31 Aralık 2012 Pazartesi

maceracı

Eh, finito..
Bitti la, 2012 de; kıyamet dediler onu dediler bunu dediler...
Benim kıyametim; Mayalarca, yeniden başlamak oldu. Haklıymışlar netekim.
Biraz kesin bir çizgi çektik fakat, o kadar kalın değil.
Rüyamda dün gece odamın altından bir dehliz çıktığını gördüm. Ben kazmaya çalışıyordum, bir yandan annem kapatmaya uğraşıyordu.
Ben o dehlize girecem hacı..
Maceralarımla 2013'te görüşürüz...

30 Aralık 2012 Pazar

zuzu

Deyin bana deli diyin..
Babam öldükten sonra -ki Akrepti, küllerinden doğarlar, malum- Zuzu doğdu.
Kuraldır; ailede bir Akrep ölürse, yenisi doğar. Sonuncusu bendim.
Anneannem ölmüş, ben doğmuşum. Ayşe oradan...
Eyvallah. Ama bu Zuzu harbiden şaşırtıyor beni.
Yıllardır kedi beslerim, babası benim sevdiceğimdi; Maviş...
Ve fakat Zuzu öyle hareketler yapıyor ki....
Bana bi kol kanat germe hali var. Sevmediklerini eve sokmama, giydiklerime, yediklerime karışma, her şeyi kontrol etme..
Noluyo lan?
Babam çay demlerdi sabaha karşı, o zaman karşılaşırdık, "Kızım saat kaç" diye, bu resmen posta koyuyor: Çayı unuttuysam ocakta, git bak diye mutfağa götürüyor.
Her sabah uyandırıyor beni, babam gibi, yapacağım şeyleri gösteriyor.
Reenkarnasyona inanalım mı?

28 Aralık 2012 Cuma

blue moon

Dolunay geçiyor üzerimizden, sevgili arkadaşlarım böyle diyor. Hatta bi tanesi dolunay banyosu yapmakla meşgul, neyse...
Ben baktım yukarı. Artık hava puslu, bulutlu olduğundan zar zor görülüyordu, ama orada, bizi izliyor, belli.
Yazın başka bir yerden doğuyor dolunay, tam karşımdan, dağların arasından, denizi parlata parlata... Kışın başka...
Ay burcu yengeçtir di mi, benim de ay burcum yengeç. Yangeç.
Severim Yengeçleri. Bir tanesiyle evlendim. Bir başkasına ölesiye aşık oldum. Öteki benim kariyerimi belirledi, vs...
Başıma bela olmuşlardır yani biraz da. Ama elimden tutmuşlardır, anlamışlar, sevmişlerdir; ki bir Akrep için anlaşılmak yeterince iyidir, inanın...
Belki dolunaydan, belki yıl bitiyor filan falandan, belki yalnızlıktan; aklıma düştü hepsi.
Şu dolunay bir geçsin.........

believe

Siz bir şeye inanıyor musunuz hala?
Sahiden..
Hani böyle çakırkeyif eve dönmektesindir, yanına tanımadığın biri ilişir sen ona bile inanırsın ya...
O bile yok di mi..
"Ama bizim şahane teknolojimiz, astropsişiksportif aktivitelerimiz var."
Can dostumuz Çomar uykuda, üzgünüm.
Ben de salak gibi hayvan zımbırtılarına destek veriyorum misal; hayvan bir gün ev buluyor, ertesi gün kapı dışarı ediliyor.
Ne lan bu?
Hayır, ben böyle dünyada yaşamayı reddediyorum, diyecem, geç kaldım.
Ya, geçen gün denk geldim; Fatma Girik-Tarık Akan-Münir Özkul filminde Sezercik hepsini ikna ediyordu da, hastaneye köpek dahi giriyordu. Sigara içiliyordu serbest. Ne uzak, di mi?
Amaaan, yine çişli bağladık.. Neyse..

