17 Şubat 2015 Salı

ben de anlatayım madem

Üstü küllenince konuşmak lazımdı. Konuşalım.
Olayları bir bir ayrıntılandırmaya, anlatmaya gerek yok. Belli.
Genç bir kız, tv diliyle, hunharca öldürülüyor.
İlk mi? Yok değil.
Ama sorgulamaya başlamamız bazı şeyleri, yeni.
Bu adam nasıl yetişti'den tutun, tv programlarına, gırla...
Peki cezalar?
"Elleriniz kırılsın" demekle olmuyor.
Yazılarımın takipçileri bilir; ben de o "kırılası ellerin" mağduruyum.
Evet, şikayetçi de olmadım, gereksiz gördüm çünkü, hatta bir yandan korktum, musallat olur diye.
O zaman napacaz, o elleri harbiden kırıcaz.
Kaçacak yer bırakmıycaz.
Dans eden kadınlara fatiha okumalarını öğütlemiycez.


14 Şubat 2015 Cumartesi

bütün dünya buna inansa

O da çok küçüktü ben de.. Ama hep benden dört yaş büyüktü neticede.
Ben bunu bilmezdim tabii; güreşmeye çalışırdım onunla, kafayı yere zonk diye vurduğum çoktur..
Bazen büyük bir kabahat işlerdi, ben eve gelmeden hazırlardı beni, babamı, "Anneme iyi gözükelim" şekli...
Bazen okuldan cep yırtık saat kayıp gelirdi, futbol oynamış, kavga etmiş, okuldan kaçmış, vs...
Anneler Günü'nde, doğumgününde filan, hiiç, beyfendinin açıklarını kapatırdık.
Ama geçen gün düşündük de annemle, hakikaten en güzel çocukluk hediyelerimi o almış meğer.
Mesela çocukluğumun en güzel oyuncağını abim aldı bana, Kocaoğlan, ayım.
Bir dükkanda görmüştük de, ben ona göstermiştim, tabii param yetmemişti, yılbaşında yanıbaşımda bulmuştum onu..
Annem pasta almak için bize para vermişti de, bizimki Divan'a girip "En pahalısından çikolatalı" diye hovardalık yapmıştı, annemin kızmasına rağmen o doğumgünü bizim olmuştu işte.
Küçükken o kahverengi bantlara kaydetmişler bizi. Ben Seyyal Taner söylüyorum. Abim Şenay.
Kimse inanmaz, ama ben hatırlıyorum o günleri; mikrofon elimde (fırça ya da çakmak), "Bütün dünya buna inansa...!"
Yaşlandık galiba... Hadi nice yıllara...

9 Şubat 2015 Pazartesi

müzeyyen

Kayınvalidem haberi vermişti ilk, Deniz "kelime" söyledi diye...
Neymiş? Müzeyyen.
Sebebini hala bilmiyoruz.
Ama herhalde Almanya'da büyüyüp Türkiye sınırlarına girdiğinde çocuğun aklına gelen ilk şey buysa, saygı duymak lazım..
Ah, Müzeyyen...
Ne denir, ardından, "titrettiğini mi mücrim gibi"? Kimseye şikayet edemeyecek miyiz, aşkımızı sır gibi saklayıp derdimizi de söyleyemeyecek miyiz?

Son İstanbul konserinde seni seyretme şerefine nail olmuştum, Sepetçi Kasrı'nda.
Eskiden bir kasa rakı sahneye söyleyen Müzeyyen, yine bizi yanıltmamıştı, aldı kadehi çevirdi başının etrafında, dikti, hop, fondip.
Bülent Ersoy ön masadaydı, onunla dalga geçmeyi ihmal etmedi, bir ara yanına çağırdı, herhalde benim hayatımın en güzel anlarından biriydi ikisinin beraber meşk etmesi.

Çocukken annemin senin şarkılarını yazılı bulduğum sarı sayfalarında, Beyazıt öğrencilik günlerimizde, Kumkapı kaçışlarımızda, Çiçek Pasajı demlenmelerimizde, Cumhuriyet'te, Saki'de, her daim sen vardın Müzeyyen Abla.

Velhasıl benzemedi kimse sana..

5 Şubat 2015 Perşembe

tost makinesi


Ben kahvaltı sevmeyen bir çocuktum. Annem zar zor kakaolu sütümü kapının önünde içirir, elime de bir tost tutuştururdu.
Ama ne tost...
Ben başka hiçbir yerde böylesini yemedim; peynirli, salamlı, sucuklu, domatesli; fark etmez..
Yapması ayrı zevkti, her defasında annem "Kızım yaktın!" diye yaklaşık 25 yıl arkamdan koştu..

Hurdacıya verdim kendisini bugün.
Eh, Orhan Pamuk'un bozacıları, yoğurtçuları varsa bizim de hala hurdacılarımız var.
Bir tanesi aşağıdan geçiyordu, aklıma düştü bir arkadaşın "Sen artık o makineyi göm" lafı, çağırdım, "Bir lira olur abla" dedi, "Olmaz" dedim, "Sen onu inşallah tamir et çalıştır, biz çok denedik, bizden bu kadar, sana emanet."

Sonra tabii üzüldüm ben. 
Buzdolabı kamyonete yüklenip gittiğindeki gibi...
İnsanın hayatını paylaştığı eşyalar, makine de olsalar, değerlidir, iz bırakır.
Neredeyse adama makinenin nasıl çalışacağını anlatıyordum; öyle sahiplenir, seversiniz eşyalarınızı.
Hepsi bir iz, bir koku, bir "kırıntı" bırakır...