30 Aralık 2016 Cuma

yeni yıl yazusu

Berbat bir yıldı..
O aşikar..
Memleketin hali pür melalini hiç deşmeyelim.
Ama 2016 zaten gereksiz kötü bir yıldı.
(Bunu yıllara mal etmek de ne kadar doğru?)

En çok bu yıl hastaneye gittim, mesela.
Endoskopi, kolonos, kardio; canlarım..
Annemi az kalsın acilde bırakıyordum, mesela..
Sonrasında kendimden geçtim, yıllar önceki 'manyağa' döndüm (demek yılların bi mesuliyeti yokmuş)..

Marmaris en sert kışlarından birini yaşadı, ertesinde en kısa süren bereketsiz yazını..
Şimdi daha beterinden korkar oldu.

Birkaç gün önce de İstanbul'daydım. Farklı değil.
Herkes kızgın, dertli, üşümüş.

Güllük gülistanlık bi ülkede yaşamadığımızı zaten biliyorduk.
Ama böylesine umutsuz bir halk, elektriklerini kesercesine!- karanlıkta bırakılan bir Türkiye bilmiyorum ben..
Şimdi size yılbaşı akşamı boyu bir kez daha 15 Temmuz'u pompalayacaklar; kahramanlık destanları yazacaklar, onları yazanların içerde olduğundan bahsetmeyecekler.
Ve siz inanacaksınız.
Nerden başımıza geldi bu işler, diyeceksiniz.

O zaman iyi eğlenceler, iyi uykular, iyi yıllar...
Görüşürüz.
Zira 2016'yla görülmemiş bir hesabım var.




3 Aralık 2016 Cumartesi

gasteci

Size nasıl gazeteci olduğumu anlatmış mıydım?
Kaybedenler Kulübü'nü kandırıp -iletişim öğrencisiyim tez hazırlıyorum diye- röportaj yaptım ben.
Gayfe'de, Beyoğlu Parmakkapı Sokak. O zamanlar pek 'in'. Adamların da radyosu Gümüşsuyu'nda, Kent FM. 249 50 76. Her gece meftunuyuz programın, arıyoruz, konuşuyoruz, çok dinleniyor, biliyoruz lakin ne bir dergide ne bir gazetede haberleri var.
Eeee, iş başa düştü tabii...
Tam da hukuktan çıkış yollarını arıyorum, denk geldi.
Yazdım röportajı, özene bezene, siyah kalemle. Postaladım o zamanki Yeni Yüzyıl'ın Kültür Sanat şefi Haşmet Babaoğlu'na ve Radikal'in editörüne.
Bekledim. Bekledim. 'Karlı geceler' geçirdim. El cevap? Yok.
Kaan'la Mete'yle daha sonra da görüştük. Kaan bana 'Seni gazeteci yaparız ya, dert değil. Tempo'da işin hazır' filan diyor, uçuyorum. 6.45'in sahibi ya, güveniyorum.
Bekliyorum...
En sonunda, 'Eeeh, nolacaksa olsun!' deyip Yeni Yüzyıl'ı arıyorum:
'Haşmet Bey, ben size bir şey göndermiştim... Röportaj gibi... Kaybeden...'
'Aaa, siz Ayşe Deniz Poyraz mısınız? Ben de numaranızı kaybetmişim, aramanızı bekliyordum. Yalnız gazeteci olmak istediğinizden emin misiniz? Öyle dışarıdan gözüktüğü gibi değildir.'
Ben heyecandan sesimi kaybetmek üzereyim: 'Ben... Denemek isterim...'
İşte böyle başladı her şey..
O zamanki Sabah binasına gittim, İkitelli'lerde. Haşmet beni Mehveş Evin'le, Ebru Çapa'yla tanıştırdı, Liberal Bakış'ta başladım. Daha klavye kullanmayı bile bilmiyordum. Aytekin Hatipoğlu'nun (Ayto) öğrencisi oldum. Gazeteye gelirken bindiğim dolmuşta paspas niyetine kullanıldığını göreceğim sayfalar için sabahladım.
Ahir ömrümün en güzel zamanlarını yaşadım. Çıkardığımız 'pembe' sayıları hala saklıyorum. Çok satmadık, tabii ki kapatıldık, olsun. Kayıp değil.

5 yıldır gazetecilik yapmıyorum. Tahmin edersiniz ki son serüvenim öyle zevkli geçmedi.
Özlüyor muyum? Evet.
Gazete okuyor muyum? Evet.
'Ben olsam şöyle yapardım, şu başlığı atardım' diyor muyum?
Tabii.
Ama 'İyi ki şu anda gazetecilik yapmıyorum' dediğim de oluyor.

200'e yakın gazetecinin içerde olduğu bir memlekette yaşıyoruz.
Benim de çalışırken sansürlendiğim, 'Onu öyle değil böyle yazacaksın' diye dikte edildiğim, hatta yeri geldiğinde otosansür uyguladığım oldu.
Fakat gazetecilik hiç bu kadar 'düşmedi' herhalde.
Darbe dönemlerinde bile.

Velhasıl, kaybedenlerle başlayan macera 'kayıplarla' devam ediyor.
En komiği de 'o' röportajın (Habertürk'te kısa bir bölümü hariç) hiç yayımlanmamış olması!