27 Aralık 2012 Perşembe

mighty 91's

İyi dayandık be usta.
7 yıl. Dip dibe. Bazen tatlı tatlı tatlı bazen boğaz boğaza...
Sevgili eski komşum Deniz Aktosun'un derslerden birinde zikrettiği üzere; ya rehberlikti ya Suzan Hanım, ne fark eder, "en çok zamanı birbirimizle geçirdik, ailemizden çok, ondan bundan çok, 7 yıl boyunca..."
Beraber Dead Poets Society'lere gittik, Debbage'imiz için başkaldırdık, lunch'larda bacaklarımızı uzatıp karşılıklı banklara, birbirimize hayatlarımızı anlattık, gerekirse kırdık kırılmaz Üsküdar Amerikan'ı, Bağ Pastanesi'nde, Beyoğlu'nda fink attık...
Linder'a karşı çıktık yahu! Yürek ister.
Bastık "örrtmenler odası"nı, mezun olduktan sonra bile neredeyse 'detention' aldık...
Ben hayatımın çok güzel bir bölümünü geçirdim o okulda. Çok güzel insanlarlaydım çünkü. Onlarla büyüdüm. Pek çok şeyi orada öğrendim. Kucağımda Tozlu'yla -kedi- Nükhet Hanım'ın coğrafya dersinde bile oturdum.
Nuran'ın matematik öğretmenini mahkemeye davet etmesine tanık oldum. ("See you in court!, yürü be!)
Ophelia oldum, Serçe'ci oldum, belki gazeteci olmaya da orada karar verdim.
Şimdi herbirimiz ne olduysak olduk, kimimiz anne oldu, ama herkes memnun galiba neticeden: Daha iyi bir 7 yıl geçemezdi.

https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10150601851354003&set=a.10150601851324003.395519.650479002&type=1

24 Aralık 2012 Pazartesi

sıkıl

Ben sıkılmaktan sıkıldım, demişti bir muhterem şahıs.
Kendimden sıkılıyorum, der hep bir öteki...
Eh, ben de sıkılıyorum. Ama bu güzel sıkılma.
Hayattan sıkılma; her daim mevcut, lakin bu iyi sıkılma.
Bir kedinin kuşu beklemekten sıkılması gibi.
Yine de hep beklemesi gibi...

23 Aralık 2012 Pazar

öyle bir geçer zaman ki

Bak kış geldi, ben yazlık evdeyim.
İki sene önce olsa şu anda 9.45 vapurunu yakalamak üzere Moda yokuşundan iskeleye koşturuyor olurdum. Kırmızı şapkam ve montumla...
Şimdi, yazlık elbiselerimin asılı olduğu dolaba nazır kedimle konuşlanmış, klimanın iflas etmemesini umaraktan tek kişilik yatağımda, rutubetli odamda oturuyorum.
Ha mont duruyor, ama şapkayı sanırım geçen kış bir takside unuttum.
(Hayat çok değişmiyor yani.)
Lacivert perdelerim artık salonu süslüyor. İki kişilik yatağımı arkada bıraktım. Mavi duvarımı da...
Çünkü burada gerçeği mevcut. Her gece ay ışığında uyuyabiliyorum, tabii şu aralar fırtına eşliğinde... Güneş her sabah üzerime doğuyor. Kedimi ve beni uyandırıyor.
Vapurda alelacele okuduğum gazeteleri -malum, toplantıya hazırlık- artık kahvaltıda ister okuyorum ister bir kenara bırakıyorum.
Burada tuhaf gelen şey şu; senelerdir denize girmek, tatil yapmak vs için geldiğim ve hep özlemini çektiğim memleket, artık gerçekten memleket.
İnsanları aynı, ben yine esnafla muhabbet ediyorum. (Hayat çok değişmiyor yani..)
Ama ben İstanbul'da yürüyemedim.
İnsan değişiyor.


21 Aralık 2012 Cuma

eş olarak kabul ediyor musunuz

Bu karanlık bir yazı olacak. Plus 13 şeyini koyalım.
Baltayla öldürmek istiyorum onu. Kapıya geldiği vakit, yanımda kesici bir alet bulunmasını istiyorum.
Ama önce duvarlara çarpa çarpa gebertmek istiyorum. Belki sonra baltayla canını alırım.
Ötekini bir güzel benzetmek istiyorum. "Naptın lan sen" diye diye, "Hayatımı siktin" diye diye...
Kendisi silah taşımayı severdi, olmaz, yetmez kurşun, hissedecek. Bol bol.
Bir başkasının, bu kadın, suratını dağıtmak istiyorum, gerçi gereksiz, zaten çirkin bir suratı var. O zaman çelme takalım, kötürüm kalsın.
Ha unutmadan, ennn bi eskisinin karnına şöyle esaslı bir tekme yakışır. Kıvransın.
Sonrasında şöyle terennüm edecem:

