29 Haziran 2013 Cumartesi

bir bilic'e soralım

Fenerliyiz lakin, Çarşı'ya saygımız sonsuz.
Her geçen gün de artıyor.
Hatta bırakın Çarşı'yı, Beşiktaş yönetimini dahi, Bilic'i aldıkları için kutluyorum.
Adam "Harika bir ülkeye geldim" demiş; eyvallah...
Peki, başka neler demiş?
"Söylememe bile gerek yok; Beşiktaşlılar Avrupa'da tanınan bir taraftar grubu. Onların enerjilerini takımla birleştirerek daha iyi olacağız. Bu enerjiyi kullanarak, sakin bir şekilde iyi şeyler yapacağız. Ben bu ateşli taraftara alışkınım; Hırvatistan'da da böyle ortamlarda çalıştım, bizim için 12. adam sürükleyici bir güç." 
"Takımımda kötü geçen bütün sezonun sorumluluğunu alıyorum. Ben de daha başarılı bir süre geçirmek isterdim. Takım çok gol atmış ama gereğinden fazla gol yemiş. Takım disiplininden uzaklaşmak dezavantaj, buna bir dur dememiz gerekiyor. Yukarılara oynamak istiyorsanız bu kadar gol yenmez, yerseniz yukarılara oynama şansınız yok."
Şimdi Bilic'in sözlerini "Beşiktaşlılar" yerine "Türkiye halkı", "takım" yerine "iktidar/hükümet", "taraftar" yerine "millet" kelimesini koyarak tekrar okuyunuz...
Sayın Başbakan;
Fenerliyiz lakin, Aziz Yıldırım'dan alıntı yapacak halimiz yok..:)



26 Haziran 2013 Çarşamba

halka açık

Sabah Zuzu'yla uyandım. Standart. Patiler çarşafta; kalk, kalk...
Türlü rüya gördüm, saçmasapan uyandım, uyudum, uyukladım... Rahatsız.
Çok aradım Leyla gibi çöllerde... :)
Önceki gecenin ağırlığı, aptal adamları, kadınları, dansları, topukları....
Bir kahvaltı edelim bari diyoruz, evde temizlik var. Ev insan dolu. Fena.
Dışarı kaçıyoruz, deniz kötü, Bono kötü, orada da haddinden fazla insan var!
Herkes mi batar?
Eve dönüş; teras.. "Pencerede oturmuşum oturmuş..."
Nihayet bir duble rakımızı koyduk huzur bulacağız derken, anne gelmez mi yan yan; "Ayşe, bu kaçıncı?"
Aaaaaaa ve hatta AAAAAAAAAAA!

24 Haziran 2013 Pazartesi

hiç keyfim yok

Şu ara herkes ruh gibi dolaşıyor. Yaz gelmiş, kime ne? Memleket yaş...
Özellikle İstanbulluların ben bir nevi travma geçirdiklerinden eminim; zira kimse kentinin Kabil sokaklarına benzemesini istemez...
Ne istiyor gönlümüz? Hangi arkadaşıma sorsam, "Canım hiçbir şey yapmak istemiyor" cevabını alıyorum.
Uyumak istiyoruz, daha çok, ama uyuyamıyoruz da. Sanrılar, kabuslar görüyoruz. Ya da kafa durmuyor, işliyor, uyutmuyor...
Peki ne yapmak lazım?
Travmayı atlatmanın en standart yolu, kabul etmek ve ilerlemektir. Lakin biz neyi kabul edeceğiz? "Hepimiz" olarak "biz", neye eyvallah, öyle de oldu, böyle de oldu, diyeceğiz?
Galiba Gezi direnişi de "ders alınmayan eylemler" klasmanında yerini alacak, öyle gözüküyor.
İnsanlar yıprandığıyla kalacak, rüya gördükleriyle, gaz tattıklarıyla, tanımadıklarıyla arkadaş olup bir çeşit "68'li heyecanı" yaşadıklarıyla...
Öyle mi? Öyleyse eğer, işte budur bizi uyutmayan, yazı getirmeyen.

