20 Aralık 2014 Cumartesi

nerdesin aşkım buradayım aşkım

Pazar var gidilecek.
Kereviz, patates alınıp yemek pişirilecek.
İstanbul'a peynir alınacak!
Çarşı var çıkılacak. Yeğenlere hediye bakılacak.
Pet shop'a da uğramak lazım, Zuzu çok yiyor bu ara...
Zira teslim edeceğiz anahtarımızı ve kendisini, hayırlısı..
Arkadaşlara da bi "görüşürüz yeni yılda" demek lazım..
"Enişteye" keza..
Marmaris'ten her ayrıldığımda beni bir korku kaplıyor artık. Değişik bir duygu bu. Ve genelde doğru çıkıyor; döndüğümde -hava dahil- hiçbir şeyi yerinde bulmuyorum.
Ama zaten öyle olmaz mı; gittiğin yere döndüğünde farklı bulursun hep nedense.
İstanbul, lakin, hiç değişmiyor.
Tamam. Trafiği, metrosu, mekanları ıvırı zıvırı değişiyor da... İstanbul işte..
Belki sandığımdan çok istanbulluyum.
Belki de o kadar marmarisli olmuşum ki bir haftada değişikliği anlıyorum?
Neyse... Görüşürüz İstanbullular ve Marmaris...

15 Aralık 2014 Pazartesi

divina comedia

Tamam, hepimiz sabah uyanıyoruz, zar zor, sıcak yorganlarımızdan sıyrılıyoruz, kahvemizi portakalımızı içip sandviçlerimizi elimize alıp, şemsiyelerimizle düşüyoruz yollara...
Kimimiz işe kimimiz alışverişe, bankaya, arkadaşa, mahalle kavesine...
Ben bu rutini yapmıyorum üç yıldır.
Ben de uyanıyorum, tabii, kahvaltıdan önce salon penceresini açıyorum ki güneş girsin hem Zuzu güneşlensin hem Meno (menekşe).
Sonra odaları havalandırıyorum, bir bir. Televizyonu müzik kanalına ayarlayıp, ayıptır söylemesi, banyoya dalıyorum..
Döndüğümde erken kalktıysam şayet İsmail Küçükkaya'nın sabah haberleri açık oluyor, geç kalktıysam Ayşenur Arslan'ın Medya Mahallesi'ne takılıyorum..
Yumurta, çay may derken interneti de şöyle bir tarıyorum; kim ne yazmış neetmiş hesabı..
İşte memleketin haline vakıf olmak bu kadar kısa ve net sürüyor. İşin içindeyken öyle değildi oysa:)
Misal; bu son operasyonu hepimiz twitter'dan iki gün önce öğrenmedik mi?
Cumhurbaşkanı bizzat çıkıp ertesi gün sinyallerini vermedi mi?
İnsanlar geceyarısı gidip de gazete önünde toplanmadı mı?
Artık kimsenin ajan olmasına filan gerek kalmadı. James Bond filmlerine paydos. Gazete çıkarmaya hele hiç gerek yok. Muhabirlik beş para etmez. Astrolog bile olsan iş bulamazsın.
Öyle bir "büyük komedi" içinde yaşıyoruz ki...
Ben üç senedir evde oturuyorum. Her şeye hakimim.

7 Aralık 2014 Pazar

9 canlıdır kediler

Bazen seyrettiğiniz bir film, okuyabileceğiniz 50 kitaba bedeldir.
"A Thousand Times Good Night"ı geç buldum, kaybetmedim: Yönetmeni Erik Poppe, pek sevdiğim Juliette Binoche oynuyor. Hararetle tavsiye ederim, hani yani son günlerin moda tabiriyle ağlamaktan helak oldum gidiniz cinsinden...
Film savaş fotoğrafçısı bir kadını anlatıyor. Yeri geliyor, kızını da alıyor gidiyor Sudan'a, Kenya'ya, kocası bunu yadırgıyor tabii, çekiyor ayrılık kartını. En son İstanbul üzerinden Kabil'e gidiyor, kızı yaşında bir canlı bombayı fotoğraflamaya... (Filmin sonunu açık etmedim merak etmeyin..)
Ama bir sahne var; İrlanda sahillerinde dolaşırken minik kızı bir yavru kediyi paltosunun içine sokup eve götürmek istiyor, "Buralarda kalamaz anne, ölür" diye...
Bizim Binoche dönüp tersliyor yaramazı: "Bilmiyor musun kedilerin dokuz canı var, yaşar" diyor.
Benim de bu konuda kedilere güvenim tam. Harbiden kayboldu sanırsınız, ezildi gitti mefta oldu zannedersiniz, çıkıp gelir kediler, öyle bir huyları vardır.
Kedilerin kolay kolay ölmeyeceğini bilen kahramanımız da sapır sapır ölen, öldürülen insanları çekiyor zaten, mevzuya alışık..
Peki bizim taze cumhurbaşkanımıza bi sorsak, hani ona da Van'da bir kedi "emanet" edilmişti, kendisi Fatih Altaylı'ya verip heder etmişti hayvanı, "Öldürülen insanlardan haberdar mısınız" diye...
Ben size söyleyeyim, yine "Rabia" diyecektir. Ali İsmail demeyecektir, Berkin Elvan demeyecektir (iki yıldır çocuğun davası bile açılamadı),
Peki kendisi dokuz canlı mıdır?
Kesinlikle. Özellikle dört ayak üstüne düşmesiyle meşhurdur.
Bunda kedilerin suçu var mı, yok.
Filmde bir replik daha vardı dikkat çeken. Kızı annesine soruyor, "Anne sen hayatın pahasına niye bunların fotoğraflarını çekmeye gidiyorsun" diye.
Anneden cevap net: "Çünkü çok kızgınım. Dünya Paris Hilton'un arabaya hangi donla bindiğiyle meşgul. Ölen milyonlarca insan umurlarında değil. İkinci Dünya Savaşı'ndan bile yüksek bir rakam var yaşanan. Kimsenin umrunda değil."
O zaman "care".
Sonuçta kedi değiliz hiçbirimiz.

5 Aralık 2014 Cuma

yalnızlık nelere kadir

My loneliness is palpable..
Dokunabilirsin, kırılır..
Geçen akşam taksiciyi eve çağırdım, sigara aldı geldi.
Rakı ikram ettim.
Oturduk iki laf ettik.
Sucu desen öyle, allahtan esnaftan yana şanslıyım, "N'aber abla" diye karşılıyor beni, ben istemesem bile su bırakıyor kapı önüne, ihtiyacım olur diye..
Ben Moda'da otururken de böyleydim; bir gece evimin aşağısında merdivenlerde oturup Kazım Koyuncu söyleyen sarhoş bi çocukcağızı çağırdım, duşunu aldı, en sevgili kanepemde uyudu, ertesi sabah fişek gibi kalktı: "Abla, sen nası bişeysin" diye..
Marmaris'te de buna benzer vakaları yapmışlığım, yaşamışlığım çok.
Ama galiba yetti artık.
Eve dönerken bunu fark ettim.
Ben sadece evime gidip kendi kanepemde kendi başıma uyumanın peşindeyim artık.
Yaşlanmışım.

2 Aralık 2014 Salı

brother

Biraderle hiç benzemeyiz.
O unutkandır, misal, ben her şeyi hatırlarım.
O cebinde para taşımaz, hiç, ama somehow he gets by...
O iyi şofördür, ben araba kullanamam.
O çok iyi bir babadır, bende çocuk yok.
O evden işe her gün -hem de istanbul'da- kilometreler ve saatlerce yol tepiyor, ben sırf bunu yapmamak için şehir değiştirdim.
O içmez, ben içerim.
Ama biraderle çok da benzeriz.
Aynı müziği dinleriz.
Aynı takımı tutarız.
Aynı filmi severiz.
Aynı şeye aynı anda aynı tepkiyi veririz.
Kedilerimiz var, ortak.
Okuduğumuz kitaplar, tuttuğumuz günlükler, yarattığımız Dünya Kupası ve Billboard chart'ları var; kimse anlamaz, biz anlarız..
Doldurduğumuz karışık kasetler, Sabonis maçlarını kaydettiğimiz betamax'lar var.
Biz benzemeyiz.
Ama ne çok severiz!

28 Kasım 2014 Cuma

geri sar geri!

Ya bana hep öyle geldi ya da herkese öyle geldiğini düşündüm...
"Nasıl olsa yine yaparım, yine olurum" şekli..
Ha, okuldayken baskette mi başarısız oldum, nasıl olsa ileride oynarım...
Tiyatrocu olmak isteyip de olamadım mı; nasıl olsa olurum, "fıtratta" var..
Gitarım olsun istedim de olmadı mı...
Aha, şimdi var. Çalmıyorum.
Yaş geldi 40'a, hatta geçti, ben hala bekleyipdurun birşeylerin olmasını..
80'lerin şahane filmi Starman'deki Jeff Bridges gibi, birşeylerin hala "büyümesini" bekliyorum.
Ama hep aynı be.
Sow your wild oats!

23 Kasım 2014 Pazar

naptık la

Digiturkçü geldi, hayatımı iyice kanepeye bağladı..,
Dilediğin zaman seyret zımbırtısından smart tv'mle her yere her an erişipdurun..
Peki bu iyi bişey mi?
Hayır.
Nasıl cep telefonları sakatsa bu da öyle..
Ankesörlü telefonu bilmeyen bir kuşak var, düşün..
Aranıp da bulunamama olasılığın vardı eskiden..
Şimdi ben açayım "çok akıllı televizyonumu", tuşlayayım istediğim diziyi, filmi, hop, karşımda.
Yok böyle bi dünya!
Haberleri de tıklayabiliyo muyuz usta?
İleri geri sarabiliyor muyuz?
Hayata hiç girmiycem.
O zaten, dedik ya, kanepeye bağlandı.
N'aptık la biz?

