30 Aralık 2015 Çarşamba

yeni yılınız kutlu olsun

Hoppa yeni bir yıl daha mı?
İstemiyoruz kardeşim, biz eskilerini seviyoruz.
Metallica tişörtüyle Puma konçlu ayakkabılarla gezdiğimiz zamanı istiyoruz.
Suruç muruç istemiyoruz, bir yılda iki genel seçim istemiyoruz.

Yeni yıl gelmesin kardeşim.
Kocalar eski karılarını öldürmesin.
Pisliğin teki kaldırımda yatan kediyi arabanın altına itmesin.
Gelmesin abicim.
Lapa lapa yağmasın kar.
Hak etmiyoruz.

28 Aralık 2015 Pazartesi

nereye gidipdurun

Geçen gece bana buranın en kadim, Marmarisli adamı 'Benim de artık buralardan gitme zamanım geldi' dedi.
Noldu, dedim, 'Ayşe artık burada da yaşanacak bir şey kalmadı' dedi.
Bu adam 60'ına geliyor, hayatının herhalde yarısını Marmaris'te geçirmiş.
Biz ona 'hoca' deriz.
Yıllardır yok dövme yapar, yok bar işletir, bazen boncuk dizer...
Şimdi kim atıyor Hoca'yı Marmaris'ten?
Kendisi.
Neden?
'Burası da bozuldu be' dedi.
Birkaç ay önce 'Bize bişey olmaz burası kurtarılmış bölge' diyen adam, hem 58 yaşında hem 5 parasız..
Bu ülkeyi terk etmeye bu kadar niyetliyse..

24 Aralık 2015 Perşembe

gülsuyu

Bir sürü film seyredebilirim, bir sürü dizi.. Ama ben Rose Water'a denk geldim.
İranlı bir adamın kendi ülkesinde nasıl işkenceye maruz kaldığına tanık oldum.
Sorgudayken Leonard Cohen'in Dance me to the end of Love dansı, takdire şayandı...
E budur.

21 Aralık 2015 Pazartesi

mavi

Tamam, bir kedi gördüm. Maviydi...
Bir kez beni hapsetmeye çalışırsanız mavi olursunuz, siz de.
Bana bağırmayacaksın.
Bir şeyler yüklemeyecek atfetmeyeceksin.
Ne çok şey var konuşulacak..
Ya da hepten duyuları yitirsek, "Perfect Sense"i seyreden?
Ben böyle sabaha kadar yazarım.
Ve fakat..
Anlaşılmadıktan sonra neye yarar be gülüm

11 Aralık 2015 Cuma

bir yemin ettim ki

Bugün sevgili arkadaşım Kıvılcım'la yemin etmeye gittik.
Neye?
Ben 'namusum ve şerefim üzerine' doğru düzgün tercüme yapacağıma, Kıvılcım da sıkılmadan adliyede durmaya...
Çünkü adliyede beklemek sabır ister. Hakim seni istediği zaman kabul eder, mübaşir sana en nefret ettiği çocukluk arkadaşınmış gibi bağırır..
Ama ben böyle bir şey görmedim.
Biz birkaç 100 kişi, yazıyla yüzlerce kişi, bugün Muğla Adliyesi'nde resmen süründük!
Hikaye şu: bilirkişi yemini edeceğiz, talebimizin kabul olduğuna dair bile internet sitesinde açıklama yapılmazken; biz kalktık, yüzlerce mühendis, mimar, bilgisayar uzmanı, ziraatçi, haritacı, doktor, avukat, mütercim vs adliyede yerimizi aldık.. (Zaten danışmadaki adamın müstehzi bakışıyla 'Ha buyrun arkaya alalım sizi' demesinden belliydi..)
Bekle bekle, neyse, biz 'civil' bir şekilde içeri alınıp yemin etmeyi beklerken..
'Mübaşir' gardiyan çıktı ve tek tek ismimizi bağırmaya başladı.
Sanırsın 'Shawshank Redemption'dayız, hücrelerimize çağrılıyoruz!
Ne soyadı sırası var ne bir şey, öyle adamın dibinde 'Allahım benim ismimi söylesin' diye bekliyoruz.
Sonra birimizin aklına geldi, internete bakmak; 'Sayın Muğla Adliyesi'nin daha o sabah yayınlamaya 'gerek gördüğü' sıra listesine...
Kıvılcım'la yıkıldık tabii; onca saat ayakta beklediğine mi yanarsın, kendini salak gibi hissettiğine mi..
Arada isim okunacak diye ne bir şey yiyebildik ne içebildik, tuvalete gitmedik.
1991 Hukuk girişliyim. Biz 'Yaz kızım' denilen kuşağın çocukları, öğrencileriyiz. Bizim staj yaptığımız duruşma salonlarında bilgisayarlar filan yoktu; ne davacı görebilirdi ne davalı hakimin birebir dediklerini..
Ama avukat yeminini gayet güzel hep birlikte Baro'da yaptığımızı hatırlıyorum.
Yıl 2015. Muğla Adliyesi'nin Ağır Ceza bekleme salonunda eşek kadar bir LCD ekran var.
Çok mu zordu bilirkişilik için gelen onca üniversite mezununu, meslek sahibini sırayla içeri almak?
Sağlık Ocağı'nda bile ne zaman hangi doktorun sizi kabul edeceğini biliyorsunuz.
Adliye, zor tabii :)

3 Aralık 2015 Perşembe

isyan

Kırıldı her yanım..
Bak bak baro başkanı öldürülüyor, filme çekiyoruz.
Benim bu derdim...
Gasteciler itiraz etmiş tutuklanmalarına, dalga geçiyoruz.
Ne yağan yağmurda..
Minik kızlar ölmüş, hay allah koruyamadık.
Ne yalancı sonbaharda...
Gazla mı büyüdük (tabii öyle bir nesil var, yarattınız zira), çilekeş bir milletiz çekeriz.
Ne bomboş sokaklarda...
Biz Türklere şantaj sökmez.
İSYAAAAAAAN
Beni bu derde sen attın
Gitmezsen kafa hep dumaaaaaaan

