız -9 derece İstanbul'a ayağında tokyolarla inmiş ve survive etmiş bir kişidir, diyor ki "Ayşe biz alkolik değiliz, alkolistiz."
Şimdi bu ne demek?
Sevdiği için içen demek. İhtiyacı olduğu için değil.
"Social drinker" değiliz tabii; bir elimizde şarap kadehi kokteyllerde kah kah kih kih tanımadığımız insanlarla sohbet etmeye çalışmıyoruz.
Ama bazen tatlı tatlı içiyoruz, bir öğlen rakısı olsun, bir akşamüstü birası, votkası..
Bazen ağır takılıyoruz, öyle icap ediyor çünkü, alıyoruz bir şişe Jack'i gömüyoruz.
Bazen teknede, zaten sallandığından mütevellit, hiçbir şey içmiyoruz, kendimizi denize bırakıveriyoruz.
Velhasıl biz içki içmeyi seviyoruz.
E şu aralar da toplumca ihtiyaç var galiba, yüzde 100'ümüz evde oturduğundan...
O zaman rahmetli Bukowski'nin kulakları çınlasın: "I drink to all my friends!"

21 Mart 2016 Pazartesi

baba saat kaç



Babamı tanıdığımda 13 yaşındaydım. Babam hep vardı da, o sabah "Müziğin sesi nasıl kısılıyor, biliyor musun" diye abimden korkarak bana sorduğunda tanıdım ben babamı.
Gösterdim, uykuyla uyanıklık arasında, teşekkür etti, "Sen benim kızımsın" bile dedi.
Yıllar sonra, ölmek üzereyken sordum: "Baba, iyi bir çocuk oldum mu sana?"
Yine, "Sen çok iyi bir kız oldun" dedi.
Çok iyi bir kız değildim ben. Babamı yorardım, annemi de. Gecenin bir vakti eve gelir babam "saat kaç" dediğinde, "Saatin yok mu baba" cevabını verirdim.
Moda'daki evden hatırlarım, bazen pencereden bile bakmama ses çıkarırdı, ama yıllar sonra Moda'da tam da aynı eve nazır full pencereli evim oldu. Bunu göremedi babam.
"Mutlu musun kızım" derdi, evliyken. "Evet" derdim, "baba merak etme."
Maviş onu hasta yatağında ziyaret edip kaçtığında anladım, babam ölüyor.
Sonra bir kedi daha geldi çatıya ziyaretine, eskiden yavrularını bırakan Torpido, girmek istedi camdan, ilk defa, öpmek yalamak istedi, iyileştirmek.. Babam baktı, son gücüyle elini salladı.

Şu yaşadığımız dönemi iyi ki görmedi babam. Akşam yemeklerinde yaptığımız tartışmaları hatırlarım; Uğur Mumcu öldüğünde benim nasıl sabahladığımı, Cumhuriyet gazetelerinin hepsini arşivlediğimi gördüğünü hatırlarım, gazeteci olduğuma memnun olduğunu sonra.
Bazen karşı görüşte olurduk, derdi ki "Kızım sen İstanbul mezunusun", ben de onu Ankara Hukukçu, kanuncu diye "aşağılardım".
Şimdi olsa, bir savcı olarak, hakim olarak, avukat olarak hepsine beraber karşı çıkardık.

Baba, saat geç oldu. İyi ki yoksun. Keşke olsaydın.

4 Mart 2016 Cuma

smokinli


Bizim arka bahçede bir kedi var; siyah beyaz, beşiktaşlı, smokinli bir beyefendi...
Ama tam bir "loner" kendisi...
Sabah uyanır, patilerini yalar, komşuda artan yemek varsa ona bakar, kıvrılır uyur çatıda.
Hiçbir kediye köpeğe insana bulaşmaz, sanki kafasında Leonard Cohen çalarcasına -ya da Neşet Ertaş- işine bakar, gökyüzüne, dolunaya bakar, dalar....
Bu kedinin besleyeni yok.
Bir de bizim aşağıda neşeli kediler var; Benekli, Karagöz, Çamurlu, Dumanlı vs...
Onlar çok iyi besleniyor, kapı gıcırtısına yemek bekliyorlar.
İstese Smokinli de gelir bizim bahçeye.
Ama gelmiyor.
Arada Zuzu'yla pencereden paslaşıyorlar. "Ne konuşuyorsunuz" diyorum, "Bir şey konuşmuyoruz" diyor Zuzu, sadece "anlaşıyorlarmış"...