21 Kasım 2014 Cuma

deliii

Deli gibi film seyrediyorum.
Film bulamadığım zaman internete girip dizileri seyrediyorum.
Bazılarının yönetmenini, oyuncusunu filan bırak, bütün cast'ı, editörü ve sairesini ezberlemiş durumdayım.
İyi bişey değil tabii..
Eğer "yıldız savaşçısı" değilsen...
Ama neye hizmet ediyor?
Meğer ne çok sevenim varmış kardeşim!
Siz siz olun film seyrettikten sonra sağınıza solunuza bakın, olmadı sosyal medyada paylaşırsanız etrafı kolaçan edin.
Zira herkes siz film izlerken sizi izliyor olabilir!
Evet, izleniyoruz.
Onlar da kendi filmlerini çekiyorlar, biz yaşarken...
Siz siz olun mutfakta çorba karıştırırken, banyoda diş fırçalarken, teyakkuzda olun.
Ya da bir kedi gelsin kucağınıza kıvrılsın, yamulun gitsin...

13 Kasım 2014 Perşembe

bir tek sana güvenmiştim

Hani her şeyindim ben senin hani kor dudaklındım..
Ben o cümleyi uzun süre "kalbura döndüm" diye anladım biliyor musunuz?
Eh, bilmezsiniz.
Şimdi, fırtına, dolu, deprem, şimşek...
Karışık.
Gerçi kimsenin "kor dudaklısı" olmadım ama...
Hepsine selam olsun.
Kalbura döndüm.

2 Kasım 2014 Pazar

bugün benim doğumgünüm

Seni ne çok seviyorum.
Her ıslandığımda, yataktan mahmur kalktığımda, düştüğümde paldır küldür, kanepeye uzanıp hop tv seyrettiğimde saatlerce...
Karlar altında uyandığımda, üstümde hırkam, bir tek...
Yine yağmurlu bir akşamda, Polonezköy'de, arka bench'lerde "Benimle evlenir misin"i duyduğumda...
Babamın elini son kez tuttuğumda..
Bana "Sen iyi bir çocuktun" dediğinde...
Kedimi ellerimle veterinere ölmeye götürdüğümde..
Bana yalvardığında, en son gözleriyle...
Marmaris'e geldiğimde...
Denize, maviye, dolunaya, gökyüzüne...
Kedimin oğluyla.
Ben bugün doğmuşum. 41 yıl önce.
Şimdi bakınca çok uzun geliyor ama işte, yukarıdaki gibi geçiyor hayat...

23 Ekim 2014 Perşembe

nereye gidipduru?

Tamam, onu anladık, yaşadığımız memleket bir sürü sürprize, her gün bitmek bilmeyen bir gündeme gebe.
Ama yeter yahu!
Kobanisiydi, ışidiydi, obamasıydı, aksarayı..... Çoook yorgunuz, yorulduk.
Türkiye Akrep burcu. Hadi yenilenelim, dönüşelim. (Akrep biliyorsunuz DNA'sı yok olmayan tek canlı türü..)
O zaman pek sevgili arkadaşım Neslihan Gök Kazdal'a kulak verelim:

http://mindmills.wordpress.com/2014/10/22/akrepte-yeniay-ve-gunes-tutulmasi/

19 Ekim 2014 Pazar

eski yar şöyle dursun

Sineme vura vuraaaa, di mi?
Vurupduru zati şu aralar..
Aydan mıdır, güneşten midir bilinmez...
Gelir geçer.
Rüyalar görülür, eskiler yad edilir..
Arkadaşlar evlenir, gider, ötekiler eklenir..
Zuzu su çanağından bir yudum alır, biter.
Özlenir, "orada" olanlar ve kavuşulamaz.
Bir tanesi daha gidici. Herkes gidiyor.
Kalan: ben.
Koskoca yatağım ve evimle.


13 Ekim 2014 Pazartesi

gelin olduk gidiyoruz

En güzel arkadaşımı evlendirdim, mesudum.
Çünkü çok shompi bi adama gitti.
Onca çoluk çocuk hırgür arasında hiçbir şeyden sıkılmayan, giydiği takım elbiseden, eline yakılan kınadan bile yorulmayan güzel bir çocuğa gitti.
Ama "merasim" sürerken gözlerini arkaya çevirmesine mi yanayım, başındaki kırmızıyı satmasına mı...
Her gelin biraz nazlı gider. Annesi babası daha beter telaşlıdır.
Ben evlendiğimde odama en son babam girmişti - annemden fırsat bulup...
"Çocuğum, içinizde çözün her şeyi" demişti.
Çözemedik.
Evlilikler, düğünler, kınalar güzeldir...
İnşallah elimize yakılan kadar kısa süreli olmaz.

6 Ekim 2014 Pazartesi

hayat bayram olsa

Hayat akar.. Hayat gider...
Bazen sonlandırmaya bile çalışırız onu.
Me, bana gelirsek birkaç "Lost" hikayesiyle özetleyebiliriz konuyu..
Ayşecik doğar, bahçeli boş havuzlu parmaklıklı bahçesinde büyür, dışına çıkmak için kolunu kırar, sonunda başardığında çukur kazar, çocukluk aşkıyla..
Yürür pembe panterli mavi çantasıyla okula her sabah, çantanın açılmamasına dikkat eder, abisinden kalmıştır çünkü, yine parmaklıklı kapılardan girer, gri dolapların, kahverengi masaların, gri-kahve bıyıklı müdürlerin olduğu okuluna... Bir zamanlar köşe kapmaca oynadığı, babasıyla futbol antrenmanı yaptığı okulun bahçesine..
Folklor de oynar. Çok da sever. Yine gri kapıların açıldığı toz duman içindeki bomboş salonda, arkadaşlarıyla Antep, Eğin, Kars, Yozgat oynamaya doyamaz.
Eve gelir, babasını taciz eder, "Şiirin yaaar" diye adamcağıza minik parmağını örseleyip idman yaptırır...
Ortaokul vakti geldi, Ayşecik büyüdü... Artık Ümit Besen çalan minibüslere atlayıp servise yetişme vakti.. Orada da ablalarından çok şey öğrenir; Mazhar Fuat dinlemeyi, defterlerin kitapların arkasına beğendiği çocuğun adını çiziktirmeyi, kırık not almayı, alınca umursamamayı...
Lisede Ayşe komacan oldu. Hem kilo aldı hem tiyatrocu oldu hem gazeteci oldu vs... (O başka bir hikaye..)
Büyüdü, Ayşe üniversitede Hukuk okudu. Babası pek istiyordu çünkü. En sevmediği paltosuyla karda kışta Beyazıt otobüslerine bindi, tanıdı halkı nedir ne değildir, gitti kafelere dinledi sazları, kırdı dersleri, geçti sınıfları... Sabahları sabah etti, kahve ve Maviş eşliğinde yuttu malzemeyi, verdi istediklerini...
Ama bu artık verilmiş son kaleydi. Bu kez kimsenin istediğini yapmadı Ayşe. Çalıştı çabaladı, hakikaten gazeteci oldu.
Sormadan etmeden evlendi. Boşandı. Taşındı.
Velhasıl, Ayşecik şimdi bir emekli. Hayattan...

30 Eylül 2014 Salı

hunting high and low

80'lerde genç olanlar bilir; "Here i am.." diye başlayıp bizi bulutlara sürükleyen A-ha'mız vardı..
Çok güzel bir ergenlik dönemi geçirdiğimi söyleyemem. Ama o şarkılar, hayat kurtarırdı.
Şimdi bizim karşıki "ingiliz turist restoranı" paso onları çalıpduru.
Duran Duran'lar, Cindy Lauper'lar gırla.. Wham bile var. Hatta daha eski, Man at Work..
Hayat bana bir şeyler demeye çalışıyor ama çözemedim henüz.



26 Eylül 2014 Cuma

evlenmek kadını özgürleştiriyor

Öyle valla ülkemde...
Ben kendimden biliyorum; müstakbel damatla annemlerin evine gittiğimizde banyoya girdim ve gördüm aynı havluları, duş aparatlarını vs...
Kapıyı açıp koşarak nasıl sarıldığımı ben bilirim; "Sen hala buradasın di mi" diye...
Biz öyle yetiştirildik: Evlenmeden evden çıkılmaz.
Şimdi benim bir temizlikçi hatun var misal, pek mutsuz... Kocası içip yiyor anladığım kadarıyla, bir de kayınbiraderiyle yaşıyor. Anneme de geçenlerde çıtlatmış, aslında imam nikahlıymış.
Görsen, bir içim su, genç kadın, ama ayrılıyor mu "sözümona" kocasından?
Çünkü nereye gideceğini bilmiyor.
Anne babasının yanına dönmek istemiyor.
Çünkü o daha beter, esaret.
En azından orası kendi evi, kocası, benimsiyor, yutuyor, oturuyor, uyumuyor, ağlıyor...
Ben boşandığım zaman kendimi ne kadar "boşa" aldığımı anladım.
Dayamışım sırtı küreğe, ooh, sanıyorum ki her şey güzel olacak.
Faturalardan filan bahsetmiyorum.
Psikolojik bir "dayanma" şekli bu.
"N'olursa olsun, o yanımda ya," şekli.
Eh yanında artık olmayınca mecburen dikiliyorsun.
Ve işte o zaman, gerçekten özgür oluyorsun.

23 Eylül 2014 Salı

patatesi kızartmışam...

