29 Mayıs 2014 Perşembe

marrr

Bu gece uyumadım.
Standart.
Çıktım, bakkala gittim. Çöp kutusunun yanındaki kedileri besledim. Taksici abilerle selamlaştım. "Yine nöbetçi misiniz" diye sordular..
Bizim mahallede herkes ne hikmetse benim neyi ne zaman nasıl yaptığımı biliyor.
Bu, iyi bir şey. Şikayet etmiyorum.
Bana soruyorlar mesela: "Ayşe Hanım, bugün yüzmediniz?"
Ya da bakkaldan votka, rakı vs aldığımı görüyorlar; "Ayşe Hanım bu akşam demleneceksiniz galiba.."
Eczacı benim yazılarımı okuyormuş, "Ya, niye bıraktınız gazeteciliği" diyor, hasbihal ediyoruz.
Aman ne hoş.
Birilerinin benimle ilgileniyor olması. Muhabbet vesilesi.
Zaten ev konusunda hep şanslı olmuşumdur. Apartman sakinleri kedisever çıkar, dışarı yemek koymama ses çıkarmaz - çıkarırsa da öğretilir!
Mahalle tatlı tatlı senin dedikodunu yapar ama ses çıkarmaz, müziğin sesini sonuna kadar açsan bile.
Moda'da da böyle oldu bu, Ataköy'de de, Marmaris'te de.
Bisikletinin yeri değişir, haberdar olursun. Edilirsin.
Ve fakat...
Ben insanın "isyancısını" severim.
Başkaldıranını, "hayır" diyebileni, ne kadar uzak olursa olsun paylaşanını..
Marmaris güzel, malum.
Ama Gezi'nin doğumgünü kardeşim, hiç mi bir şey yapmazsınız!
Kadıköy'de olsaydık ortalığı ayağa kaldırmıştık şimdi.
Öylesi de gerekmez. Tamam, geçen sene tencere tava çalıp meydanda oynadınız.
Ama ne?
10. yıl marşı çalıp Atatürk heykeli önünde toplanmakla olmuyor bu işler.
"Ayşe Hanım, çocuklar için bir şey mi yapsak" deyin biriniz de.
Marmaris uyuyor. Çok sıcak da değil. Ama uyumaya o kadar alışmış ki.. Tuzu kuru çünkü.
Turisti tavlamaya gelince uyanıyor anca.
Komşuluk buysa şayet, ben almiim taksici abi, sen sürmeye devam...

24 Mayıs 2014 Cumartesi

salıncak

Seni seviyorum,
Dersin, elbiseni nasıl topladığını bilemeden tıpış tıpış evine dönersin.
Burada çalışmayı çok seviyorum, dersin..
Ertesi gün başka şirkette iş ararsın.
Ne kadar güzel bir hayatım var....
Diye düşünürken, kendini bavulunla yolda bulursun.
Annen arar çığlık çığlığa, "Tamam anne, aman anne" der durursun.
Ama arkadaşın varsa...
Bir tane.
Yeter.
Anlatırsın, o sonsuz dinler...
Ötekiler sana söz verir, yapmaz.
Yanındayım der, olmaz.
Ara beni canım der, ararsın, açmaz.
Ama o bir tane vardır ki...
İşte ona hayat değer.
Bitiremezsin, ayrılamazsın, hoşçakal diyemezsin.
Çünkü aldatamazsın.
Yakalanırsın.
Kalırsın ortada...
Ne tarafa gitsem?
Anneni dinle: "Arkadaşının yanına git, kaybolma!"

