20 Aralık 2014 Cumartesi

nerdesin aşkım buradayım aşkım

Pazar var gidilecek.
Kereviz, patates alınıp yemek pişirilecek.
İstanbul'a peynir alınacak!
Çarşı var çıkılacak. Yeğenlere hediye bakılacak.
Pet shop'a da uğramak lazım, Zuzu çok yiyor bu ara...
Zira teslim edeceğiz anahtarımızı ve kendisini, hayırlısı..
Arkadaşlara da bi "görüşürüz yeni yılda" demek lazım..
"Enişteye" keza..
Marmaris'ten her ayrıldığımda beni bir korku kaplıyor artık. Değişik bir duygu bu. Ve genelde doğru çıkıyor; döndüğümde -hava dahil- hiçbir şeyi yerinde bulmuyorum.
Ama zaten öyle olmaz mı; gittiğin yere döndüğünde farklı bulursun hep nedense.
İstanbul, lakin, hiç değişmiyor.
Tamam. Trafiği, metrosu, mekanları ıvırı zıvırı değişiyor da... İstanbul işte..
Belki sandığımdan çok istanbulluyum.
Belki de o kadar marmarisli olmuşum ki bir haftada değişikliği anlıyorum?
Neyse... Görüşürüz İstanbullular ve Marmaris...

15 Aralık 2014 Pazartesi

divina comedia

Tamam, hepimiz sabah uyanıyoruz, zar zor, sıcak yorganlarımızdan sıyrılıyoruz, kahvemizi portakalımızı içip sandviçlerimizi elimize alıp, şemsiyelerimizle düşüyoruz yollara...
Kimimiz işe kimimiz alışverişe, bankaya, arkadaşa, mahalle kavesine...
Ben bu rutini yapmıyorum üç yıldır.
Ben de uyanıyorum, tabii, kahvaltıdan önce salon penceresini açıyorum ki güneş girsin hem Zuzu güneşlensin hem Meno (menekşe).
Sonra odaları havalandırıyorum, bir bir. Televizyonu müzik kanalına ayarlayıp, ayıptır söylemesi, banyoya dalıyorum..
Döndüğümde erken kalktıysam şayet İsmail Küçükkaya'nın sabah haberleri açık oluyor, geç kalktıysam Ayşenur Arslan'ın Medya Mahallesi'ne takılıyorum..
Yumurta, çay may derken interneti de şöyle bir tarıyorum; kim ne yazmış neetmiş hesabı..
İşte memleketin haline vakıf olmak bu kadar kısa ve net sürüyor. İşin içindeyken öyle değildi oysa:)
Misal; bu son operasyonu hepimiz twitter'dan iki gün önce öğrenmedik mi?
Cumhurbaşkanı bizzat çıkıp ertesi gün sinyallerini vermedi mi?
İnsanlar geceyarısı gidip de gazete önünde toplanmadı mı?
Artık kimsenin ajan olmasına filan gerek kalmadı. James Bond filmlerine paydos. Gazete çıkarmaya hele hiç gerek yok. Muhabirlik beş para etmez. Astrolog bile olsan iş bulamazsın.
Öyle bir "büyük komedi" içinde yaşıyoruz ki...
Ben üç senedir evde oturuyorum. Her şeye hakimim.

