30 Mart 2015 Pazartesi

tom'suz kalmış jerry gibiyim

Tek yurtdışında yaşama tecrübem birkaç aylığınaydı, İngiltere'de, güyya dilini en iyi bildiğim ülkede; trenden indiğim an bana anlamadığım bir şeyler söyleyerek yaklaşan İskoçlar gördüm, görüş o görüş, iki ayımı onların dilini sökmeye çalışarak geçirdim.
En şikayet ettiğim şey; garip kokan evler, halılar, dükkanlar, sokaklar haricinde, rüyalarımı bile türkçe görememekti. Ben bir şey düşünüyordum ama onu kendi dilimde anlatamıyordum, anlatsam bile onlar anlamazdı...
Son birkaç senedir ta 17 yaşında yaşadığım bu deneyimin kendi ülkemde gerçeğe dönüştüğünü görüyorum.
Geçenlerde Marmaris'te Haziran Hareketi forumu idrak ettik, misal.. Benimle merak ve coşkuyla gelen herkesin içi sıkıldı. Neden? Çok güvendiğimiz ÖDP'nin eş genel başkanı ve CHP'li bir vekil öyle sıkıcı standart konuşmalar yaptı ki, salı sabahı grup toplantılarını izleyen biri olarak -evet, öyle bi default'um var- tekrardan öteye gidemediler.
Gezi'de bulunan bir genç kız çıktı konuştu, "Ben sizi anlamıyorum, neden bahsediyorsunuz?" dedi de kendimize geldik..
Ütopya diye bir yarışma var, haberdar mısınız orada ne tür cümleler dökülüyor gencecik çocukların ağzından: "Başkan, reis, sen nasıl istiyorsan o", "Bu yaşıma geldim ben de sanatımı senden öğrenecek değilim", "Abi bak biz bunları birbirlerine kırdıralım, daha fazla oya ihtiyacımız yok neticede" vs...
Eh, ne güzel şeyler öğretmişiz hakikaten, helal.
Siz de son zamanlarda oturduğunuz kafede, yemek yediğiniz restoranda, içtiğiniz barda yanınıza yanaşan ya da bir şekil muhabbet açılan elemanla konuşmakta zorluk çektiniz mi?
Hatta bazen yakın arkadaş toplantılarında sohbet ederken "Eeeeh, eve gitsek artık, ne bu ya" dediniz mi?
Anlaşamıyoruz artık kardeşim. Farklı dil konuşuyoruz.

22 Mart 2015 Pazar

hoppala yavrum yaz geldi

Hastayız.
Kıştan çıktık bahara girdik, hapşurup duruyoruz, mikropları atmak için içimizden.
"Hakikat" istiyoruz, "yüzleşmek" istiyoruz; istiyor muyuz?
Valla ben dün gece kendimle epey bir yüzleştim.. Lisede okurken bile gitmediğim kadar leş bir mekana gittim, olaylar bunu hazırladı dahlim yok, ve tabii standart "arazi"ye bağladım.
Seviyorum kendimi.
Böyle ortam gerdiği, alkol de fazla geldiği zaman kimseye çaktırmadan, hop, uçuveririm ben. Ve evimin yolunu daima bulurum. (Tahtaya knock knock..)
Neyse, yolda bir evsiz'le karşılaştım. İşi de yok parası da, en rahat. Benim beslediğim kedileri beslemeye çalışıyordu bir de. Bende zaten köpek kokusu, leş mekandan mütevellit, kediler bana gelmedi de ona gitti. Bilirler, hep.
"Napıyosun usta" dedim, "Dikkat et, musallat olur bunlar.."
"Hüzünlüyüm" dedi.
"Neden"dedim nedense..
"Bunlar kuru mamaya alışmış benim verdiğim ekmeği yemiyorlar artık" dedi.
"Biliyorum," dedim, ben de suçluyum, "Senin karnın tok mu, gel yukarıda poğaça var" dedim..
"Yok" dedi. "Ben doydum. Ama sen niye benim gibi hüzünlüsün?"
Hoppaaaa... Anlatamadım tabii; içimin ne kadar şiştiğini, muhabbetlerden sıkıldığımı, belki özlediğimi..
Ama o anladı. Öyle olur.
Dedi ki: "Kızım sen bunları beslemeye devam et, kendine de dikkat et, onlar seni korur."
Tamam usta, eyvallah derken, son cümleyi patlattı: "Yaz geldi zaten."