http://www.youtube.com/watch?v=PxwhD8rsebE

20 Aralık 2012 Perşembe

nasıl olmasını isterdiniz

Buluştuk.
Ben çok sıkılmıştım. Aile zımbırtıları, bi de üstüne arkadaş "ya Ayşa sen öyle diildin"ler gelince...
Gecenin bi körü mesaj attım, İstanbul'dayım diye.
Pat, anında görüntü.
Hava kötü, ama anında buluştuk.
Jack almış, çikolata, insan başka ne ister...
Arkadaşlarıyla da tanıştım. Kendisinden sonra tabii.
İlk defa internette tanıştığım biriyle buluşuyorum. Heyecan var mı, yok.
Eve girdik, standart, sanki herhangi bir arkadaşımın evine girermiş gibi. (E zaten öyle olmuyor mu, mesela bir arkadaşınızın arkadaşı evine çağırdığında napıyosunuz, paspasta mı yatıyorsunuz?)
Ev tipik bekar evi, tabii, ama çocuk beklediğimden mature. Şaşırtıcı.
Müzik, daniel's, koltuk... Seviştik.
Pek bir şeye benzediğini söyleyemeyeceğim. O da öyle dedi zira; "beklenti yüksek olunca..."
Ama tam bir centilmendi, beni eve bıraktı filan...
Aklımda kalan mesajımı gördüğünde söylediği; "Ya tam ben de bu gece böyle bir şey olmasını bekliyordum."

19 Aralık 2012 Çarşamba

Apocalypse now

Kıyamet kopacakmış.
Öyle diyolaaar...
Valla ben akşama yapacağım yoğurtlu tavuğu, patlıcanlı pilavı düşünüyorum.
Mayalar bile karşı bu 'söylenti'ye; Meksika'daki Maya kabilesi, giyinmiş kuşanmış ayin yapmış, "Oh be, yeni bir döneme giriyoruz, istila etmeyecekler artık bizi" diye...
Lakin gel gör ki bizim 'moderinler' pek teşne. Kıyamet de kıyamet. Safe mekanlar ayarlanıyor, uygun -artık gerçeği mizahından komik- mönüler filan tasarlanılıyor, programlar yapılıyor...
Niye?
Demin gördüm; dünyayı, pardon "hayatı" diyordu commercial, hd görmemizi sağlayacak contact lensler üretmişler.
Bunun üstüne söylenecek fazla şey bulamıyorum.
İnsanoğlu çoktaaan layığını buldu galiba, boşuna bekliyor, beklerken de yine parti havasında keza. Zira her gün o köprüden bizzat geçiyor, düşüyor...
Dedim ya, ben tavuğa taze kekik mi eklesem fesleğen mi; onun derdindeyim.

14 Aralık 2012 Cuma

dilek taşı

Bu hastalık...
Loser'dık eskiden. Tamam.
Ama hastalık.
Arkadaşım erimiş bitmiş. Ne o istanbula geldik amk..
Çare var.
Hep oldu, öyle çaylarla filan değil üstelik.
Güzel umutla..
Hadi hep beraber açın ellerinizi, dileyin:
Yaşam dileyin.

7 Aralık 2012 Cuma

katlan bana

En güzelsindir. Güzel. Radyonda sana güzel çalan şarkı, aynada sen..
Arada mekik dokursun, bir makyaj, bir yudum votka, bir fiske müzik...
Hazır, yürü... "Aaah?"
"Pardon ben nereye gelmiştim?"
Hünkarım, ben buna hazır değilim, bura nire?
Burası gönül yuvası.
Öyle demişler. İzle...

1 Aralık 2012 Cumartesi

beds are burning

İki kişilik yorgan bana fazla geliyor.
Tek kişilik yatakta yatıyorum. Ondan.
Sevmiyorum. Yatakla yorganla battaniyeyle, ne varsa güreşiyorum.
Uyuyamıyorum.
En fenası uyukluyorum, gecenin körü devam.. insomnia...
Rüyalar değişiyor, insanlar değişiyor...
Sadece yorganın boyutu değil bu; çoook anlatasım var, koşasım, kızasım, sevesim var.
Yorgan yoruyor.
Tamam, bi beden büyük. Azaltalım...
Kedimiz var; üstüne çıkmaya uğraşan, kovalamaya çalıştığım.
Aslında en güzelini yapacak: kıvrılıp yatacak.
Biz yapamıyoruz ya, kıskanıyoruz.
Biz; çalışıyoruz, sabah kalkıp bilmemne yapıp akşam eve geliyor ya da gelmiyoruz.
Biz; rüyamızda bile yaptığımız işi görüyoruz.
Biz; belki haftasonları ya da donları, "uğruyoruz" , bizi büyütenlere...
Biz: sevmiyoruz, sevişmiyoruz.
Eeeh, ne halta yaradık biz?
Yorgan tatlı, içi sıcak.
Ama acıtıyor.
İki kişilik.
Zira.