29 Mart 2017 Çarşamba

..and the oscar didn't go to....

Zamansız soğuk algınlığından -ya da zamansız başını kıçını açmaktan mı diyelim- mütevellit günlerdir evde oturmuş Oscar alan, aday olan filmleri izliyorum.
Tamam, biraz geç kalmış olabilirim ama kendi Oscar'larımı dağıtabilirim yine de..
Yılın flaş filmi La La Land'le başlayalım.. (Yanlışlıkla 'en iyi film' seçildiler ya bi de, hepsi çıktı sahneye teşekkür faslı, pardon ya zarfı bunak Warren Beatty yanlış okumuş dendi, yazık...)
Açıkçası önyargılı davranmışım. Bu filmi seyretmeyi ne zamandır erteliyordum; zira ben müzikal sevmem. (Tabii Fred Astaire'li, Sinatra'lı eski müzikallerden bahsetmiyorum. Ama Nicole Kidman'lı Moulin Rouge'dan da, hastası olduğum Daniel Day Lewis'li Nine'dan da nefret etmiştim.)
Ve fakat bu filmi sevdim. Bir defa en iyi kadın'ı alan Emma Stone harbiden çok naif, çok gerçek, Ryan Gosling zaten shompi. Ne şarkılar, danslar filmin, hikayenin önüne geçiyor ne de gereksiz ve sıkıcı oluyor. Sonra hüzün, mutluluk dozunda, senaryo tıkır tıkır ilerliyor. Eh, bu da en iyi yönetmen ödülünü -neyse ki!- alan Damien Chazelle'in başarısı olsa gerek...
Bir başka sevdiğim film, maalesef ses kurgu hariç aday olmayan ve eli boş dönen -ama mesela Japon Akademi'den en iyi yabancı film ödülü alan- Eastwood'un Sully'siydi. Tom Hanks, Hudson Nehri'ni runway olarak kullanan pilot Sullenberger rolünde yine çok başarılı. Uçağın görüntülerinden tutun yolcuların hikayelerine Clint baba, araya pek sevdiği ve bildiği cazı da sıkıştırarak, filmi nakış gibi işlemiş. (Bu arada herhalde en kısa filmini çekmiş, 96 dakika..) Ama Akademi Mel Gibson'u da onu da 'artık yeter' şekli saydığından Sully hak ettiği itibara kavuşamadı..
Florence, Meryl Streep'e dile kolay 20. Oscar adaylığını getirdi. Valla bence adı Meryl Streep olmasa, hali hazırda 3 Oscar'ı da olmasa kesin yine hak ediyordu. Çıldırmış kendisi, böyle bir oyunculuk yok. Çok da tatlı ve komik bir film, Hugh Grant'i de özlemişiz. Pek sevdiğim yönetmen Stephen Frears gerçek bir hikayeyi -hakikaten bu şarkıyı kim söyleyip tarihe geçmiş olabilir sorusunu- gayet ince bir şekilde aydınlatıyor.
Arrival da bence hakkı yenmiş filmlerden. Ses kurgusu ödülüyle uğurlanan yapım, bence insanın içine dokunan, kafasını Interstellar gibi, karıştıran önemli bir filmdi.
Jackie'yi seyrettiğim gece uyuyamadım. Kennedy suikastı üzerine sayısız film, dökümanter vs gördüm ama Natalie Portman'ın kanlı duşu, pembe Dior döpiyesi gözümün önünden gitmedi, filmin depresif müziği beni bırakmadı. Portman'ın Oscar aldığı Black Swan'ı da yöneten Aronofsky'nin yapımcı olarak filme getirdiği 'karanlık' adeta Beyaz Saray'a sirayet etmiş. Frears'ın yönettiği Queen'de gördüğümüz 'bir royal cenaze nasıl düzenlenir' sorunsalının altından tek başına Lincoln'ünkinden kopya çekerek kalkan bir first lady imiş meğer Jackie..

Başka bir sürü film izledim; şahane Benedict Cumberbatch'li Dr. Strange, enteresan bir profile soyunan Brad Pitt'li Allied, tabii ki çook eğlenceli Zootropolis ve Jungle Book.. Amaaaaa...
Kişisel Oscar'larım, aday bile gösterilmeyenlere gitsin!
Yıllar sonra devam filmiyle beni yine kahkahaya boğan 'Bridget Jones's Baby'. Zellwegger 'Jump Jump' diye baştan sinyali veriyor zaten; çok keyifli, ilkini izleyenler için ayrıca değerli, bööyle bırak referandumu filan biz yaşayalım şekli, hele 40 plus hatunlar için ilaç niyetine bir film...
Veee Oscar Bob'a gidiyor. Sokak Kedisi Bob. Çok satan romandan uyarlanan gerçek hikaye filmi başarılı Roger Spottiswoode yönetmiş, bir yönetmiş; hani derler ya kitabı daima filminden iyidir.. Hayır abi, filmi kitabı geçmiş, size Londra sokaklarında junkie James Bowen'ın ve sırtında seyahat eden kedi Bob'un hikayesini alabildiğince gerçekliğiyle sunuyor. Bob kendini oynuyor zaten -zira sırta çıkan, otobüse binen, bisiklet sepetinde keyifle giden başka kedi bulamamışlardır- James rolündeki Luke Treadaway de kendi seslendirdiği şarkılarla filmi götürüyor. Gözyaşlarıyla seyrettim.

Velhasıl, en iyi film Moonlight'ı hala göremedim ama zaten o şaibeli ya...


10 Mart 2017 Cuma

Kanepem kırıldı

Hiç uykum gelmiyor. Ama garip rüyalara dalınca uyanasım da..
Hiçbir haber doğru gelmiyor. Ama seyredip kalıyorum.
Dışarıda fırtınalar kopuyor, Zuzu her daim yanımda teyakkuzda.
Odanın penceresi akıyor, altına havlular koyup sıkıyorum.
Bazen güneş açacak gibi oluyor, durmayan yağmur bitecek, içten içe istemiyorum.
Hiçbir kitap doyurmuyor. Hiçbir film -ki yüzlercesi - keyif vermiyor.
Dışarı çıkmak zor; ne güzel şimdi imkansız.
Kendimi koltuksuz Behzat Ç gibi hissediyorum.
Kalk bari yemek yap, dolapta ne var bak, olmazsa tost?
Müzik? Sıkılıyorum.
Hiçbir şey kanepenin yerini tutmuyor.