Kadın sabaha karşı kalkıyor, mutfağa geçiyor, patatesleri bir güzel doğruyor, yağı ısıtıyor, atıyor patatesleri içine, kızartıyor, yiyor.. Sonra kızgın yağı gidip yatakodasındaki kocasının başından boca ediyor!
Bizim yazıişlerinde en ilginç bulduğumuz üçüncü sayfa haberlerinden biriydi bu. Uykusunda mı planladı, kalktı canı patates istedi de aklına mı geldi, kimse bilmedi.
Ama cana bir yerde trak geliyor, o kesin.
Misal, benim karşı komşu... Yıllardır her daim kocasıyla ölesiye kavga edipduru.
Tamam, eşler kavga eder de, camları yaz kış açar mı kardeşim bütün mahalle duysun diye?
Kadın sesini duyurmak istiyor.
Belli ki dışarı çıkmıyor. Belli ki kocası onu aldatıyor. Belli ki mutsuz.
Ama bağırıp çağırmayı, avazı çıktığı kadar küfretmeyi, adamın bütün "işlerini" camları çerçeveleri açıp ilan etmeyi seviyor.
Boşalıyor sonra. Hop, ikinci sahnede kadını balkon duvarlarını boyarken görüyoruz. Ya da battaniye yıkarken, ve yağmurda bekletirken...
Artık hepimiz anasını, bacısını, şürekasını biliyoruz. Haykırıyor çünkü.
Adam sessiz. Dinliyor. Birkaç saat. Sonra belki kapıyı çarpıp çıkıyor. Ya da sevişmeye başlıyorlar, o kadarını bilmiyoruz..
Nedir bir kadını "Ben kendimi asacak hale geldim lan!" diye gecenin bir yarısı konuya komşuya bağırttıran?
Nedir uykusundan uyandırıp patates kızarttıran, kocasını yaktıran?
Amaaan, deyip pencereleri kapatmayın.
Ruh hastası, deli demeyin.
Kadının derdi var.
Anlatmak istiyor.
Bu ülkede neredeyse bütün cinayetler boşuna ekmek bıçağıyla işlenmiyor.

20 Eylül 2014 Cumartesi

çelik bilek

Bilek sıkıntı çekiyor..
Muhtemelen hem kadınlarda hem erkeklerde...
Şöyle bi gül dudaklı lazım..
Şöyle bi geniş omuzlu lazım...
Nerdesin aşkım?
Gümüşlük'te, Çeşme'de, Alaçatı'da filan sürtüyorsan hiç gelme.
Türkbükü hiç demiyorum.
İstanbul'da Gaga'ya gidip de Neil Young'u görmediysen gelme.
Çünkü Marmaris hiç.
Gelme.
Bak, annem sakatlandı zati, bana sakat hatıraları getirdi.
Neymiş, yeni aymış, bu ayda bizim ailede mutlak bir sakatlık oluyor arkadaş.
Kemik cinsinden hem de.
Ya benim omzum kırılır, ya annem iki basamağı geçemez...
Ya da benim öteki omzum kırılır...
Ama yüzmeye devam.
Kemik dediğin nedir; iki çorba, bir alçı, birkaç hareket, iyileşir.
Saplanmasın da kalbine, ciğerine, neme lazım...
Lazım.

15 Eylül 2014 Pazartesi

yersen gari

İstemiyorum kardeşim, istemiyorum!
Bir erkeğe bunu anlatmak için başka ne yapmak lazım?
Tamam, çıktık akşam beraber, içtik içkileri, yedik yemekleri, sonra geldi bar faslı, hadi katıl zoraki, ama nereye kadar?
Ben evime dönüp kedimle kucaklaşmak istiyorum, seninle değil!

Biz ne zaman aptal olduk?
Ya da siz bizi ne zamandır aptal zannediyorsunuz?
Geçenlerde arkadaşım geldi gezmeye, barda onu terk ettim diye kızdı, artık konuşmuyor benimle.
Erkek tabii bu.
Geçenlerde arkadaşım geldi tatile, pansiyon filan ayarladık, "Benimle kalmadıkça ne fayda" dedi, çıktı, gitti.
Allah allah...
Hatta hoppala!
Noluyo lan? Akıdeş dedik diye...
Töbe töbe...


7 Eylül 2014 Pazar

fargo

Geçen gün biri bana, ya da ortaya, dedi ki "Yaptığımız şeylerin ne önemi var ki, tarihte iz mi bırakacak?"
Bırakmaz tabii.
Bıraksa biz olmayız. Einstein filan oluruz.
Ama ne farkımız var?
Savaşlar, misal..
Onca dövüşmüş insanoğlu, hepsinin annesi çocuğu vardır herhal, yok yere gidipduru.
Şimdi sen hangi izi bıraktın acaba?
Annende mi, henüz yaşayan babanda mı?
Sen de bir çocuktun, doğdun, eğitildin, sevildin, yetiştirildin..
Ne farkın var?
Niye ölüyorsun, sen??

Ya da başka minvalde iz bırakmak istiyorsan hayatta, mesela sinemayı dene..
Robin Williams bile öldü deme.
"Goooood Morning" to you all....

Peki napacaz biz, sıradan kullar,
Fargo'nun Minnesotta'sında sürüp gidenler?
Her hayatın bir değeri vardır elbet.
Ama bazılarınınki ... Ne bilelim,

Herkes bir anneden ve babadan doğuyor. Yaşamak için çabalıyor.
Kimi, mesela savaşa, ölmeye, bile bile gidiyor.
Hayat çok mühim değil o zaman. Her an vazgeçilebilecekse...
İnsan öldürmeye değmez yani hayat...

1 Eylül 2014 Pazartesi

iki kedinin hikayesi

Biri şehirli, ama sokaktan bulma, karman çorman renkleri. İsmi Minnoş.
Ötekisi safi Van kedisi. Yeşil gözlü fakat annesi de babası da Van.
Bunlar buluşurlar her yaz.
Önce çemkirirler birbirlerine.
Sonra yemek paylaşım yaparlar. Biri aşağıda, öteki yukarıda.
Çatıda gezerler beraber, malum dışarı çıkmaya izin yok.
Centilmen Zuzu, Minnoş'u ağırlar velhasıl...
Kimse bilmez onların hikayesini.
Biri yetim, öteki Maviş'in oğlu, ama bilmiyor bile bunu.

31 Ağustos 2014 Pazar

nothing else matters

Yeni cumhurbaşkanımız hayırlı olsun. Başbakanımız da.
Ne kadar uzaklaştı bana bunlar.. TV'den canlı seyretsem de.
"Eee hacı? Sonra nolmuş" kıvamındayım.
Bazınız beni hor görür; sen napdurun onca liseleri üniversiteleri kitapları yalayıp yuttun da, diye..
Bazınız yan yan çemkirir, "Ama Ayşecim biz senle çok güzel işler yapacağdık.."
Bazınız kıskanır, niyeyse, "Ayşe hayat sana güzel."
Hayat güzelse kaçırdık onu, eyvah.
Güzel işler "yapacağdık" noldu, yapalım hala.
Kitapları yuttuk, yedik. Pişman değiliz.
Başka bi şey?

22 Ağustos 2014 Cuma

Gazoz'una var mısın

Geçen hafta bir iki günlüğüne Datça'ya gittim. Döndüğümde Zuzu paspasta bağırarak beni bekliyordu.
Ev arkadaşım benim o. Marmaris'e taşındığımdan beri, yarenim.
Annem gelir, abim gider, arkadaşlar gelir kalır, sevgililer geçer...
Zuzu seyreder. Beni.
Dün Aylinim ev arkadaşını kaybetti. Siyah beyaz, smokinli bir kediydi onunkisi. Bir kez tanışma şerefine nail oldum; bir hayat boyu yetecek yaramaz kedi gördüm zannediyordum. Ama Gazoz'un, Aylin'in özene bezene kurduğu TV setinin kablolarını nasıl yediğine tanık olunca bu fikirden vazgeçtim.
Güzeller güzeli bir şeydi bu Gazoz, o yüzden kimse ses çıkarmıyordu muzipliklerine. Aylin bir su tabancasını korku unsuru olarak kullanmayı bile denedi ama nafile...
"Şimdi ev bomboş" diyor, Aylin. Bir kedi sahipleneceğini, hem de sokaktan, en son düşüneceğim insanlardan biriydi Aylin.
Dahası, en fenası, çok az zaman önce babasını kaybetti Aylin.
Gazoz için "O Kürt kızı," dermiş babası, "ona iyi bak, sakın bırakma, o da sana bakacak."
Galiba Gazoz, İbrahim Amca'ya bakmayı tercih etti.
Zuzu'nun babası Maviş'in de arası benim babamla pek iyiydi. Onlar da peşpeşe gittiler.
Sonra, babam öldükten sonra Zuzu doğdu. Kimseye söylemeyin ama bazen onun bakışlarından feci huylanıyorum, babam zannediyorum.
Şimdi ev boş Aylinim, ama dolacak. Merak etme sen.


19 Ağustos 2014 Salı

napdurunuz len

Tamam. Seçtik mi, seçtik.
E bi durulun gari..
Memnun değil miyiz?
Biz önümüzdeki maçlara bakalım.
Parti mi değiştirecez, partiyi mi değiştirecez; ona bakalım.
Yok öyle pes edip gitmek filan.
O zaman Ethem'e ayıp olur. Ali İsmail'e yazık olur.
"Netçen gari" deyip oturmak da yok.
Nerden baksan bi on yıl daha -en az- bu hükümdarlık altında gözüküyoruz.
Bozalım bu oyunu.
Ama öyle yan yan yürüyüp ekmel mekmel tadında değil.
Basbayağı bozalım.
"Sen bunu yapamazsın akıdeş!" diyelim.
Bağıralım.
Sesimiz çıksın.
Belli tencere tavaya gıcığı var... O zaman daha çok tencere tava çalalım.
Şu kabullenmişlikten, biattan bir kurtulalım.
Silkinelim, tatilimizi de yaptık, koşalım!