28 Kasım 2015 Cumartesi

mağdur


Artık kendimi o kadar sıkıştırılmış hissediyorum ki..
Konuşuyor televizyondaki, her gün, her saat..
Canlar ölüyor, Can'lar hapse atılıyor, üzülüyoruz, yapabildiğimiz tek şey çıkıp bir Cumhuriyet almak.
Bu nasıl bir acizliktir?
Tek demokrat partinin başkanına suikast düzenleniyor, baro başkanı öldürülüyor, tıss..
Bütün gazeteler kapanıyor, kapatılmaktan beter ediliyor, kayyum atanıyor (gazetenin yazıişlerine; ki muhabir bile giremez), tıss..
Bu nasıl bir mağduriyettir?
Ha, eğer intikam almaya çalışıyorsan başardın! Hepimiz mağduruz.
Senden ötürü..

22 Kasım 2015 Pazar

pişman

Hiçbir şeyden pişman olmamamla övünür dururum.
Derim ki; yaşanmış bitmiştir, beni ben yapan da odur.
Ama son zamanlarda, yaş kemale mi erdi nedir, sorguluyorum: Ben nerde yanlış yaptım?
Avukat olmayı seçmediğimden pişman değilim, that's a given.
Gazetecilik yapmış olmaktan memnunum.
Belki biraz daha fazlasını yapabilirdim.
İstifa etmezdim mesela.
Evlenmiş olmaktan mutluyum. Hala arkadaş meclislerinde gülümseyerek yadediyorum..
Belki daha çok çaba gösterebilirdim. Boşanmazdım. Vazgeçmezdim. Hatta belki çocuk yapardım..
İstanbul'u terk etmekten hoşnut muyum?
Evet.
Moda'daki güzel evim bazen rüyalarıma da girse Marmaris'teki 'sanctuary'nin yerini tutamaz.
Babamın evindeyim. Oğlumun yavrusuyla birlikteyim.
Tamam, evli değilim, avukat değilim, gasteci bile değilim..
Eh, pişman da değilim.

16 Kasım 2015 Pazartesi

parisliyim

Dünya dönüyooor sen ne dersen de...
İnsanlar ölüyor, fark etmesen de.

Napıcaz?
Kadınlara kelepçe takılıyor, napıcaz müdür?
Müdürü işten alıcaz.
He, tamam. Problem solved.
E gençler öldü, sırtında çantalarıyla, onu napıcaz müdür?
Ölsün. Fransa'da da ölmüyor mu, konserde filan, gider..
E küçücük çocuk öldü müdür, buzluğa da koyamayız, dolu, napcaz?
Gömün. Yaw, her şeyi bana mı soracaksınız! Siverek siktiret..

10 Kasım 2015 Salı

kuş öldü beybi

Bu sabah kalktım, standart, balkonu açıp aşağı baktım. Herkes gökyüzüne bakar ilk, ben yürürken bile yere bakarım.
Bahçede bir kuş. Sanırım ölü. Kediler gidip gelip bakıyor, koklayıp dönüyor.
Alt komşuyu aradım, dedim "Bahçede galiba ölü bir kuş var, hem de epey büyük, belki canlıdır, bir baksanız.."
Dediler: "Ayşe biz o bahçeye geçemeyiz, boşver zaten ölmüştür."
Arkadan aynı bahçeye eşarpını düşüren muhtemelen bahçe sahibi hanımefendi geldi, ona seslendim, bir baksanız...
Eşarbını aldı gitti, "Çok merak ediyorsan gel sen bak" dedi.
İyi. Ayakkabımı giydim, indim bahçeye, buldum, evet kuş ölmüş, yanımda getirdiğim peçeteye sardım, torbaya koydum, çöpe attım.
Eve döndüm. Bende bir aydınlanma. Bu kuş normal bir kuş değil. Bizim komşunun kafeste yıllardır beslediği, eğittiği, uçup geri geliveren kocaman güvercinlerden.
Hay allah çöpte. Olmaz.
Hemen geri indim, neyse ki çöpe başka kimse bir şey atmamıştı. Ama çok aşağıdaydı torba; yakından geçen bir motosikletliden rica ettim: "Mümkünse şu torbayı alabilir misiniz, ben uzanamıyorum.."
Aldı. Verdim, kuşların sahibine, "Bahçemde buldum belki gömmek istersiniz," diye..
Adam teşekkür etti. Gözleri yaşardı.
Çünkü bilirim; insan gömmek ister, çöpe atılsın istemez.
İnekli ölmüş mesela geçenlerde, benim kapının önünde beslediğim sokak kedisi. Taksici söyledi bana "Ayşe abla ben onu caddeden topladım" diye, ezilmiş. Göremedim.
Ne oldu çöpe mi atıldı, hangi gerizekalı ezdi, vs; bilemedim.
Hala rüyalarıma giriyor İneklim. Beni sokağın başında karşılıyor...

Dönüşte Zuzu'nun tavrı takdire şayandı; önce bacaklarıma sağ sol süründü, sonra "bekleme" pozisyonu aldı, ki bu saygı göstergesi, "Tamamdır" dedim, "Zuzu, sen o eşarbını arayan kadına beş çekersin."

8 Kasım 2015 Pazar

bucket list

Ben ölmeden önce..
Ne isterim?
Bir roman yazmak isterim.
Bir film setinde bulunmak isterim.
Golf oynamayı öğrenmek isterim.
Hayvanlara kocaman bir lüks barınak kurmak isterim.