16 Mayıs 2014 Cuma

öfke

Tamam, hayat garip.
Ama biz ne garip bir toplum olduk.
Toplum muyuz değil miyiz, o bile tartışmalı.
Yüzlerce insanımız, işçimiz, yerin altında kalmış, yüzlercesi ölen arkadaşlarının üstünden sürünerek yeryüzüne çıkmış...
Ama kimse ne olup bittiğini ne söylüyor ne biliyor.
Şimdi neye yanarsın?
Ölen canlara mı?
Hayatta kalan, hala madene girmek zorunda olanlara mı?
Yakınlarını yitirip boğazı düğümlenenlere mi?
"Yapacaktık biz yaşam odası, 3-4 ay sonra olaydı bu kaza" diyen patrona mı?
"Hamdolsun 18'le kapatıcaz bu kazayı, toplamda maksimum 302" diyen bakana mı?
Makam arabası tekmelenince protestolardan tırsıp markete saklanan, orada da vatandaşı yumruklayan, küfreden başbakana mı?
Halen hastane, morg önlerinde bekleyen, Atatürk heykeli önünde anma yapalım derken toma'larla karşılaşan Somalılara mı?
Niye bu öfke?
Niye bu anlaşamamak?
Uğur Dündar, mesela, niye yuhalanır?
Abdullah Gül, niye barikat ihtiyacı duyar?
Belki ölülerimizi gömüp kendimizle kalınca bu nefretin, karşılıklı sinirin sebebini araştırmaya başlarız.
Zira zamanı geldi geçiyor.
Ha, öyle makinelere, nefes odalarına, ve saireye de ihtiyacımız yok.
Karşılıklı konuşsak yeter.

14 Mayıs 2014 Çarşamba

soma

"Adamlar göz gözü görmüyor.."
"En az 200 kişi daha var, taşıycaz."
"Zor oluyor, nefes alamıyorsun.."
Ceset çıkarmaktan bahsediliyor.
Kurtarma ekibi konuşuyor.
Bir ulusun iflasıdır bu.
Çok seviyoruz ya millet kelimesini, ha, layık ol o zaman.

13 Mayıs 2014 Salı

kimsin sen!

En hastası olduğum "kavga" cümlesidir.
Kimsin sen ya? Ya sen kimsin.......
Böyle uzar gider.
İnsanlar sanki birbirlerinin kimliğiyle çok ilgiliymişçesine sorar:
Kimsin sen kardeşim?
Sanki kendilerinin kim olduğunu bilirmişçesine, karşısındakinin kim olduğunu bilmezmişçesine sorar:
Ya yürü git, kimsin sen lan!
Kimse zarar veremez ya ona, emin değildir o yüzden, merak eder:
Kim la bu?
O kadar yüksektedir ve kudretlidir ki havsalası almaz:
Kim çıkabilir benim karşıma?
Şimdilerde, hele, herkes bu soruyu soruyor.
Politikacılardan survivor'cılara...
Kemal Kılıçdaroğlu da mesela, çıkıyor diyor ki başbakana "Kimsin sen!"
Başbakan çıkıyor, muhalefet liderlerine ve en sevdiği "paralel yapı"ya sesleniyor: Kimsiniz siz!
Sokakta kavga etmeye çalışan çocuklar görürsünüz, onlar bile birbirlerine bağırıyor: Kimsin lan sen!
Kimiz biz?
İngilizcede böyle bir kavga çeşidi ya da jargonu yok örnekse; kimse karşısındakine "Who are you" demiyor.
Peşinden de şöyle bir cümle gelmiyor: Haddini bil! (Know your limits mi desek?)
O zaman biz başka bir şeyiz.
Kimiz la biz?

7 Mayıs 2014 Çarşamba

anne

Ben annemi ilk ne zaman hatırlıyorum; bilmiyorum bile.
Ama o biliyor.
Beni ilk nasıl kucakladığını da, öptüğünü de, yürüttüğünü de, zar zor uyuttuğunu....
Borcumu nasıl öderim bilmem.
Eğer bir borç varsa..
Ki olmaz, annenin kucağı hiç yorulmaz.
Alır, alır, alır....
Verir.

2 Mayıs 2014 Cuma

Loewe

Loewem gitti.
Televizyonum.
Yıldırım çarpmıştı, iflah olmadı.
Hurdacılar aldı sırtına palaspandıras..
Götürdüler.
O, şimdi hepinize saçma gelecek ama, benim aşkımdı.
Evlendiğim adamla beraber görüp aşık olduğumuzdu.
Ayrılmaya karar verip kavga ederken benim yere devirdiğimdi.
Benimle bütün yeni evlerimi gezen ve mucizevi bir şekilde çalışan "arkadaşımdı".  
Öyle alıp götürdüler.