14 Ağustos 2014 Perşembe

yüreklerimiz dinlenince

Ne başıma geldiyse başa çıktım.
Beyoğlu'ndan eve dönerken adamın tekini köpeğe tekme attı diye yumrukladım.
Maltepe'nin karlı sabahında kendimi eve atmasını bildim. Kuşlarla, köpeklerle..
Marmaris'te sokakta uyuyakaldım, uyandım, çatıdan girdim kendi evime, kedim bana yol gösterdi...
Bunlar bir şey değil elbet.
Neler yaşayanlar var..
Ama bir insan evladı hayvana bile isteye zarar verdi mi, kanım donuyor arkadaş!
Şimdi bir de lanet olası facebook bütün videoları açık ilan etti..
Amanın, insanlar neler paylaşıyor....
Mahsus mu yapıyorsunuz?
Çok mu az gelişmiş libidolarınız, iradeleriniz, fantezileriniz var?
Biz memleketin hali pür melalini düşünürken dünya zaten ne halde hacı?
İşte bununla başa çıkamam.
Her şey bir anda anlamsız oluverir o zaman.
Tükeniriz.

10 Ağustos 2014 Pazar

tourist


Çok kolaydır ya, oooh, saatinde kahvaltını et, sonra çayını iç, dinlen, denizine gir, çık, tekrar dinlen...
Arada kitap oku. Ya da sayfalarda göz gezdir.
Etraf zaten çığlık kıyamet, çocuk ağlaması, osu şusu busu...
Ye yemeğini iç biranı otur aşağı.
Bizim burada turizm sektörü böyle işliyor.
Lagosun yanına mayonez servis ediliyor.
Adamı değişik bir yere götürsen, "Vay be!" diyor, sanki aynı yarımadada değilmiş gibi..
Nee çok sıkılmışız harbiden birbirimizden.
Yüzümüzü görmeye tahammül edemiyoruz.
Kimi kandırıyoruz?
Sen balığı öyle yer misin abi?
Patatesini kızart, ver. Ama orada bir dur. Fish and chips yapmaya kalkışma mesela!
Ondan sonra, aman da "bu sene kesat" falan filan..
Yok ya.
Dolusunuz hepiniz. Otelleriniz, restoranlarınız...
Eyyyy, işletmeci, gözünü aç, sen sen ol, kendin ol be birader.

4 Ağustos 2014 Pazartesi

boşa çekip kürek aynı..

Hep sıkıldığını söyleyen bir editörüm vardı bir zamanlar. Kendinden de sıkıldığından bahsederdi.
Siz sıkılıyor musunuz?
Şahsen ben çok.
Çözümü sabaha kadar TV seyretmekte mi bulsam, içip terasta uyusam mı, kitap mı okusam, sabaha karşı bisiklete binip sonra denize mi girsem; karar veremedim.
Insomnia bol, Marmaris'te trafik gırla zira, herkes bana eşlik ediyor sanki: Müziğimiz var, otobüslerimiz, şakacı sarhoş Ruslarımız...
Ama ben yine sıkılıyorum.

1 Ağustos 2014 Cuma

confessions of a breakdown

Ben kendimi tek parça eve getirmişim, daha ne?
Cüzdanım tamam, telefonum, terliklerim tamam, mayom bile üstümde.
Uyumak istemiş canım, ne var?
Evime gelmişim, anahtarım çantamda, ne var?
Kedimi beslemişim, kumunu değiştirmişim, ne?
Hayır. Saat 8'i çaldı mı, yemek sofrasında olacaksın!
Karnın aç, tok, fark etmez.
Yiyeceksin.
Yemiycem abi.

27 Temmuz 2014 Pazar

iyi bayramlar

İyi bayramlar...
Ben bu bayramı severim, adı şeker.
Güzel giyinip çikolata yeme, likör içme, harçlık toplama bayramı bu.
Hayvan kesmezler.
Bol bol el öp.
Ama getirisi var.
Cahit Dayım rüyalarıma giripduru kaç gecedir.
O bayramlarda bizim cüzdanlarımıza kağıt gibi banknotlar yerleştirmesiyle ünlüdür.
Hatta imzalardı, istersen, zira o 20'liği bulamazdın antikacılarda bile...
Bir de benim tek vedalaşamadığım büyüğümdür.
Koştum koştum ama yetişemedim hastanedeki son anına.
Kızının, Aynur Ablamın, oğullarının, acılarını bağıra çağıra ağlaya paylaştık tabii.
Oğlu Ateş Abi'yle Koço'ya gittik, imamla, içtik.
Sonra, beni rahatlatmak için besbelli, rüyalarıma gelir oldu; "Annene iyi bak" dedi ilk.
Şimdi, güzel gülüyor, hiç onu görmediğim gibi...
İyi bir şey olsa gerek.
İyi bayramlar.

24 Temmuz 2014 Perşembe

yalnızım yalnız

40 yıllık kızıyım, yeni yeni alışkanlıklarını fark ediyorum.
Teftiş ediyor mesela... Kalkıyor gecenin bir körü yukarı, benim yattığım yere, üşenmeyip çıkıyor, Ayşe n'apmış, bakıyor, kontrol..
Ya da ben henüz o vakit uyumamışsam, "Of, ayy.." diye diye, ilgi çağırıyor. Mecbur, sen gidip bakıyorsun.
Ben, desen, bildiğin asker, gündüz market-pazar alışveriş, akşam yemek masası, gece tv önünde emeklilere taş çıkartan bir tumba kanepe modeli; hangi tartışma programı var, ekmeleddin ne demiş, Ayşe bunlar kavga ediyor kızım be diziyi aç, filan...
Aaaaay, derdi eski bir arkadaşım böyle durumlarda.
Bünye de diyor. Mide araz veriyor, sırt tutuluyor, uçuk çıkıyor, vs...
Nedir, yaz... Her yaz bu oluyor.
Deniz en sevdiğim şeydir hayatta.
Ama ben kışı özledim bile.

7 Temmuz 2014 Pazartesi

seçim meçim

Serçeler, kumrular tırım tırım çatıya attığım ekmekleri didikler, Zuzu aportta, seyreder -derken, depar aldı, hoop, gitti kuşlar...
Marmaris terastan bildiriyorum. Bizim burada sabahlar böyle geçipduru.
Meno'yu (menekşemiz) sulamaca, kedileri, kuşları doyurmaca, denize kaçmaca (eğer "düzse"), dün akşam n'aptık, feneri nerede söndürdük, üstünden geçmece, varsa hala uyanık, arayıp geyik yapmaca...
Bizim burada kuşlar çok mutlu. İstanbul'un kuşları hüzünlüdür mesela..
Kedi, köpek tayfası desen, herbirinin soranı besleyeni takip edeni var. Pek semirik değillerse de onlar da halinden memnun gözüküyor.
İnsanları... Onların kafa hep yüksek. Yaşlısının da gencinin de.
En kozmik romanlarda bulabileceğin replikler geçiyor bazen aramızda; bakkalla, taksiciyle, eczacıyla vs...
Velhasıl mesuduz. Tuzumuz kuru.
Lakin...
Bir seçim muhabbetidir, gidiyor, arkadaş meclislerinde..
"Kime vericez, o adama oy mu verilir, e vermeyelim de ekmeğine yağ mı sürelim, yok bence ötekine verelim ders olsun ya da hiç vermeyelim" minvalinde...
Şahsen biz boykot kararı aldık. Çünkü bu seçime inanmıyoruz.
Ha, derseniz, "Boykot ettiniz de boyunuz mu uzadı", yok.
Ama biz kısa kalmaya razıyız.
Zira memleketin tümünde kuşlar mutlu olur, kediler tembel tembel esnerse....
Belki o zaman inanırız.

3 Temmuz 2014 Perşembe

yen ay

Yeni ay geldi, hoşgeldi.
Yeni bi sürü bişey; yeni cumhurbaşkanı, yeni laptop, yeni tişört...
Ama olmadı di mi..
Neden?
Çünkü yanında "altına bak" diyen annen yok artık, ondan.
Akşam sofralarında haber seyrederken celallenip "N'apıyor bu adamlar!" diyen baban, dayın, amcan yok. Ondan.
Bozma sevincini.
Madem almışın yeni bir laptop, yeni bir tişört, "benim" de, keyfini sür.
Hani böyle gıcır bisikletin olmuş da mahallede kimsede yokmuş gibi, ya da yeni terminolojiyle playstation bilmemkaç yazılmış sana da kimseye vermezmişsin gibi...
Sarıl.
Çünkü canım, bu amcalar, senin en korkunç filmlerde göremeyeceğin işleri yaptılar.
Diri diri insan yaktılar.
Sen o yüzden, sarıl, bırakma.
Yeni ay güzellikler getirsin sana...

27 Haziran 2014 Cuma

best

Bugün en iyi arkadaşımın babası öldü.
İbrahim Amca, Antepliliğinin, avukatlığının, insanlığının ötesinde, benim kadim dostumun babasıydı.

Bugün, geçen sonbaharda babası ölen en iyi arkadaşımın annesiyle denizdeydim.
Mustafa Amca'yı konuştuk plajda; nasıl gittiğini...

Bugün, en iyi arkadaşıma telefonda en iyi arkadaşımı aramasını söyledim: öyle küslük olmaz, ölüm var...
Biraz kalakaldı ama tınmadı pek sanırım. Hayat baskın..
Ki kendisi benim babamın ölümünde yanımdan hiç ayrılmamıştı.
O da canından çok sevdiği teyzesini kaybetmişti.

Benim arkadaşlarım pek iyi geçinemiyorlar galiba...
Ya bende bir bozukluk var..
Ya da en iyi değiller...
Ya da hepimiz birbirimize ölümü hatırlatıyoruz.