7 Aralık 2014 Pazar

9 canlıdır kediler

Bazen seyrettiğiniz bir film, okuyabileceğiniz 50 kitaba bedeldir.
"A Thousand Times Good Night"ı geç buldum, kaybetmedim: Yönetmeni Erik Poppe, pek sevdiğim Juliette Binoche oynuyor. Hararetle tavsiye ederim, hani yani son günlerin moda tabiriyle ağlamaktan helak oldum gidiniz cinsinden...
Film savaş fotoğrafçısı bir kadını anlatıyor. Yeri geliyor, kızını da alıyor gidiyor Sudan'a, Kenya'ya, kocası bunu yadırgıyor tabii, çekiyor ayrılık kartını. En son İstanbul üzerinden Kabil'e gidiyor, kızı yaşında bir canlı bombayı fotoğraflamaya... (Filmin sonunu açık etmedim merak etmeyin..)
Ama bir sahne var; İrlanda sahillerinde dolaşırken minik kızı bir yavru kediyi paltosunun içine sokup eve götürmek istiyor, "Buralarda kalamaz anne, ölür" diye...
Bizim Binoche dönüp tersliyor yaramazı: "Bilmiyor musun kedilerin dokuz canı var, yaşar" diyor.
Benim de bu konuda kedilere güvenim tam. Harbiden kayboldu sanırsınız, ezildi gitti mefta oldu zannedersiniz, çıkıp gelir kediler, öyle bir huyları vardır.
Kedilerin kolay kolay ölmeyeceğini bilen kahramanımız da sapır sapır ölen, öldürülen insanları çekiyor zaten, mevzuya alışık..
Peki bizim taze cumhurbaşkanımıza bi sorsak, hani ona da Van'da bir kedi "emanet" edilmişti, kendisi Fatih Altaylı'ya verip heder etmişti hayvanı, "Öldürülen insanlardan haberdar mısınız" diye...
Ben size söyleyeyim, yine "Rabia" diyecektir. Ali İsmail demeyecektir, Berkin Elvan demeyecektir (iki yıldır çocuğun davası bile açılamadı),
Peki kendisi dokuz canlı mıdır?
Kesinlikle. Özellikle dört ayak üstüne düşmesiyle meşhurdur.
Bunda kedilerin suçu var mı, yok.
Filmde bir replik daha vardı dikkat çeken. Kızı annesine soruyor, "Anne sen hayatın pahasına niye bunların fotoğraflarını çekmeye gidiyorsun" diye.
Anneden cevap net: "Çünkü çok kızgınım. Dünya Paris Hilton'un arabaya hangi donla bindiğiyle meşgul. Ölen milyonlarca insan umurlarında değil. İkinci Dünya Savaşı'ndan bile yüksek bir rakam var yaşanan. Kimsenin umrunda değil."
O zaman "care".
Sonuçta kedi değiliz hiçbirimiz.

5 Aralık 2014 Cuma

yalnızlık nelere kadir

My loneliness is palpable..
Dokunabilirsin, kırılır..
Geçen akşam taksiciyi eve çağırdım, sigara aldı geldi.
Rakı ikram ettim.
Oturduk iki laf ettik.
Sucu desen öyle, allahtan esnaftan yana şanslıyım, "N'aber abla" diye karşılıyor beni, ben istemesem bile su bırakıyor kapı önüne, ihtiyacım olur diye..
Ben Moda'da otururken de böyleydim; bir gece evimin aşağısında merdivenlerde oturup Kazım Koyuncu söyleyen sarhoş bi çocukcağızı çağırdım, duşunu aldı, en sevgili kanepemde uyudu, ertesi sabah fişek gibi kalktı: "Abla, sen nası bişeysin" diye..
Marmaris'te de buna benzer vakaları yapmışlığım, yaşamışlığım çok.
Ama galiba yetti artık.
Eve dönerken bunu fark ettim.
Ben sadece evime gidip kendi kanepemde kendi başıma uyumanın peşindeyim artık.
Yaşlanmışım.

2 Aralık 2014 Salı

brother

Biraderle hiç benzemeyiz.
O unutkandır, misal, ben her şeyi hatırlarım.
O cebinde para taşımaz, hiç, ama somehow he gets by...
O iyi şofördür, ben araba kullanamam.
O çok iyi bir babadır, bende çocuk yok.
O evden işe her gün -hem de istanbul'da- kilometreler ve saatlerce yol tepiyor, ben sırf bunu yapmamak için şehir değiştirdim.
O içmez, ben içerim.
Ama biraderle çok da benzeriz.
Aynı müziği dinleriz.
Aynı takımı tutarız.
Aynı filmi severiz.
Aynı şeye aynı anda aynı tepkiyi veririz.
Kedilerimiz var, ortak.
Okuduğumuz kitaplar, tuttuğumuz günlükler, yarattığımız Dünya Kupası ve Billboard chart'ları var; kimse anlamaz, biz anlarız..
Doldurduğumuz karışık kasetler, Sabonis maçlarını kaydettiğimiz betamax'lar var.
Biz benzemeyiz.
Ama ne çok severiz!