Arabayla hız yapmak istemem.
Uçaktan atlamak da istemem... Bungee yaptım, o yetti.
Dağlara taşlara çıkmak istemem.
Okyanusların en derinine dalmak istemem.

Benimkiler "mütevazı" şeyler..
Ha, ama bazen asla ekvatorda Barış Manço gibi saat çeviremeyeceğini, Kilimanjaro'daki panterin peşine düşemeyeceğini, kutup ayılarıyla yüz yüze gelemeyeceğini bilince; kötü oluyorsun..

Eh, n'apalım...
Ben ölmeden önce bunları bile yapsam kendimi şanslı sayarım.
Ama en çok son bir kez aşık olmak isterim.



29 Ekim 2015 Perşembe

bugün babamın doğumgünü

Bugün cumhuriyet bayramı.
Ve babamın doğumgünü.
Eh, adı Cumhur...
Babaannem bayram yerine gidiyormuş 1934'ün 29 Ekim'inde, babamın geleceği gelmiş...
Bugün Nur Abla'yla konuştuk, kendisi "Cumbur" der babama, küçükken aşık olduğunu söyler, babamla evlenmek istermiş, anneme nispet..
Şöyle bir şey söyledi: "İyi olan herkes öteki tarafta Ayşe" dedi, "doğru düzgün kimse kalmadı bu tarafta.."
Valla öyle baba.
Memleketin hali pür melalini görmek istemezdin şu ara.
Bir savcı olarak, hukuk adamı olarak gazetelerin, parti merkezlerinin baskına uğradığını görmek istemezdin.
Onlarca çocuğun katliamlara, "bilinen" canlı bombalara kurban gittiğini bilme, daha iyi.
Savaştan kaçan mültecilerin mezarının Ege denizi olduğunu bilmek istemezdin.
Burada yemek programlarında bile kavga çıkıyor artık baba.
Her gece dua ediyorum, tanrıya sana iyi baksın diye. Mutlaka bakıyordur.
Doğumgünün kutlu olsun baba. İyi ki doğdun.

16 Ekim 2015 Cuma

bilemedim

Bu günlerde ne yazılır.. Bilmem.
Ülke gereksiz bir seçime gidiyor, insanlar, gençler ölüyor, herkes susturuluyor, kış geliyor..
Bilmem.
Dün oğlumun doğumgünüydü, onu hiç tanımayan oğluyla kutladık.
Bilmem.
Bir de evlenme yıldönümümüzdü, boşanmış olsak da, eskiden güller gelirdi kapıya, gelmedi..
Bilmem.
Evlenmeme vesile olan, garip bir şekilde -bilen bilir- adamın da doğumgünüydü. Kutlamadım bu sefer.
Neden; bilmem.
Artık "Seni seviyorum" cümlesinin bile anlam ifade ettiğini düşünmüyorum.
Kaybolduk. Eridik. Yittik.
Ve hiçbir şeyi bilmiyoruz.

10 Ekim 2015 Cumartesi

Parmak

Parmaklarım artık birbirine benzemiyor.
Bazısı şişmiş, bazısı ince..
Aşık olduğum zaman hepsi inceliyordu, o da tabii başka bir araştırma konusu...
Ama o parmaklardan kurşunlar boşalıyor.
Benimkilerden değil, başka parmaklardan.
Nasıl bakıldılar, törpülendiler mi hiç, o konulara girmeyelim.
Ya da girelim...
Hayatlarını bilmiyoruz bu katillerin; hadi bilelim..
Suriye'de ya da Irak'ta çelimsiz adamları toplayın, bir ordu yaratın.
Sanki hiç film seyretmedik: Yetmez kardeşim yetmez!
Sen istediğin kadar TIR'larla mühimmat sevk et..
İstediğin kadar vur, öldür, bak; yalnızsın.
Çünkü bir sürü gencin çocuğun ölümünden sen sorumlusun.
Diyordun ya, bağırıyordun ya: "Çocuklar ölüyor!" diyordun ya...
Sen kendi ülkenin Azrail'i oldun.
Tebrik.

Benim küçük ayak parmağı var (pinkie), kuaförler napalım bunu diyor; zira ne tırnak çıkıyor ne bir şey... Öyle kendi kendisine büyümesine karar verdik.

5 Ekim 2015 Pazartesi

kumarbaz

Son zamanlarda gördüğüm en iyi film 'The Gambler'. Biraz geç kalmışım, evet, ama evime "kavuşmuşken" güzel bir keşif oldu.
Dostoyevski'nin 'Kumarbaz'ından uyarlanma, William Monahan'ın senaryosuyla Rupert Wyatt'ın yönetiminde Mark Wahlberg zaten harikalar yaratıyor, görmek lazım.. John Goodman ve Jessica Lange gibi ustalar da cabası.. (Bazı 'kritikler' James Caan'ın oynadığı 70'lerdeki versiyonu tercih etse de benim oyum absofuckinlutely bundan yana!)
Hayatla nasıl kumar oynanır, buyrun seyrekoyulun...
Adam, tamam, kumarbazın önde gideni ama aynı zamanda edebiyat profesörü!
Her gün anfide Shakespeare'in ecdadından, Camus'nün 'Yabancı'sındaki sırrı ilk kendisinin keşfettiğinden filan bahseden, öğrencilerine hayat hakkında -özellikle yazarlık: (Dahi değilseniz yazmayın)- verip veriştiren tam bir "loser".
Ama amacı o zaten...
Kaybetmek.
O yüzden geceleri Korelilerin işlettiği kumarhanelere gidip onbinlerce dolar bayılıyor, üzerine dayak yiyor, bir de zenci mafyasına borçlanıyor, vs...
Paraya ihtiyacı var mı, yok tabii; ailesi zengin, arabası BMW, suit and tie guy...
Ha, büyükbabası halihazırda vefat etmiş, annesinden nefret ediyor, babasını tanımıyor filan böyle issue'lar var ama yetersizzzz. Adamın hali vakti yerinde, yayınlanmış kitabı bile var, çoksatan.
Gel gör ki hayata direniyor işte. Kabul etmiyor. Gidiyor, borcu için mafyadan dayak yemeyi seçiyor, annesinin verdiği parayı yine, ondan kurtulmak için, kumara yatırıyor.
Neyse, daha fazla teaser vermeyelim, bulunuz seyrediniz. Ve kaybetmeyi bilmek nedir, görünüz, tecrübe edemeseniz de...