http://www.youtube.com/watch?v=eIdREXpZBz4

22 Haziran 2013 Cumartesi

bisiklet

Yalan; bisiklet sürmeyi bir öğrendiniz mi, bir daha unutmazsınız...
Yok öyle bir şey. Ben baştan öğreniyorum. Yüzmek gibi değil yani. Kendini dengede tutmak zor iş.
Başka neler öğrendim bu günlerde: Daima yalnız kalabileceğimi, kendime fazlasıyla yettiğimi, fazlalıklara harbiden hiç tahammülüm kalmadığını, Zuzum kapıda beni karşılasın, kıvrılıp yatsın, yeter olduğunu; velhasıl, yalnızlığı çözdük.
Kimseyle ilişkiye girmiyor olmam da bir seçenek. Çook yorulmuşum, çok yutmuşum bilmemne lafları etmeyeceğim, etmem.
Hala yapabiliyor olmak, iyi. Söz gelimi eve dönüşte yine değişik karakterlerle tanışmak, vs...
Ama bisiklet sürmeyi unutmuşum. Çarpmadan herkese, alıştırma yapmak lazım.

20 Haziran 2013 Perşembe

das parfum

Kokudur arda kalan, genellikle; tişörttür, silgidir, yastıktır, çadırdır...
Yaşanmışlığın en somut, ama somut olmayan belgesidir.
Gider bir sabahın köründe, hiç gelmemiş gibi olur. Nereden bileceksin?
Kokusundan.
Ev kurarsın; tabak çanak çömlek koltuk döşek takım taklavat alırsın.
Sonra taşınırsın. Kaldı mı hiçbiri? Yok.
Kokun kaldı.
Aşık olursun. Sevişirsin, ayrılırsın. Ne kalır geriye?
Seni bir anda yıllar öncesine götürür, içine çektiğinde; hiçbir şarkıya benzemez, o denli tanıdık, bildik, senden...
"Sen kokuyorsun" diye şarkıcıların miyavlamaları boş değil.
Velhasıl, istediğin çiçeği, ağacı, bundan sonra ek. Ek. Durmak yok, ekmeye devam. Göster ne kadar çevreciymişsin, biz de inanalım.
Ama o çocukların kokusu gitmeyecek o parktan.
Sen "Pis kokuyor" demiştin ya.
Belki sırf bu yüzden.
İstediğin ıhlamuru dik, akasyayı ek; onların kokusu, o koku, senin sevmediğin, dinmeyecek.

16 Haziran 2013 Pazar

dursun dünya

İlkokul öğretmenimin Emre'yi tekme tokat dövdüğüne şahit olmuştum ilk kez. Emre arkadaşım bile değildi, ama adını hatırlıyorum. Pantolonunun nasıl yırtıldığını, benim nasıl -sınıf başkanıyız ya- karşı çıktığımı, üzüldüğümü, ağladığımı, azarlandığımı... Dahası, o hepimizin paltolarını ilikleyen öğretmenin niye ve nasıl öyle bir canavara dönüştüğünü...
Bir park vardır. Seversin. Gezmesen de. Senin.
Bir dünya kurarsın orada, yıkmaya çalıştıkları vakit. Yatağın, restoranın, revirin, kütüphanen; hepsi orada. Yardımlaşmayı öğrenirsin, yayıncılıktan hiçbir bok anlamadığın halde tv kanalı kurarsın; paylaşmak istersin çünkü bu acayip kardeşliği...
Şarkılar söyler, "çiçek çocuklar"ı hayata geçirirsin, bilmeden ve istemeden, umursamadan.
Sonra bir gün o amcalar gelir işte. Biri "vali", öteki "başbakan", diğeri "polis"....
Kırıp dökerler. Döverler.
Senin çadırın parçalanır, pankartların çöpe atılır, onca gündür belki gözün gibi baktığın demlik ya da battaniye onlar için önemsizdir.
Ama sen artık biber gazıyla bile dalga geçebilen birisin, farklısın.
O yüzden dimdik ayaktasın...
Emre dayak yerken bana pis pis sırıtmıştı; "Ben iyiyim" hesabı... Çocuk aklım onun öğretmenle dalga geçtiğini sandı. Şimdi biliyorum ki başka şeylerin peşindeydi Emre; dünyasını koruyordu.