23 Haziran 2014 Pazartesi

murat

En son evlenmiştim ben.
Orada "journallar"ıma son vermişim.
Sonra aktı sular tabii...
Ama hala, eski editörümün dediği gibi, yazamıyorum evliliği.
Şimdi evlilik mevsimi, malum.
Hepinize mutluluklar.
Da, başınıza gelecekleri biliyor musunuz acaba?
Bir preview:
"Hayatım aldın mı anahtarı?"
"Eh, sen topladın mı bagajı? Daha bir bavul var!"
----
"Ben sana oraya gitmeyelim demiştim."
"Sen seçtin, öyle gittik kilometreler teptik..."
------
Daha fazlasını yazmayacağım.
Benim evliliğim çok güzeldi, en güzeli de beraber yaptığımız yolculuklar...
Darısı başınıza.
Ve iyi ki doğdun, eski kocama.

21 Haziran 2014 Cumartesi

marmarissever

Buyrun bugün böyle blog....

http://i.milliyet.com.tr/Orjinal/2014/06/20/myd-21-06-2014-sayfa-2-3610918.Jpeg


11 Haziran 2014 Çarşamba

diyerbakır

Bugün güzel olsa.. Deniz olsa.. Mavi olsa, sarı olsa...
Her güne böyle uyanıyoruz değil mi? Nerede olursak olalım.
Dün gece Escape dönüşü iki çocukla tanıştım. İki birader.
Biri ötekini "Niye getirdin bizi buralara" diye suçluyor, beriki "Sayemde iş buldun lan" kıvamında..
İkisi de bana eşlik etti, Merlin'e bindi bi tanesi (bisikletim), sigara içtik, hatta laflarken başka tanışlarla karşılaştık..
"Ayşe Abla, sen çok iyi bi insansın, İstanbullu olamazsın" dedi biri.
"İstanbullu" demek, o denli "küfür" olmuş bir nevi.
Nasıl, "Diyarbakır" diyorsak, Doğu'yu tarif için. Yarışma programlarında "gitmek isteyip de bir türlü gidemediğiniz şehrimiz" gibi sorular soruluyorsa.. 
Bayrak, es kaza, indirilse, o zaman hatırlıyoruz demek Diyarbakır'ın nerede olduğunu.
Diyorum ya; keşke hep deniz olsa, mavi olsa...
Kahverengi olduğu yerde hayat durmasa.

3 Haziran 2014 Salı

babama mektup

Saçlarım sarardı iyice baba.
Zira üç yıldır senin memleketinde, Marmaris'te yaşıyorum.
İşler kolaylaştı, ya da ona işi bıraktım diyelim.
Ama üzülme, o beni bırakmadı, devam ediyorum bir şekil.
Hayat kolaylaştı diyeyim aslında sana, anlarsın sen onu.
Yalnız memleketin gidişat biraz bozuk, sen olsaydın "Napıyor bu adamlar" diye her akşam masada dellenirdin.
Kitaplarını derledim topladım, evi -eh, tabii biraz kendime göre yerleştirdim. Ama merak etme, senin takım fotoğrafının durduğu vitrin baki, dokunmadım.
Annem geliyor, her yaz. Sağlığı gayet yerinde. Bildiğin "Olcay Sultan", malum...
Zuzu var. Sen tanımadın onu; Maviş'in oğlu. Ama ona hiç benzemiyor! Nasıl uslu... Sen olsaydın kucağından kalkmazdı.
Torunların geliyor, temmuz ağustos gibi... Sen onları da görmedin ama onlar seni tanıyor. 
Ege, acayip zeki, büyük torunun, şimdi 8 yaşında, öğretmenlerine kök söktürüyor - tabii annesine de... Efe, "shompi" 6 yaşında o da, hayatı keşfetmeye çok ısrarlı, tam bir macerasever.
10 yıl olmuş be baba.
Bugün bisikletle dolaşmaya çıkmadan adamın biri yolumu kesip "Poyraz di mi" dedi, "kaşlardan belli... Özleniyor değil mi?" Nereden bildi?
Velhasıl namın burada hala feci yürüyor "Mustim"!
Ben seni her gece rüyamda görüyorum zaten. Ama bir de havadis al istedim...

29 Mayıs 2014 Perşembe

marrr

Bu gece uyumadım.
Standart.
Çıktım, bakkala gittim. Çöp kutusunun yanındaki kedileri besledim. Taksici abilerle selamlaştım. "Yine nöbetçi misiniz" diye sordular..
Bizim mahallede herkes ne hikmetse benim neyi ne zaman nasıl yaptığımı biliyor.
Bu, iyi bir şey. Şikayet etmiyorum.
Bana soruyorlar mesela: "Ayşe Hanım, bugün yüzmediniz?"
Ya da bakkaldan votka, rakı vs aldığımı görüyorlar; "Ayşe Hanım bu akşam demleneceksiniz galiba.."
Eczacı benim yazılarımı okuyormuş, "Ya, niye bıraktınız gazeteciliği" diyor, hasbihal ediyoruz.
Aman ne hoş.
Birilerinin benimle ilgileniyor olması. Muhabbet vesilesi.
Zaten ev konusunda hep şanslı olmuşumdur. Apartman sakinleri kedisever çıkar, dışarı yemek koymama ses çıkarmaz - çıkarırsa da öğretilir!
Mahalle tatlı tatlı senin dedikodunu yapar ama ses çıkarmaz, müziğin sesini sonuna kadar açsan bile.
Moda'da da böyle oldu bu, Ataköy'de de, Marmaris'te de.
Bisikletinin yeri değişir, haberdar olursun. Edilirsin.
Ve fakat...
Ben insanın "isyancısını" severim.
Başkaldıranını, "hayır" diyebileni, ne kadar uzak olursa olsun paylaşanını..
Marmaris güzel, malum.
Ama Gezi'nin doğumgünü kardeşim, hiç mi bir şey yapmazsınız!
Kadıköy'de olsaydık ortalığı ayağa kaldırmıştık şimdi.
Öylesi de gerekmez. Tamam, geçen sene tencere tava çalıp meydanda oynadınız.
Ama ne?
10. yıl marşı çalıp Atatürk heykeli önünde toplanmakla olmuyor bu işler.
"Ayşe Hanım, çocuklar için bir şey mi yapsak" deyin biriniz de.
Marmaris uyuyor. Çok sıcak da değil. Ama uyumaya o kadar alışmış ki.. Tuzu kuru çünkü.
Turisti tavlamaya gelince uyanıyor anca.
Komşuluk buysa şayet, ben almiim taksici abi, sen sürmeye devam...

24 Mayıs 2014 Cumartesi

salıncak

Seni seviyorum,
Dersin, elbiseni nasıl topladığını bilemeden tıpış tıpış evine dönersin.
Burada çalışmayı çok seviyorum, dersin..
Ertesi gün başka şirkette iş ararsın.
Ne kadar güzel bir hayatım var....
Diye düşünürken, kendini bavulunla yolda bulursun.
Annen arar çığlık çığlığa, "Tamam anne, aman anne" der durursun.
Ama arkadaşın varsa...
Bir tane.
Yeter.
Anlatırsın, o sonsuz dinler...
Ötekiler sana söz verir, yapmaz.
Yanındayım der, olmaz.
Ara beni canım der, ararsın, açmaz.
Ama o bir tane vardır ki...
İşte ona hayat değer.
Bitiremezsin, ayrılamazsın, hoşçakal diyemezsin.
Çünkü aldatamazsın.
Yakalanırsın.
Kalırsın ortada...
Ne tarafa gitsem?
Anneni dinle: "Arkadaşının yanına git, kaybolma!"

16 Mayıs 2014 Cuma

öfke

Tamam, hayat garip.
Ama biz ne garip bir toplum olduk.
Toplum muyuz değil miyiz, o bile tartışmalı.
Yüzlerce insanımız, işçimiz, yerin altında kalmış, yüzlercesi ölen arkadaşlarının üstünden sürünerek yeryüzüne çıkmış...
Ama kimse ne olup bittiğini ne söylüyor ne biliyor.
Şimdi neye yanarsın?
Ölen canlara mı?
Hayatta kalan, hala madene girmek zorunda olanlara mı?
Yakınlarını yitirip boğazı düğümlenenlere mi?
"Yapacaktık biz yaşam odası, 3-4 ay sonra olaydı bu kaza" diyen patrona mı?
"Hamdolsun 18'le kapatıcaz bu kazayı, toplamda maksimum 302" diyen bakana mı?
Makam arabası tekmelenince protestolardan tırsıp markete saklanan, orada da vatandaşı yumruklayan, küfreden başbakana mı?
Halen hastane, morg önlerinde bekleyen, Atatürk heykeli önünde anma yapalım derken toma'larla karşılaşan Somalılara mı?
Niye bu öfke?
Niye bu anlaşamamak?
Uğur Dündar, mesela, niye yuhalanır?
Abdullah Gül, niye barikat ihtiyacı duyar?
Belki ölülerimizi gömüp kendimizle kalınca bu nefretin, karşılıklı sinirin sebebini araştırmaya başlarız.
Zira zamanı geldi geçiyor.
Ha, öyle makinelere, nefes odalarına, ve saireye de ihtiyacımız yok.
Karşılıklı konuşsak yeter.

14 Mayıs 2014 Çarşamba

soma

"Adamlar göz gözü görmüyor.."
"En az 200 kişi daha var, taşıycaz."
"Zor oluyor, nefes alamıyorsun.."
Ceset çıkarmaktan bahsediliyor.
Kurtarma ekibi konuşuyor.
Bir ulusun iflasıdır bu.
Çok seviyoruz ya millet kelimesini, ha, layık ol o zaman.