19 Eylül 2015 Cumartesi

suuuu su.. ah keşke bi su olsaydı

Sen kime oy vereceksin?
Fark ediyor mu?
Teröre mi oy vereceksin?
Diktatörlüğe mi?
Demokrasiye mi?
Yatıp yandan yandan eleştirmeye devam mı?

Bizim aşağıda beslediğimiz yavru kediler var. Hepsi birbirinden şempanze, iki anne, yumuk yumuk, tekir, duman, vs..
En altta oturan hatundur onların sebebi; onların annelerini buraya alıştıran, besleyen, büyüten.
Şimdi ben besliyorum onları, o üzerlerine su sıkıyor!

Neye oy vereceksin?
Su sıkana mı, su verene mi?

7 Eylül 2015 Pazartesi

hadi len


Ne yazmalı? Ne yapmalı?
Sözler kursakta tıkandı, gözler kurudu, söylenecek her şey söylendi; küfürler edildi, beddualar, rahmetler dilendi.
Ama bişey yapmalı. Bişeyler yazmalı..
Şimdi dün akşama şöyle bir gidelim..
15.00 PKK baskını. Dağlıca.
18.06 HPG ilan ediyor: Çok şehidiniz var.
19.00 Başbakan Davutoğlu elini tuttuğu şehit yavrusuyla tribünlerden maç seyrediyor.
21.30 Cumhurbaşkanı havuz medyasına röportaj veriyor. Söz Hakkari'ye geliyor, pek sayın medya mensubu lafı kıvırıp "hani bir de 400 vekil olayı var" diyor.
23.00 Hürriyet gazetesi binası "400 vekil" haberi için taş ve sopalarla basılıyor.
An itibariyle ertesi gün 16.20: Hala kaç şehit verdiğimizi bile bilmiyoruz.
Kılıçdaroğlu Davutpaşa'dan randevu talep ediyor, kabul görüyor.
Buna mı sevineceğiz?
İki ay "istikşafi" görüşme yaptılar bi halt beceremediler, bundan mı medet umacağız?
Herkes kızgın herkes yorgun.
Hadi biraz daha yoralım kendimizi madem, bunca ter atmışken..
Çıkın sokaklara, korkmayın, Gezi'deki gibi, Şırnak'ta kocasına siper olan hatun gibi, haykırın, bağırın çağırın...
Ha buna da "eyleme teşebbüs, örgüt kurma vs" diyeceklerdir, vız tırıs...

6 Eylül 2015 Pazar

yattık


Dimdik duranlar var bu ülkede.
Ben yatay pozisyona geçtiğimde uyuyamıyorum.
Ama dik duranlar var.
Hatta dimdik uyuyanlar var.
Çocuk yatmış öyle.
Düşmüş.
Boğulmuş..
Ona yüzmeyi öğreteni var mı yok, çok küçük.
Gideceğimiz ülke şahane olacak, ne oyunlar oynıycaz, diyen var mı yok.
Annesi ölmüş, kardeşi ölmüş, babası artık vazgeçmiş..
Nereye? Daha tayyip abilerin seni jet ski'ye bindircekti.
Dimdik.
Ve yatık.

16 Ağustos 2015 Pazar

Bulamazsın

Nesneleri kaybetmem. Bazen yataktan kalkar kontrol ederim. Bir keresinde eve tanımadığım bi adam geldiğinde cüzdanı telefonu mutfak dolaplarına saklamıştım. (Kendimi kaybettiğim oluyor yani..)
Peki acaba onca kelli felli bir araya gelip, kayıp "nesnelerin" peşine neden düşmüyor?
Onur gibi mesela, haysiyet gibi, ne bileyim vatan gibi, can gibi...
Kaybolan eşya değil beyler; insan insan! Siz elleriniz cepte dolanır dururken, şöyle mi yapsak böyle mi diye, hayatlar kararıyor.
Devam salınmaya... Ben cüzdanı bulurum. Siz ülkeyi bıraktığınız yerde bulamazsınız.

31 Temmuz 2015 Cuma

Sus be kadın!

Terasta karşı oteli dikizliyorum; en erken kalkan kadınlar. Belki balkondaki mayolarını toplayıp bir an evvel kahvaltıya inmek istiyor, belki tuvalet sırasında birinç olmak istiyor, belki kocasının horultusundan iflahı kesilmiş şöyle bi balkonda hava almak istiyor..
Neyse ne.. Istisnasını görmedim.
E genelde de öyle diil midir; kadın erken kalkar, çocukları okula, kocasını işe yollar, sonra sıra kendisine gelir.
Geçen günkü manasız Meclis genel kurulunda öyle olmadı.
Adamlar çıktı konuştu, kavga etti, hiçbir sonuca varamadı, standart..
Sonra sevgili başbakan yardımcısı hızını alamamış olmalı ki "Hanfendi sen sus!" diye bağırdı önce kürsüden. Akabinde tuzunu biberini de ekti: "Bir kadın olarak sus!" buyurdu.
Şimdi demek onca kavga yarıştırılırken "bir erkek olarak" bittabii konuşmaya hakkınız var.
Ama hep sizden önce hayata uyanıp sizden fazla çalışan kadınları dinlemeye gerek yok, hatta azarlamak lazım ki yerlerini bilsinler, kahvaltı hazırlamaya gömlek ütülemeye devam etsinler.