17 Mart 2015 Salı

inekli

Yaz sezonunu açtık ayıptır söylemesi.. Yok hayır, daha denize girmedik merak etmeyin, ama gündüzleri güneşlenmeler, akşamüstleri limonlu naneli votkalar, geceleri dışarda sürtmeler mevsimi başladı..
Dün gece de eve dönerken üç "belalım"la karşılaştım: İnekli, Benekli ve Karasakal.
Bunlar bizim bahçenin sahipsiz kedileri.. Geçen yılın mahsulü yavrucuklar. Alt komşumuz şahane Halime Teyze balkonunda büyüttü -neredeyse emzirdi- sokağa saldı, şimdi kuru mamaya alışmış olarak boynumuzun borcular.
Her dışarı çıkışımızda bir avuç mama elinde olmayan sorguya çekiliyor! Etrafınızda kümeleniveriyorlar -bu arada isimlerini zikrettiklerim yalnızca üçü, yani favorilerim, yaklaşık 10 taneler- sürün sürün, bakkala kadar zor gidersin...
Hepsi birbirinden güzel. Sevimli. Parlak tüylü. Hadi bi de "pet shop ağzı" yapayım; iyi huylu...
Gel gör ki hepsi sokakta tek başına.
Dönüş yolunda mırnak da mırnak, yine peşini bırakmazlar..
Öyle yalvarırcasına bakışlara kıyamayan ben -özellikle inek desenli İnekli'nin- gece vakti "Alayım," dedim, "götüreyim eve, Zuzu'yla oynasınlar..."
Sonra eve çıktım baktım ki Zuzu aportta. Üstümü başımı koklamaya yeltenmeden hemen soyunuverdim valla, öyle tehditkar bakıpduru.. Vazgeçtim.
İnekli, kardeşleriyle birlikte aşağıda kaldı.
Bir defasında Benekli'yi sahiplendirmeye çalıştık. Geldiler, cayır cayır aldılar gittiler, akşam on telefon, "Ayşe Hanım bu durmuyor" demeler, ertesi gün geri getirdiler, "tuvaleti kokuyormuş bunun, pardon" diye!
Benekli'yle İnekli'nin kavuşma sahnesi, her şeye değerdi. Sağolsunlar.
Ben de sonra aynı şekil kendimi teskin ve teselli ettim: şimdi İnekli gelse Zuzu gibi hayatı olsa, eyvallah, ama balkondan bakmakla yetinecek mi? O dışarı çıkınca bizim Zuzu napacak?
Sorular, sorular... Yağmur, fırtına, mart ayı... Dışarıda nerelere saklanır, nerelerden yemek bulurlar... Bizimki gibi mahallede yaşamasalar halleri nice olur...
O yüzden siz siz olun, bahçenizdeki etrafınızdaki hayvanları besleyin. Onlara ev olamasanız bile, yuva olun.

9 Mart 2015 Pazartesi

nörüyon

Malum, mart geldi, kedi milleti çatılarda, ağaçlarda, bahçede, apartmanın içinde; ciyak ciyak..
Bazen ayırmaya çalışıyorum, beş tane erkek kedi birden bir yavrucağa musallat oluyor, kovalıyorum, bir bakıyorum, o da ne kadar miyaklasa, pek şikayetçi değil... İki üçü kaçıyor, sonra aynı sahne tekrar..
Karışılmaz zaten kedilerin işine. Onlar bilir.
Ama insanlara bir karışalım.
Kadınlar Günü'nü idrak ettiğimiz, baharı selamladığımız şu günlerde, kadınlara erkeklere karışmakla kalmayıp sorgulayalım.
Çook "başarılı" kadın tanıdım. İşleri gücünden aşkın, halinde vaktinde, sporunda, evinde, çocuğunda...
Bazısı eşini, ailesini terk etti bunun için.
Ama hiç öyle bir erkek figürüyle karşılaşmadım; kendi evini kurmak için her şeyden vazgeçen, ailesine bayrak açan, çocuğuna bakmak için işinden olan, nefret ettiği insanlarla her gün zoraki yüzyüze gelen...
Ne bileyim neden, erkeğin daima bir çıkış yolu var. Kadınınki zor.
Şimdi sevgili cumhurbaşkanımız sayıklıyor; "Kadına şiddeeeet!" filan diye. Sonra kendi kızını kurmaca bir suikasta kurban ediyor.
Sayın başbakanımız "Özgecan sembol" diyor, İzmir'de cinayet kurbanı kadınlar için inşa edilen duvarı eleştiriyor..
Nörüyonuz, derler Ege'de, beyler, sayın erkek kediler, nörüyon?

2 Mart 2015 Pazartesi

silahlara veda

Çocukken oynadığım bir parfüm kutusu vardı annemin.. 
İnce uzun bir kutuda dizili eşantiyon bütün markalar.. Annem hepsi bittiğinde, zaten birer yudumcuktu, kutuya yerleştirir bana verirdi.
Ve ben n'apardım onlarla.. Askercilik oynardım. 
Ortada duran mesela general olurdu, yanlara doğru tüm, tuğ, vs dizerdim hepsini.. Albaylar, yarbaylar, erler; hepsi var.. Biri Chanel, öteki Dior...
Bir kız çocuğunun parfüm şişeleriyle oynayıp onlara rütbe verme psikolojisini varın siz düşünün.
Ama bir tanesi bile kaybolduğunda, abim çalmıştı tekini hinlik olsun diye, anneme nasıl açıkladığımı daha çok duymak istersiniz: "Anne ben kaybetmedim, darbe oldu!" ve bir de gözyaşları içinde, suçluluk duygusuyla...
O yüzden kimse bu ülkede yaşayan hiçbir çocuğun, gencin, kadının, yaşlının örselenmediğini, yok kuşak x, yok z, y diye açıklamanın bir işe yarayacağını iddia etmesin.
Koskoca çınar gitti, Yaşar Kemal... 
Hangi döneminde ülkenin, kendisinin hangi çağında başkaldırmadı, zorlanmadı?
Şimdi yine yeni yeniden barış rüzgarları estiriliyor. 
Deneyin, denemekten halel gelmez. 
Ama memleketi de deneme tahtasına çevirmeyin.
Unutmayın, "silahlara veda" derken, akabinde ikinci bir dünya harbi çıktığını, meşhur romanın yazarı Hemingway'in intihar ettiğini...