13 Mayıs 2014 Salı

kimsin sen!

En hastası olduğum "kavga" cümlesidir.
Kimsin sen ya? Ya sen kimsin.......
Böyle uzar gider.
İnsanlar sanki birbirlerinin kimliğiyle çok ilgiliymişçesine sorar:
Kimsin sen kardeşim?
Sanki kendilerinin kim olduğunu bilirmişçesine, karşısındakinin kim olduğunu bilmezmişçesine sorar:
Ya yürü git, kimsin sen lan!
Kimse zarar veremez ya ona, emin değildir o yüzden, merak eder:
Kim la bu?
O kadar yüksektedir ve kudretlidir ki havsalası almaz:
Kim çıkabilir benim karşıma?
Şimdilerde, hele, herkes bu soruyu soruyor.
Politikacılardan survivor'cılara...
Kemal Kılıçdaroğlu da mesela, çıkıyor diyor ki başbakana "Kimsin sen!"
Başbakan çıkıyor, muhalefet liderlerine ve en sevdiği "paralel yapı"ya sesleniyor: Kimsiniz siz!
Sokakta kavga etmeye çalışan çocuklar görürsünüz, onlar bile birbirlerine bağırıyor: Kimsin lan sen!
Kimiz biz?
İngilizcede böyle bir kavga çeşidi ya da jargonu yok örnekse; kimse karşısındakine "Who are you" demiyor.
Peşinden de şöyle bir cümle gelmiyor: Haddini bil! (Know your limits mi desek?)
O zaman biz başka bir şeyiz.
Kimiz la biz?

7 Mayıs 2014 Çarşamba

anne

Ben annemi ilk ne zaman hatırlıyorum; bilmiyorum bile.
Ama o biliyor.
Beni ilk nasıl kucakladığını da, öptüğünü de, yürüttüğünü de, zar zor uyuttuğunu....
Borcumu nasıl öderim bilmem.
Eğer bir borç varsa..
Ki olmaz, annenin kucağı hiç yorulmaz.
Alır, alır, alır....
Verir.

2 Mayıs 2014 Cuma

Loewe

Loewem gitti.
Televizyonum.
Yıldırım çarpmıştı, iflah olmadı.
Hurdacılar aldı sırtına palaspandıras..
Götürdüler.
O, şimdi hepinize saçma gelecek ama, benim aşkımdı.
Evlendiğim adamla beraber görüp aşık olduğumuzdu.
Ayrılmaya karar verip kavga ederken benim yere devirdiğimdi.
Benimle bütün yeni evlerimi gezen ve mucizevi bir şekilde çalışan "arkadaşımdı".  
Öyle alıp götürdüler.

21 Nisan 2014 Pazartesi

kim başbakan olacak

Ben değil.
Belki Erdoğan "Ölene kadar hizmet ederiz, üç dönem de neymiş" sözünü yerine getirecek, belki Gül "Benim artık siyasetle işim olmaz ben köşkte rahatım" demeye devam edecek..
Ne fark edecek?
Benim anlamadığım bizim bunu niye bu kadar tartıştığımız.
Ha, normal, demokratik ülkelerde anlarım, insanlar konuşur.. Gerçi çok da ilgilenmezler, ya saydırıp geçerler ya da temennide bulunurlar.
Biz neyi konuşuyoruz?
Aman da o cumhurbaşkanı olursa öteki nolur, vs...
Üstelik seçime daha aylar var. Amma seçim meraklısıymışız!
Travmatik çocuklar gibiyiz.
Neyi neden ne zaman isteyeceğini bilmeyen çocuklarız biz.
Çünkü içimizde kalanlar var.
Yolsuzluklar var, davalar var, kayıtlar var, ölümler var...
Hesabı sorulmamış, ortada öylece duran bunca şey varken hiçbir millet seçim meçim yapamaz.
Hiç kimse çıkıp da "Ben başbakanım, ben cumhurbaşkanıyım" diyemez.

13 Nisan 2014 Pazar

zuzu bile zıplayamadı

Zuzu'yu bir akşamüstü (maalesef) kargoya bindirdik.
THY'den onca yer ayırtmalarımıza, karşı çıkmamıza rağmen, bize "güvence" verdiler, "Kediniz burada bizimle güvende olacak" dediler ve yüklediler..
Sonra indik.
Bavulları bekliyoruz, gelmiyorlar bir türlü. Çünkü ilk önce Zuzu'nun çıkması gerekiyor, Maviş'ten tecrübeliyim. Ama yok...
En sonunda "Dalaman'dan gelen beyaz kedinin sahibi lütfen danışmaya!" diye bir anons.
Naparsın, koooooş, kooooş,......
Ömrümün koşusuydu, adamın teki beni karşıladı, elinde telsiz, ben sürekli "Nerde kedim" diye sorup duruyorum, adam merdivenler boyu bana anlatmaya çalışıyor: "Yakalamaya çalışıyorlar ama siz olmadan galiba imkansız.."
Alana inince anlıyorum adamın dediğini; hiçbir uçak kalkamıyor, zira bizimki alanda geziniyor.
Minik arabalara bindiriliyoruz, alanı dolaşmak üzere, o sırada telsizden bir şey geliyor, önümüzde park ediyor, bizimki gibi minik araba; içinden dört eleman eşliğinde kafese kapatılmış mavi uçak battaniyesine sarılmış bizim zavallı afacan iniyor.
Adamlar bana kafesi dik olarak teslim ediyor, içine "tıkmışlar" Zuzu'mu, uçak tekerine tırmanırken bulmuşlar, bir de anlatıyorlar, yağ kir pas içinde, korkmuş, kargodan çıkarırlarken çakmış patiyi kafesin kapısını açmış, suçu buymuş...

Aradan 3 yıl geçti.
Zuzu, bırakın uçağa binmeyi sepete girmeyi bile beceremiyor.
Şimdi travmatik çocuklarımız, benzetmek gibi olmasın, umarım ceylan gibi koşarlar...

8 Nisan 2014 Salı

leydi

Hani insanın alt çenesi ağrımaya başlar ya... Ağlamak ister de ağlayamaz ya...
Bu dünyada neden herşey adaletsiz, diye kendi kendine çemkirir ya...
Kedin bile tırmalamış seni, dışarı çıkmak istiyor haklı olarak, sen izin vermiyorsun.
Ahbap köpek, göçüp gitmiş, bir gece önce başını okşayabildiğin için kendini şanslı sayıyorsun.
Sana Maviş'i hatırlatıyor, hüzünleniyorsun...
Arkadaşların var; uzakta, konuşuyorsun, anlatamıyorsun...
Yakındakiler başka dünyalarda zaten...
Ağlamak lazım ama gözlerin bile dolmuyor.
Alt çenende bir sızı..

6 Nisan 2014 Pazar

beni bu limandan...

Hep lapsus yapıp duruyorum; Nazım Hikmet ne demiş: "Beni o limana çıkaramazsın"...
Ben, Şebnem'in (Ferah) yeni albümünü dinlerken kendimi "Beniiiii o limandaaaaan çıkaramazsın!" diye terennüm ederken buldum.
Demek ki bir limana yanaşmışım.
Çıkasım yok.
Ama dizeler onunla kalsa iyi. (Boşuna lapsus yapmıyoruz:)
"Çok yorgunum, beni bekleme kaptan.." diye başlar Nazım..

31 Mart 2014 Pazartesi

harita

Manyak bir seçim maratonundan geçtik.
Kiminin elinde tapeler, kiminin belgeler...
E, noldu?
Yine aynı şey oldu: Yolunu yapan kazandı.
Yolmaktan geçiyor demek.
Ben ona üzülmedim, ne üzülecem..
Asıl haritayı her haber kanalında görünce üzülüyorum.
Kıyılar, batı, kırmızı, güneydoğu masmavi ve orta sapsarı.
Ayıp la!
Hepinize ayıp. Hepimize ayıp!

28 Mart 2014 Cuma

ferah feza

İnsanın içinde yaşadığı toplum, kendisine de sirayet eder. Ya huzurludur ya kavgalı, ya sorunludur, öfkeli ya da barışık.
Şu son günlerde yaşadıklarımız herhalde hiçbirimize fazla seçenek bırakmıyor.
Tamam, seçim tansiyonu diyelim, 12 yıldır iktidarda olan bir partinin, özellikle Gezi olaylarından beri bunca "öfke" toplamış olduğunu bir kenara koyalım, ama hiçbir seçim, genel seçim bile, böyle ateşli geçmedi.
Bunda kuşkusuz twitter, youtube kapatmaların, ölen çocukların, polisin şiddetinin, yargının çaresizliğinin de payı var.
Ama ben bir kez daha İstanbul'dan taşınmakla, yazıişleri gazeteciliğini bırakmakla ve bunu yapabilmekle ne kadar şanslı olduğumu anladım.
Zira burası, Marmaris, ferah feza... En sinirinizi bozan şey seçim minibüslerinin gürültü kirliliği, bundan ibaret.
Oysa eskiden olsa, "gastede" onu mu koysak bunu mu koysak, onu acaba nasıl evirip çevirip de yayın yasağından kurtarsak, buna ne kadar yer versek, nasıl görsek; diye saçma sapan düşünüp kendimi ve etrafımdakileri yoracaktım, üstüne bir de kabuslar görecektim bol tayyipli, hakan fidanlı, vs...
Şimdi "gasteci" arkadaşım Nagehan diyor ki, misal, "Siz vatan hainisiniz."
Destur... En yakın komşuna "fake" savaş açmayı dört üst düzey görevli tartışırken bu hainlik olmuyor, bunu yayınlamak, üzerine konuşmak, yazmak oluyor?
"Gastecilik" çok tehlikeli bir iştir. Muhabirlerin yaptığı işten bahsetmiyorum, o ayrı; asıl onların getirdiklerini her gün bir masada değerlendirip nasıl yorumlanacağını, nasıl yansıtacağını bilmek, buna karar vermektir tehlikeli ve zor olan.
Ben şimdi, açabildiğim twitter'ımla, girebildiğim sitelerle, okuyabildiğim gazetelerle "dışarıdan" bakıyorum artık.
Ve yorumu içinde olmayıp da benim gibi "ferah feza" dışarıdan bakanlara bırakıyorum. Belli ki içeriden çok "net" gözükmüyor...