24 Temmuz 2015 Cuma

Öteki Marmaris

Şimdi İçmeler'deyim. Marmaris'in en güzel denizi.. Belediye başkanının tasarrufuyla mekanların yanında halk plajı zorunlu oldu.
Bu iyi bişey mi; bittabii ve fakat...
Araya bir ip çekmişler, bu yan biz beri yan onlar. Halk.
Çocuklar sınırı aşmaya çalışıyor, bazen büyükler de, sanki başka bi denizde yüzüyorlar.
En tuhafı benim çocukken oynadığım oyunları oynuyorlar. Bazen bi Rus çocukla bazen İngilizle arkadaş oluveriyorlar.
Ama hep bir "aman çizgiyi geçme amca kızar" durumu..
Velhasıl bir yanda öksüren jetski'ler beri yanda deve güreşleri, karpuzlar..
Öteki Türkiye mi? Öteki Marmaris bile var la. Sen Suriye sınırına da böyle bir ip ger.

21 Temmuz 2015 Salı

suruç

Bi gün yine Urfa'dayız, diyemeyeceğim. Ben hiç gitmedim 'oralara', bilmem tadını toprağını..
Ama geçen gün bikaç akıdeş gitti. Daha beteri yardım götürmeye teşebbüs ettiler. Öldüler.
Şimdi, hani dizileri seyrederken çok hoşunuza gidiyor ya; 'hindi', herkesler teröre lanet okumakla meşgul.
La başka ne okuyacaktın, tövbe, okuyacak suren mi kaldı?
Siz serin gazetelerinizi üzerlerine, belki cover eder..
Siz aldatın onca anneyi 'Artık ağlamayacan' diye..
Siz o aşağıladığınız, zaten terörist saydığınız 'Gezici' çocuklara deyin ki: Buralar heep tertemiz bak, beton, terör merör yok..
Onlar Artvin'e Yeşil Yol İstemiyoruz projelerini, Kobani'yi savunduk inşa edeceğiz'lerini yürütmeye devam edecek!
Amma korkmuşsun be adam!


12 Temmuz 2015 Pazar

hey gidi günler

Çocuklarla bir tatil yaptık. Bana her gün tatil de - Hocam'ın kulakları çınlasın... Tatildoğanlar deyipduru bize..
Naptık, denize girdik, sinemaya gittik, kedi besledik, standart.
Ne özledim ben onlar playstation'larıyla oynarken?
Bahçede lastik atlayaydık ya..

6 Temmuz 2015 Pazartesi

Yola çıktık bi kere

Yoldayım! Fethiye'ye doğru.. Kısa yani. Ama Marmaris'te 10 dakikalık mesafelerde geçiyorsa ömrün uzun geliyor.
Bu kez yeğenlerin tadını çıkarmaya gidiyorum zira hem İstanbul avm karmaşasında kayboluyoruz hem de onlarla deniz bambaşka tadıyor.
Değişik olan, değişik gelen: Zuzum yok. Çocuklar söyledi "Halaa Zuzu'yu da getir!" Fakat namüsait.
Arlem bakar ona, gerçi biraz kırgın, "Zuzu benle telefonda hararetli konuşuyordu şimdi yüz vermiyor" diyordu artık verir herhalde ..
Bu arada Köyceğiz molasında tuvaletçi para istedi sigara verdim eyvallah dedi, seviyorum bu memleketi!

3 Temmuz 2015 Cuma

apartman halleri

Yine bi gece ruh hastası komşumuzu dinliyoruz; kocasına saydırıyor, annesine giydiriyor, yetmez ama kendini kesmekle tehdit ediyor... Ve bütün bunları balkona çıkıp haykırarak yapıyor.
Eskiden acıyorduk, polisi filan arıyorduk ama artık akıllandık: Çatlak kadında.
Neyse uyutmadı yine gece ve sabahında neye uyandık: Üüüüüürüüüüü!
Bunun zavallı kocası kendini hayvanlara verdi. Ama hayvansever mi, değil.
Rottweiler köpeğini sel bastığında ful mesai çamurun içinde bekleten kişi.
Ama çatıda güvercin beslemeler, kafeste tavşan büyütmeler gırla...
Bu arada önüne çıkan dut ağacını kesmesi de cabası..
Şimdi bu adam bi de bec tavuğu (tavuskuşuna benziyor) ve horoz yetiştirmeye soyundu!
Satıyor mu, dövüştürüyor mu, belli değil.
Belki karısına veremediği cevapları onlarda büyütüyor.
Velhasıl ben sonunda kapılarına dayandım.
Dedim, gayet kibar, 'Sizin hayvan yetiştirme potansiyelinizi takdirle izliyorum fakat horozunuz beş dakkada bir öterek beni uyutmuyor. Napcaz?'
Kadın direkt şu cevabı verdi: 'Al vereyim horoz senin olsun kes ye!'



25 Haziran 2015 Perşembe

an itibariyle marmaris

Ben sıkıldım siz sıkılmadınız mı; kim başbakan kim başkan kim başgaaaan....
Valla içimden hiçbiri geçmiyor desem..
Beni daha çok Marmaris'te artan trafik ilgilendiriyor mesela. Ya da dilenci görmek Marmaris'te.
Orman kampı talan ediliyor, yerine bir iğrençlik abidesi dikiliyor (tabii yüzlerce ağacı keserek..)
Gitar vırtüözu Gür Akad geliyor, 10 kişi seyrediyoruz, onlar da tayfa..
Deniz boş.
Pazar desen, hepsi ağlayıpduru..
Abicim İŞİD MİŞİD ne halt ettiyseniz bozun o oyunu.
Hanginiz ne başkanı oluyorsanız olun.