17 Şubat 2016 Çarşamba

11 yıldır esniyoruz

Zuzu'nun 11. yaşgününü idrak ettik. Kedi çağırabildik mi partiye, yok. Zuzucuk hala balkondan aşağıdaki kedilere bakıpduru, çatıda kumruları izleyipduru. Ama ne gam...
Güneş açtı, bahar geldi neredeyse. Yakında denize de gireriz. İlk 'manyak' turistleri gördüm zira; adamlar şimdiden bronz, şortlarıyla biraları çekiyordu.
Bende parka, üstümde kazak, doktora gidiyorum. 5 sene sonra ilk defa 'üşüttüm' çünkü. Kulağa zarar verdi; doktora sorduğum soru şu: dalarken sıkıntı olur mu? Olmazmış.
Memlekette ahval malumunuz. Savaştayız. Neyin savaşı, bilen varsa anlatsın.
Kedileri bu yüzden seviyorum; yalan güneşin altında, şöyle bir esne pembe pembe, kıvrıl yat.
Ne bir tasa ne bir hüzün ne de acı.
Çok yaşa Zuzu, sen çok yaşa!


28 Ocak 2016 Perşembe

Soğuk

Herkes birbirine bağırıyor.
Hangibirine katılsak, önemi yok.
Biz kendimize bir dönüp bakalım; nerede yanlış yaptık'ı bile geçtik artık.
Kar yağmayan bir memlekette yaşıyorum. Ama soğuk. Bir de üzerlerine kar yağan yüzlerce insanı düşünüyorum, evinden koparılan. Üşüyorum.
Sen bağır. Hem de haykır.
Neymiş barış içinmiş bütün bu olanlar, yürü!
Manşet mi atıldı cebren ve hile ile hükümet mi düşürüldü, yürü!
Herkes bağırsın, ses bitsin, kesilsin artık.
Çünkü ölüm çok soğuk.

23 Ocak 2016 Cumartesi

karne

Terörle mücadele: 0
İnsan haklarına saygı: 0
Ekonomi: 0
Çevreyi koruma: -1
Hayvan haklarına saygı: 0
Adalet, hukuka saygı: 0
Dış politika: -2
Demokrasi / Meclis idare: 0
Basınla ilişkiler: -3

Ama....

Arap / Sünni politikası: 8
Alevi / Kürt düşman politikası: 9
Provokasyon: 10
Gündem değiştirme: 10
Köy değil şehir boşaltma: 10
Başkanlık polemiği: 8
Sarayı koruma: 11

Bu kimin karnesi acaba?

22 Ocak 2016 Cuma

Oscar ve Plato

Oscar Wilde..
Her okuduğumda bana ölmek üzere olan birini çağrıştırır.
Öldü de..
Ama ne güzel söylemiş: 'Hiçbir sanatçı etik sempatiye sahip olamaz. Sanatçı karamsar değildir. Bir şey ispatlamaya çalışmaz. Sanatçı her şeyi ortaya koyar; düşünce ve dil de bunun enstrümanıdır.'
Bunu görmeyen ya da görmezlikten gelenler, evet, karanlıkta.
Boşuna demiyoruz çıkın artık Plato'nun mağarasından diye.
Çıkın, bi zincirlerinizden kurtulun, açın gözleri, kamaşsa da...

17 Ocak 2016 Pazar

hezeyan

Hezeyan duymak istemiyorlarmış..
E kimse istemiyor zaten.
Lakin...
Az bile kalır!
Zira içim öfke dolu.
Çocuklar, kadınlar ölmeye devam ediyor.
Öldürülmeye.
Neymiş bi kadının hesabı?
Sevdiği erkekten öte neymiş?
Ben bu yüzden sevmekten vazgeçtim.

14 Ocak 2016 Perşembe

müsvedde

Hem o'yuz hem bu'yuz biz..
Hem öldüren hem öleniz biz.
Memleketin 'başkanı' akademisyenlere küfretsin, müsvedde değiliz biz.
O çok beğendiğin ecdadının neler okuyarak büyüdüğünü biliyor musun be cahil?
Plato'nun Socrates'in 'müsveddeleriyle' yetişti onlar.
Sen istediğin yalanı söyle. 'Polisleri ben öldürmedim' de.
Kimse sana inanmaz.
Çünkü sen insanlık müsveddesisin.

11 Ocak 2016 Pazartesi

kedi yılı

Yeni yıl dedik, bağrımıza bastık.
N'oldu?
Sel oldu..
Ölümler oldu.
Ben şimdi rahat kanepemde kedimle yazıyorum: Hepiniz alçaksınız!
Beyaz'ı mı terörle suçlayacak hale geldiniz?
Ülkenin doğusu ağlarken, sarayınızda ampuller mi eksildi?

Ben iyiyim.
Kedim de iyi.
Ama yetmez.
Ben dışarıdaki kedileri de düşünüyorum.