22 Mart 2014 Cumartesi

yaz dostum

Memleketin bütün bilmemnerelerini gezdin.
Tuttun defter, kitap.
Umarım.
Yazmışsındır; kara kaplı defterine, "Şu, şu, şu bir daha buraya giremez!" diye talimatlar yağdırmışsındır.
Hönkürdüğün kadar su içmişsindir, belki ılık açık çay..
Önünde binler, onbinler, tezahüratta...
Kolay değil.
Ne söylüyorsun onlara?
"Sakin" mi, "Biz temiziz" mi, "Merak etmeyin, hepsi cezasını bulacak" mı, "Herşey yoluna girecek" mi?
Yok.
"Ben anlamam" diyorsun, "ben dinlemem."
Peki.
Anlatalım o zaman.
Bıkmadan, yorulmadan, bir kez daha:
Seni sevmiyorlar, ona içerliyorsun.
Neden biliyor musun; sevilebilirsin çünkü!
Gücünü nasıl kullandığına bakar.


17 Mart 2014 Pazartesi

kaos

Biz birbirimizi sevmiyoruz.
Neden, bilmem; belki tarihten gelen bir mirastır, belki memleketin bugünkü dünyaya ayak uyduramamasıdır.
Ha, çok mesajlaşıyoruz, gülücükler gönderiyoruz, tweet'ler atıyoruz ama sevmiyoruz.
Hangi ara koptuk böyle?
Hangi darbede, hangi seçimde, hangi "mahalle" kavgasında?
Ben şahsen kime hak vereceğimi şaşırmış durumdayım.
Biri diyor; "O bana zamanında bunları söyledi", öteki "İyi ama, o da aslında böyle..."
Ne yapacaksınız kardeşim? O önemli.
Bırak, herkes konuşur, sen yap.
Sus, herkes bir şey söyler, sen yap.
Velhasıl, bırakalım herkes her şeyi yapsın.
Kaostan güzellik çıkar.

10 Mart 2014 Pazartesi

hadi bakaan

Ben artık ne yapayım?
Kanatlarımı altıma alıp uyuyayım mı?
Yazılarımı kütüphanenin derinlerine itip yatayım mı?
Çıkın, dışarı çıkın.
Okuyun, söyleyin, okutun, haykırın!
Biri dışarıdaysa, birdir, yanınıza katın.
Arkadaştır, hemdir, heptir.
Soldier of Fortune'dur, Annem Annem'dir..
Hepiniz, hepimiz, lanet olsun, biriz.

6 Mart 2014 Perşembe

yalnızlığım

Ben misafir severim.
Ağırlamayı da, yemek yapmayı da, hoşbeş etmeyi de, vs...
Ama kalıcı olanını değil.
Yan yan yerleşmeye çalışanları hele hiç.
Yıllardır yalnız yaşıyorum. Maalesef başıma çok geldi.
Belki fazla iyi niyet, belki kendin gibi zannetme hali...
Ama dersimi alalı çok oldu. Özellikle Kadıköy'den -ki o sevgilimdi.
Git, diyemezsin. Sinyal göndermeye, ima etmeye çalışırsın, anlamaz (ya da anlamazlıktan gelir).
Senin yeyip içip müzik dinleyip eğlendiğini görünce sanır ki, sabah seni o sinir olduğun kettle sesiyle ya da radyoyla uyandırabilir.
Yatağına kıvrılabilir.
Her şeyini kullanıp arkasında nahoş izler bırakabilir!
Bazen bilerek yapar bunu; tıraş bıçağı, diş fırçası, çorap, şarj aleti gibi.
Eeeeh! Arkadaşlık da bir yere kadar!
İnsan bazen yalnız olmak ister.
Ben hep yalnız olmak istiyorum. Trafiğime kimse karışmasın, Zuzu'dan başka.
Ve şöyle bir laneti hak etmiyorum: Yalnızlığınla öl o zaman!

2 Mart 2014 Pazar

catwalk

Kediler sevişmeyi beceremedi, biz mi yapacağız?
Yol gizli, gizli...
Camdan aşağı bakıyorum, duyuyorum, Zuzu da duyuyor.
Birbirlerini ne kadar çok "arzuluyorlar".
Yol gizli...
Ne kadar miyavlarsa biri, öteki o kadar geri saldırıyor.
Erkeksen bittin.
Dişiysen, miyavla miyavlayabildiğin kadar.
Yol gizli, gizli...
Ben, misal, sevişirken çok tutmam kendimi.
Kedilerin nasıl seviştiğini de seyretmiş biri olarak...

28 Şubat 2014 Cuma

cemre

Bugün cemre düşmüş. İkincisi...
Birincisi havaya gitti, bu suya,,
Üçüncüsü toprağa, haftaya,
Amaaan bahar gelmiş!
Çağlalar olmuş, erikler hakeza..
Yaşamak güzel.
Bir de güzel giriş yaptınız mı bahara?
Bir kedi aldınız mı eve?
Kahvaltıda reçel, keçi peyniri yediniz mi?
Dostlarınız geldi mi ziyarete?
O zaman cemre düşmüş, dördüncüsü.

25 Şubat 2014 Salı

mao

"Sokak Kedisi Bob"u okuyorum -Zuzu'nun "yumruklarıyla" beraber- bu günlerde; ondan öğrendim: "kedi"nin Çince'si "mao"ymuş.
E, daha güzel bi isim takılamazdı. Mavvv, miyavvv, maowww, mao...
Çinlilere gelince, istediğiniz kadar eski komünist liderinize yakıştırmayın, adı Kedi.
Bence yakıştırıyorlardır gerçi..
Ben misal, Çin burcunda Manda'yım. Ox. Yılımı bekliyorum.
Manda, Akrep misali, dürüstlüğü, kararlılığı ve biraz da tembelliğiyle meşhur. Aynı zamanda sabırlı, fazlaaaaa düşünceli ama kendinden emin..
Tıpkı ben!
Okudukça neredeyse kanka olmak istediğim kitabın 'evsiz' yazarı James Bowen, Covent Garden'da epey bir savaş vermiş kedisiyle durabilmek için.
Kendisi eski bağımlı. Ailesini arkada bırakmış. İşini, evini, sevgilisini... Yani çok şeyle savaşmış.
Ama Bob, işte kediler mucizedir, çıkıyor karşısına ve hayatını değiştiriyor..
Velhasıl ister Manda olun ister Kaplan, "Mao!"...





18 Şubat 2014 Salı

kedi günü

Bugün kediler günüymüş, ondan zaar, bizimkinde bir heyecan, bende bir hırçın şekil...
Sabahın köründe kalktım, İçmeler'e gittim, deli dürttü ya, sinemaya gireyim dedim.
Martı'nın içinde saklı sinemayı buldum, mısırımı aldım -bir de bana bonus bira verdiler- kuruldum, tek kişilik salonuma.
Valla tek, bildiğiniz...
İlk defa tek başıma sinema salonunda film seyrettim. Ha kendimi Hugh Hefner gibi hissettim mi, hayır.
Sonra kendime bizim eski Black Rock'ta bir yemek ısmarlayayım dedim. Oturdum, başladı etraftan taarruz; siyaset, magazin, spor, o şu bu dedikoduları...
Yedim köftemi, içtim biramı, sevdim köpeği, besledim kediyi, kalktım.
Dönüş yolunda bilgisayarcı aradı, sevgili Vaio'mun iyileştiğini haber etti, bir de onu uğrayıp aldık, tamaam...
Eve nihayet vasıl olup kapıyı açınca Zuzu'yu gördüğümde, bir kez daha ne kadar şanslı olduğumun farkına vardım.

9 Şubat 2014 Pazar

herşeyi unut

Çanakkaleli, Modalı, gazeteci, Akşam'lı arkadaşım geldi.. Truva otobüsüyle gitti.
Bir gece bana kabus yaşattı; neymiş, yoksunluk kriziymiş o...
Çıktım buna, sabahın köründe litrelik bira aldım.
Allah kimseye göstermesin.
40 yıllık içiciyim; böyle şey görmedim.
Bir de hiçbir şey hatırlamama gibi bir default'u var.
Seriliyor kanepeye, battaniye üzerinde, hop sen...
Kop sen...

5 Şubat 2014 Çarşamba

ben ölmeden önce

Yazdık, çağırdık amk...
Geldi Burak..
Geliş o geliş; bütün Marmaris'i öptü.
Hakikaten.
Allahtan yaz değil, İçmeler'e filan gitmedik.
İngilizlerle bambaşka bi ilişkimiz olabilirdi..
Eski arkadaş iyi arkadaştır.
Yenileri ziyan etmezse şayet.
Buradan Mehmet Erdem'e bağlanalım:

http://www.youtube.com/watch?v=qPbie2JFq_Y

2 Şubat 2014 Pazar

benim komik kedim var

Şu aralar Bob'u okuyorum, sokak kedisi Bob'u..
Ve her satırda bizim Zuzu buna kök söktürür deyip duruyorum....
Zuzu sırta çıkmaz ama takip eder.
Zuzu tv seyreder ama çaktırmaz.
Zuzu battaniye meraklısıdır, zira kalorifer yok..
Zuzu çocuk sever, oynar.
Zuzu benim yatağımı istila etmeye bayılır, Bob gibi...
Ama Zuzu'nun bir "çıkıntısı" var: Sokaklara hiç çıkmadı o.
Hiç, şöyle bir kedi yuvarlanması yapmadı toprakta.
O yüzden Bob daha özgür. Otobüse binebildiğinden değil, sokakta yaşayabildiğinden.
Ve o yüzden ben her dışarıdaki Karagözü beslediğimde beni kıskanan Zuzum var.
Şakacı, beni eğlendiren, merdiven boyu koşturup duran, her sabah uyandıran Kedim var.