22 Haziran 2015 Pazartesi

haziranda ölmek

Ben en sevdiklerimi haziranda yitirdim.
Dayılarımı, dedemi, kedimi, Edi'mi, babamı...
Haziranda ölmek zor da usta, kaybetmesi de zor.
Lanet olsun hazirana

7 Haziran 2015 Pazar

yaban

Bugün bir film seyrettim, geçen Oscar'larda en iyi kadın, en iyi yardımcı -ne demekse- kadın aktris ödülüne aday olmuş, pek sevdim. Hem de kadın Reese Witherspoon, hiç sevmem. Ama "yardımcı" Laura Dern, severiz...
Neyse, film harbi bi öykü üzerine; Cheryl Strayed (isme takılmayın, değiştirmiş, filmde herşey birebir), Pasific Crest Trail yapmak istiyor: yani bütün Amerika'yı Meksika'dan Kanada'ya kuzeyden geçmek istiyor!
Bu bi nevi Route 66 yapmak gibi bir şey, ama daha zor.. Neden? Çünkü YÜRÜYORSUN.
Arkanda senden daha büyük bi backpack, çöllerden, göllerden, karların içinden geçiyorsun...
Peki kadının sorunu ne diyeceksiniz; aslında kısacası annesini kaybetmiş.. Sonra bütün hayatını..
O manzarayı görmek isteyerek yola çıkmış sadece ve binlerce zorluktan geçmiş.
Genelde böyle hikayeleri pek sevmem ama kadının bir söylediği bana pek dokundu, belki yakın hissetttiğimden:
"Belki her şeyi doğru yaptım. Belki annemin olmamı istediği kızı 40.5 senede oldum. Belki eroin bana iyi geldi. Belki istediğim her adamla yatmak bana ders verdi. Belki iyi ki boşandım. Ve daha çok boşanırdım. Ve hiç pişman olmazdım. Bu yaban bana iyi geldi."
Cheryl Strayed, Pasific Trail'i tamamlayan ender kadınlardan biri olarak köprüde 6 yıl sonra evlendi, şimdi evli ve çocuklu...

29 Mayıs 2015 Cuma

işte bizim stilimiz

Makyajın kötü olmuş Tayyipcim.. Ahmetcim o takım boyunu kesmiş.. O styling üzerinde hiç durmamış Kemal.. Devlet seni görmek bile istemiyorum.. Selo, bi bandana isterdi..
Nası bi ülkedeyiz valla ben yıllardır çözemedim ama O çözmüş.. Bize acıyan gözlerle bakıyor. O gözlere iyi bakın. Belli ki terk edilmiş, zarar görmüş, acı çekmiş... Dolapdere'de yaşıyor. Öyle bakıyor bize. Bizi hatırlatıyor.

Fotoğraf: Gamze Reisoğlu Şamdancı


inside thinking

- What are we gonna do?
- About what? You mean the cockroach?
- Yeah. We can't just leave him roach around can we?
- Have any ideas? Cause i can't kill him.
- That's pretty much clear, you have a giant cat and it does not kill him!
- Maybe it will turn upside down and die and we can wait.
- That's gross!
- Well I thought your house did not welcome these guys!
- And I thought you wouldn't be climbing up walls!
- A roach can climb up walls!
- Bad for you!
- OK. Let's figure out a way.. Do you have a "roach killer" of some kind?
- No, I'm afraid not. Are you kidding me?
- Maybe a rat poison or a bug killer?
- What about a slipper?
- What?
- I can bang over its head and bam!
- Well can you?
- Sure. But it can spread its eggs all around...
- Aww, forget it.
- So we're gonna have a new pet shall we?
- Just give it to Zuzu and he's gonna take care of him.
- He's playing with him for God's sake!

saat 4

Yoksun.. Ama başka herkes var..
Digiturk mesela saat  4 oldu diye kendini kapattı.
Dışarıda hooligan turistler, vuhuuuuu, diyipduru..
Karşı otelin jeneratörü işliyor maaşallah, vooonk vonk.....
Hatta bu gece şimşekler çakıyor, gök gürlüyor, Zuzu hoplayıp zıplıyor.
Az önce oyun yapıyor zannettim, evet , bir hamdiyle!!!!
Geberttim.
Nasıl yaptığıma ben de inanamadım, şok şok!
Muhtemelen sabaha karşı yağmur haldır huldur inecek yine Marmaris'e.
Ama ben pazardan enginarımı, fasulyemi, domatesimi, peynirimi aldım.
Bir insomniac gecesinde daha beraberiz yani..
Akşama yemeğe bekleriz.

24 Mayıs 2015 Pazar

kedidir kedi

Bubububup bububup ötüyor kuşlar, ben çatıda ekmek yuvarlıyorum onlara.. Kedim yanımda, tabii, aşağıda kendini görünmez zannediyor...
Bir erkek bırakmışım arkamda, bir tane daha, n'apalım, olmuyor...
Valla kediler daha akıllı, en azından gecenin dördünde aramıyorlar, kapına dayanmıyorlar.

13 Mayıs 2015 Çarşamba

eyvah

Uyandım. Yine tüy... Offff Zuzu!
Ayıkla, tuvalete git, ayıl, sonra bir bak: bütün ev Zuzu!
Aldım mide ilacımı, daldım süpürgeye; süpür süpür... Kaçıyor bir de benden zıpır, kovala, süpür süpür, yerime de yatmış ahlaksız, süpür süpür...
Oh, bir rahatladım neticesinde elbet.
Ve hayatta bir değişiklik yapmaya karar verdim. 
Artık çalışmaya geri döndüm.
Napıcam; insanların birbirlerine söyleyemediklerini söyliycem...
Eyvah.
Zuzu olsa aynen ketum dururdu, tüm kediler gibi, ben?
Süpür süpür...