14 Haziran 2013 Cuma

hallelujah

Ben başlık vermeden, onlar koydular.. Bu yeni neslin en temel özelliği bu galiba; sen farkına varıncaya dek onlar zaten biliyorlar.
Son söyleyeceğimi baştan söyledim, neyse..
İki haftayı aşkındır hepimiz Gezi Parkı'ndayız.
Mutlu muyuz bu durumdan?
Kendi hesabıma öyle; ama "anne" dahi olmasam da o "çocuklar" için endişelenmekteyim. Ve bu durum beni mutlu etmiyor.
Belki, onların nefret ettiği şekilde, korkuyoruz başlarına gelebileceklerden. Çünkü o denli korkutulmuşuz.
Onlar için çooooook mutluyum. Benim neslin -bize x teşhisi koydular- hiç böyle bir şansı olmadı, olduysa da hali hazırda "x" olduğu için yakalayamadı, yakalamadı, vs...
Kaybedenler Kulübü bizden çıktı misal; biz baştan kabullendik. Ama şimdi onlar o "kaybedenleri" fan olarak takip edip, 'retro' diye saygı duyuyorlar.
Beyaz yakalı olmak istememiş belli ki hiçbiri, ama fark etmemiş, yine de olmuşlar; gene fark etmemiş, onlar da iş çıkışı kravat cepte parkta yatıyorlar: Her yer Taksim her yer direniş!
Bu başka bir iş arkadaş. Hepimize yabancı. Ben, bizim nesli bırak, o bize yıllarca ahkam kesen bir sürü neslin böyle bir şey yaşadığını zannetmiyorum.
İnşallah bir şeyler öğreniriz, nihayet.

PS: Neslihan'ın uyarısı için teşekkür; aşağıdaki yorum parlak bir "çapulcu" blogger'a ait. Meraklısına:
http://bugunyemektekimvar.blogspot.com/

10 Haziran 2013 Pazartesi

barış süreci

Annem de Tayyip gibi; evde kendi düzenini tesis etmek istiyor.
İzin veriyor muyuz? Hayır.
Şimdi bu işler ne olacak diye düşünenlere tüyo: İlk önce yardımcı olacaksın; bulaşık sepetini boşaltacaksın mesela.
Sonra konuşacaksın; öyle de böyle de vs...
Temizlik yapacaksın; ortalığı bir güzel süpüreceksin ki mikrop kalmasın.
Kendini temizleyeceksin: banyolar yapacaksın, tatlı tatlı duş jelleriyle.
Sonra yemek yapacaksın; toplayacaksın masaya tanıdık tanımadık herkesi, açacaksın bir büyük.
Keyfine bakacaksın.

9 Haziran 2013 Pazar

miyav

Yavru kedi miyavlar.
Apartmanın tepesinde kalmış derim.
Kimse inanmaz. "Kedidir, geçer," geçmez.
Benim kafada "miyav" der durur.
Bazısı, itfaiye çağırmışlığım, -ve kazanmışlığım, bazısı bizzat teftiş edip ses gelen mihrakları, sonuç almışlığım da vardır.
Ben bir ses duyunca, her insan gibi, dinlerim.
Hele o ses bağırıyorsa, kulak kesilirim.
Nereden geldiğini bilmiyorsam, daha da; şayet biliyorsam, adımımı ona göre atarım.
Zira bu kedi milletinin ne yapacağı belli olmaz.
Maazallah miyav, kükremeye dönüşebilir her an.

3 Haziran 2013 Pazartesi

alternatif tayyip

... Şimdi bu adamlar siperler kuruyorlar benim halkıma. Tomalarla, panzerlerle, plastik mermilerle geliyorlar. Sindiremezler.
İçişleri bakanıma talimat verdim, gaz ihraç edeceğiz ancak Suriye'ye, sıkmayacağız.
Onlar için alkolik diyorlar, çapulcu gibi ağza alınmaz laflar ediyorlar...
Bu mudur çevreyi korumanın, ağaçların yanında yer almanın vebali?
Daha da köpürtüyorlar. Bunlar azmış bir defa. AKM'yi de yıkarız, cami de yaparız, kışla zaten bahane diyorlar.
Benim vatandaşım buna eyvallah demeyecektir.