PS: hayvanseverlere not: şakacı sevimli diye beslemiyoruz, dışarı çıkartmayı denedik, Karagöz'e direkt daldı, hayvan trafiği yoğun, mümkün değil...


yol

Bir arkadaşım var; buraya -Marmaris'e- gelmeye hep ve sürekli yelteniyor, gelemiyor.
Nedenini anlamış değilim.
Bir defasında uçak biletini aldı, uçağı kaçırdı.
Ötekisinde izmirden oraya tren var mı, diye sordu!
Kafa düzelsin, gelecek inşallah, Marmarisçe bekliyoruz.

Hiç yapılmamışlıklar var hayatta.
Bir de soyunup dökünüp yapmışlıkların var.
Otostop çekip gittiğim bir sürü yer var, hepsini hatırlıyorum, beni alanları da.
Ve hepsine teşekkür ediyorum buradan; bu kadar anlayışlı oldukları için, yol için...

Bu şarkı da gelemeyene:

http://www.youtube.com/watch?v=iWr6-t3g2II


tuzluk

Tuzluğuz biz, anladık.
Şöyle yemeklere hafif tat verme açısından, önemliyiz.
Bi de uğur olsun diye hıristiyanlar omuzlarından tuz atar, ha, uğurluyuz.
Tuzsuz yemek kötü yemektir; velhasıl, mecburuz.
Bir de başbakanımızdan duymak isterim; tuz eklerken yemeğe ne kadar ya da ne tuzu attığını biliyor mu acaba?
Ya da başbakan hiç hayatında yemek yaptı mı? (E, Kasımpaşalı bir genç olarak mutlaka mutfağa girmişliği vardır...)
Yaptıysa şayet, hangi yemeğin tuz kaldırdığını, hangisinin konulmazsa acı olacağını da biliyordur.
Herkes patates değil ya, tuzu çekecek...

23 Ocak 2014 Perşembe

sıkıldık ama iyiyiz

Memleket arap saçı..
Yıllar önce kaybeden Kaan'la konuşmuştuk; "Memleketin halleri insana da yansır" şekli...
Ama ben iyiyim!
Valla özür dilerim, ne HSYK'nız ne AB görüşmeleriniz ne TIR'larınız beni ilgilendiriyor.
Yok, aşık maşuk değilim.
Sadece sıkıldım sizden.
Çünkü artık bu "vicious circle"ı da aştı; artık hepiniz benim için tepetaklak gelmiş "hamdi"ler gibisiniz, hamamböcekleri...
Çocukluğumdan beri çektiğim yetti: Önce sokakta oynayamadım, yasaktı, sonra okulda eylem yapamadım, yasaktı, sonra işyerinde sigara içemedim, yasaktı, işten atıldım, dava açtım, yine bana döndünüz, çünkü iş güvenliği de yasakmış...
Ben artık kumsalımda sigaramı da içiyorum, istediğim kitabı da okuyorum ve gazete okumamaya özen gösteriyorum.
Bıktım çünkü sizden.

18 Ocak 2014 Cumartesi

kalkın lan

Kedim tambulutumbul merdivenlerde koşturuyor. Sürekli bir şeyin peşinde. Bazen bir sinek, bazen böcek, bazen örümcek; ama çoğu kez hiçbirşey.
Öyle koşuyor.
Demin klimaları kapattım, zira birazdan güneş doğacak, terası açacağız, menekşemizi sulayacağız, havlularımızı atıp mayolarımızı kuruttuğumuz günleri anacağız....
Zuzu çok koşuyor da, çok şey söylüyor bazen: Bana mesela yatağımda yatmamı buyurdu hazret, bir de ısınmak için, içine kendisini de davet etti.
Zuzu adam "kaldırmayı" da çok iyi bilir.. Uyandırma manasında...
Gider, yamacına, önce bakar, koklar, anladıysa uyandığını yandın..
Atar ön patiyi, hop, anlamazsın bile, sırnaşır.
Yetmezse sertleşir, gerekirse çıkar üstüne ısırır, kaldırır seni.
Zuzu bile biliyor: Kalk, diyor, en azından.



13 Ocak 2014 Pazartesi

kimsin sen?

Garip memlekette yaşıyoruz velhasıl, işler bir de iyice garabete gidiyor..
Yargıçlar Sendikası Başkanı'na "Kimsin sen, haddini bil!" diyen bir başbakanımız var.
Birbirine "Adalet Komisyonu"nda tekme tokat girişen milletvekillerimiz, hukukçularımız var.
"Bu nasıl hukuk devleti" diye soran, "Sözlerimiz yalama oluyor" diyen bir Meclis başkanımız, "Yargı bağımsız olmalı, kuvvetler ayrılığı.." filan diye geveleyen bir cumhurbaşkanımız var.
Hala "Yalancıdan başbakan olmaz" diye sayıklayan bir muhalefet liderimiz var.
Kim cemaatçi kim hükümetçi; denklem çözmeye uğraşır gibi çabalayan, zavallı halkımız var.
12'sinde evlendirilip, iki çocuk doğuran, 14'ünde ölümü seçen Kader'lerimiz var.
Bu ülkenin kaderini bunlar yazacaksa, ben yokum arkadaş!
Ne herhangibirinize oy veririm ne de sizi "izlemeye devam" ederim.
La bi yürüyün gidin!

gel piti piti

Dün yeni bir TV aldım. Yıldırım düştü çünkü eskisine. TV satıcısı "Biz de TV sattığımızı zannediyoruz, bence siz kendinizinkini tamir ettirin," dedi.
Aldım ama yenisini.
(Bu arada hasta yatan hayvana içimiz acıyor, Loewe, o ayrı..)
Şimdi yeni evladın içinden çıkmaya uğraşıyorum; teknoloji görmeyeli epey değişmiş.. Bir de kutu falan alacakmışız digi'den, kurulumu yapan adam resmen azarladı beni; "sizin niye hd yok" şekli...
Valla Zuzu'nun kumunu değiştirmekle uğraştığım için iki yıldır, konuya eğilemedim, dedim.
Şimdi, denen o ki -hırs yapıp aradım tabii digi'yi- ben TV'yle internete bağlanacakmışım, onu da yapacakmışım bunu da..
Haydi bakalım.
Ben terasta oturma taraftarıyım.
Ne diyo hani yeni reklamlar: "O bana gelsin!"

8 Ocak 2014 Çarşamba

geciktirici

Öyle insanlar vardır..
Geciktirir adamı hayattan.
Başına musallat olur; hastalık gibi, yerleşir, meşgul eder kafanı, kalbini, hayatını...
Gitmek nedir bilmez. Sana kendi dertlerini aktarır, kendisi, oh, rahatlar, sen üzülürsün.
Ağlatmaz bunlar, bıktırır.
Hem alışkanlık yaratır, uyuşturucu misali, hem yorgunluk..
Yapmak istediğini sürekli ertelemek zorunda kalırsın; güyya "iyi" insan olma adına..
Geciktirir seni. Yorar.
N'apmak lazım?
Uzak duracaksın. Bahar temizliği yapar gibi, yorganları balkondan çırpacaksın. Halıları yıkayacaksın. Eşyaların yerlerini değiştireceksin. İzlerini yok edeceksin.
Kurtulacaksın. "Hayır" demeyi öğreneceksin.
Erken kalkacaksın.

5 Ocak 2014 Pazar

bin yıldır yaşıyorum

Hangi gün, hangi yıldayız?
Bunlar bana ait değil; en sevdiğim Şebnem Ferah'a ait.
İstanbul seyahati "öğretici" oldu her zamanki gibi.. Biraz yorucu, eğlenceli, üşütmeli, koşturmalı, heyecanlı...
Oradan burada bulamadığım bir sürü albüm, kitap vs aldım. Şimdi onları tüketmekteyim.
Şebnem'in yeni "Od"u da bunlardan biri.
Hakikaten Tolga Akyıldız'ın dediği üzre bu albüm defalarca üst üste dinlenmesi gereken "konsept" albüm olmuş. Gezi'ye de değinmiş hatun, anlayana, Tayyip'le de bi hesaplaşmış, kendisiyle zaten en çok, her zamanki gibi..
Duman'ın albüm de öyle, "Darmaduman" -ki bence yılın albümü...
Biz de İstanbul'da Üsküdarlı kızlarla bir nevi "20 yıl hesabı" yaptık. (20 yılı geçti mezun olalı ama boşverin, kimse duymasın..)
Bir baktık: aaa, hepimiz boşanmışız, ya da çoğumuz diyelim.
Herkes iş değiştirmiş. Ev değiştirmiş. Bazısı çoluk çocuk sahibi olmuş.
Bunlar tabii normal şeyler.
Zamanın geçmesi, eskileri unutturmuyor ama; ne kadar güzel!
Aynı kalpten, aynı tarihten, geçmişten gelince insan, buluşuveriyor, her daim.
Eski kocamla da yemek yedim İstanbul'da. Gazeteci arkadaşlarımı gördüm. Evlerinde kaldım.
Aynılar. Ne güzel...
Ama otobüs Gökova'dan Marmaris'e inerken şöyle bir rahatlama kapladı içimi; "Oh be!"