1 Mayıs 2015 Cuma

kargaları sayarken

Geldik ayların en güzelineeeee: Mayıs geldi hoşgeldi, denizimiz yazımız geldi, 1 mayısımız geldi, çiçeklerimiz, baharlarımız, güneşimiz açtı.. Erik çıktı, çağla çıktı.
Hakikaten en sevdiğim aydır mayıs -bir de ağustosu eylüle bağlayan ikinci yarısını severim..
Okuldayken de böyleydi; gepgeniş bahçemizde bacaklarımızı banklara uzatarak oturduğumuz, salıncaklarda sallandığımız zamanlarda..
Kışın yağmurundan, şiddetinden sıyrılır çünkü insan mayısta, üstüne giydiği fazlalıklardan, battaniyelerden, yorganlardan kurtulur..
Gel gör ki güzel memleketimizde öyle mi? Yine bir yasaklı giriş yapıyoruz en sevdiğimiz aya. Yollar kapalı, meydanlar kapalı, insanların hadi geçtik gösteri yürüyüş hakkından, ulaşım hakkı tahdit altında!
Bilmem takip ediyor musunuz, ABD'nin Baltimore kentinde bir haftadır geceleri sokağa çıkma yasağı uygulanıyor, siyahi Freddie Gray gözaltında öldüğü için yapılan gösteriler neticesinde.
Bu pek Amerika'da tanık olduğumuz bir uygulama değil -siyahların öldürülmesinden bahsetmiyorum, sokağa çıkma yasağından bahsediyorum..
Yıllar önce Counting Crows'un pek sevdiğim bir şarkısı vardı; Raining in Baltimore. Her şeyin her yerde ne kadar aynı olduğunu, aynı kaldığını anlatır şarkı kısaca.
Şimdi liderlerimiz (!) beş yıl önce yaptıklarını kırarcasına yasaklarını inşa etmeye, koskoca Taksim Meydanı'nı polis arabalarıyla kaplı beton bir garabete çevirmeye devam etsin, elbet mayısın sıcaklığı kazanacaktır.
Baltimore'da da, İstanbul'da da...

24 Nisan 2015 Cuma

özür

AAaaaaay! İçime fenalık geldi..
Muhtemelen hepinizin.
Ben şimdi Arif Asya gibi şiirler döktürmüycem, sevgili sultanımız gibi arş haddinde kendimden geçmeyeceğim ve fakat...
Bugün 24 nisan. 18 mart değil bi kere, bu konuda anlaşalım. Osmanlı'nın büyük ayıbının dünyaca kabulünün 100. yılı.
Sen istediğin kadar Çanakkale zaferini malzeme yap, bunu silemezsin.
Ayrıca yaptığınla kalırsın.
Kim senin çektiğin klibi izleyip içleniyor, dua okuyor, yazıklar olsun!
"Ermeni" lafını bile doğru düzgün ağzına alamayan cumhurbaşkanımız adına, özür dilerim.

17 Nisan 2015 Cuma

neyin peşindesin zuzu?

Zuzumbik, mozambik, siz follower'ların bildiği üzre benim sivri kedim. Kendisi bi Van kedisi, pek hareketli, bol mizaçlı, komikçi...
Ama bazen böyle hüzne bürünür, yatar annesinin yatağında (o aynı zamanda benim annem oluyor), verir kendini güneşe, eğer doğarsa..
Bazen de ben öyleyimdir, çıkar bir köşeden, hop saldırır, oyun yapar, neşedir..
İşte bu Zuzu benim son zamanlarda aşağıdaki kedileri çok beslememden kıllandı, taktik geliştirdi: Ayşe'yi uyutmuycaz, gündüz de kapıda nöbet tutacaz.
Aynen öyle.. Geceleri bana uykular haraaaam. Gündüz de zor ayakta duruyorum.
Ama Zuzu'nun su kabını dolduruyorum, tuvaletini değiştiriyorum, mamasını veriyorum.....
Laaaaaan!
Evlendik mi Zuzu?


9 Nisan 2015 Perşembe

seçemedim

Sanırsam ben aseksüel olmuşum.. At the age of 41.. Such a shame..
Çok mu tükettim ki? (Ayıptır söylemesi, biraz fazla..) Cezalandırıldım mı? Memlekette adam mı kalmadı, vs; bunlara kafa yormuşken, hakikaten, yok mu yahu bi adam bizi kurtaracak?
Sayın ekmekiçinekmeleddin bey de mhp'den aday olmuş pek sevindim, misal..
Ama Osman Gökçek aday olamamıııış, yazzııık.
Şimdi haber kanalları bindir bindir yayınlayıpduru; o ona teklif ederse iktidar olurmuş, öteki onunla anlaşırsa bilmemne...
Akıdeşler, yormayın güzel kafalarınızı. Hiç bu kumpasa, kulise gelmeyin. Verin paşa paşa oylarınızı, ya da vermeyin, sonra arkana yaslan rahat..
Zaten aseksüel olmuşum, beni rahatsız etmeyin gari.

4 Nisan 2015 Cumartesi

o zaman let's

Ayyy, memleketin hali de çok kötü kardeşim; savcılar öldürülüyor, elektrikler kesiliyor, gazeteciler sansürleniyor, avukatlar zorbalanıyor, dolar tavan yapıyor, bahar geleceğine dolu yağıyor...
En iyisi gidelim biz buralardan.
Heee..
Nereye gidiyon?
Tuzu kuru olanlara bir diyeceğim yok; varsa birkaç bin liran, atla git, seç beğen yaşa...
Yaşayabilirsen.
"Tarihin tekerrür ettiğini" söyleyip duran şu fısıltı gastesi yok mu, o kafana takılıyor di mi?
Hep bir kumpaslar kurulur, hep sistem çöker, hep başa dönülür, hep infazlar yapılır, hep güyya dememokrasi ve halk kazanır. Sonra tekrar kumpaslar kurulur...
Valla en son uçağa bindiğimde Lost'un geçtiği diyarlara kadar gidiyordu. Şimdi muhtemel range daha uzaktır.
Hadi git lost ol, gel..

30 Mart 2015 Pazartesi

tom'suz kalmış jerry gibiyim

Tek yurtdışında yaşama tecrübem birkaç aylığınaydı, İngiltere'de, güyya dilini en iyi bildiğim ülkede; trenden indiğim an bana anlamadığım bir şeyler söyleyerek yaklaşan İskoçlar gördüm, görüş o görüş, iki ayımı onların dilini sökmeye çalışarak geçirdim.
En şikayet ettiğim şey; garip kokan evler, halılar, dükkanlar, sokaklar haricinde, rüyalarımı bile türkçe görememekti. Ben bir şey düşünüyordum ama onu kendi dilimde anlatamıyordum, anlatsam bile onlar anlamazdı...
Son birkaç senedir ta 17 yaşında yaşadığım bu deneyimin kendi ülkemde gerçeğe dönüştüğünü görüyorum.
Geçenlerde Marmaris'te Haziran Hareketi forumu idrak ettik, misal.. Benimle merak ve coşkuyla gelen herkesin içi sıkıldı. Neden? Çok güvendiğimiz ÖDP'nin eş genel başkanı ve CHP'li bir vekil öyle sıkıcı standart konuşmalar yaptı ki, salı sabahı grup toplantılarını izleyen biri olarak -evet, öyle bi default'um var- tekrardan öteye gidemediler.
Gezi'de bulunan bir genç kız çıktı konuştu, "Ben sizi anlamıyorum, neden bahsediyorsunuz?" dedi de kendimize geldik..
Ütopya diye bir yarışma var, haberdar mısınız orada ne tür cümleler dökülüyor gencecik çocukların ağzından: "Başkan, reis, sen nasıl istiyorsan o", "Bu yaşıma geldim ben de sanatımı senden öğrenecek değilim", "Abi bak biz bunları birbirlerine kırdıralım, daha fazla oya ihtiyacımız yok neticede" vs...
Eh, ne güzel şeyler öğretmişiz hakikaten, helal.
Siz de son zamanlarda oturduğunuz kafede, yemek yediğiniz restoranda, içtiğiniz barda yanınıza yanaşan ya da bir şekil muhabbet açılan elemanla konuşmakta zorluk çektiniz mi?
Hatta bazen yakın arkadaş toplantılarında sohbet ederken "Eeeeh, eve gitsek artık, ne bu ya" dediniz mi?
Anlaşamıyoruz artık kardeşim. Farklı dil konuşuyoruz.

22 Mart 2015 Pazar

hoppala yavrum yaz geldi

Hastayız.
Kıştan çıktık bahara girdik, hapşurup duruyoruz, mikropları atmak için içimizden.
"Hakikat" istiyoruz, "yüzleşmek" istiyoruz; istiyor muyuz?
Valla ben dün gece kendimle epey bir yüzleştim.. Lisede okurken bile gitmediğim kadar leş bir mekana gittim, olaylar bunu hazırladı dahlim yok, ve tabii standart "arazi"ye bağladım.
Seviyorum kendimi.
Böyle ortam gerdiği, alkol de fazla geldiği zaman kimseye çaktırmadan, hop, uçuveririm ben. Ve evimin yolunu daima bulurum. (Tahtaya knock knock..)
Neyse, yolda bir evsiz'le karşılaştım. İşi de yok parası da, en rahat. Benim beslediğim kedileri beslemeye çalışıyordu bir de. Bende zaten köpek kokusu, leş mekandan mütevellit, kediler bana gelmedi de ona gitti. Bilirler, hep.
"Napıyosun usta" dedim, "Dikkat et, musallat olur bunlar.."
"Hüzünlüyüm" dedi.
"Neden"dedim nedense..
"Bunlar kuru mamaya alışmış benim verdiğim ekmeği yemiyorlar artık" dedi.
"Biliyorum," dedim, ben de suçluyum, "Senin karnın tok mu, gel yukarıda poğaça var" dedim..
"Yok" dedi. "Ben doydum. Ama sen niye benim gibi hüzünlüsün?"
Hoppaaaa... Anlatamadım tabii; içimin ne kadar şiştiğini, muhabbetlerden sıkıldığımı, belki özlediğimi..
Ama o anladı. Öyle olur.
Dedi ki: "Kızım sen bunları beslemeye devam et, kendine de dikkat et, onlar seni korur."
Tamam usta, eyvallah derken, son cümleyi patlattı: "Yaz geldi zaten."


17 Mart 2015 Salı

inekli

Yaz sezonunu açtık ayıptır söylemesi.. Yok hayır, daha denize girmedik merak etmeyin, ama gündüzleri güneşlenmeler, akşamüstleri limonlu naneli votkalar, geceleri dışarda sürtmeler mevsimi başladı..
Dün gece de eve dönerken üç "belalım"la karşılaştım: İnekli, Benekli ve Karasakal.
Bunlar bizim bahçenin sahipsiz kedileri.. Geçen yılın mahsulü yavrucuklar. Alt komşumuz şahane Halime Teyze balkonunda büyüttü -neredeyse emzirdi- sokağa saldı, şimdi kuru mamaya alışmış olarak boynumuzun borcular.
Her dışarı çıkışımızda bir avuç mama elinde olmayan sorguya çekiliyor! Etrafınızda kümeleniveriyorlar -bu arada isimlerini zikrettiklerim yalnızca üçü, yani favorilerim, yaklaşık 10 taneler- sürün sürün, bakkala kadar zor gidersin...
Hepsi birbirinden güzel. Sevimli. Parlak tüylü. Hadi bi de "pet shop ağzı" yapayım; iyi huylu...
Gel gör ki hepsi sokakta tek başına.
Dönüş yolunda mırnak da mırnak, yine peşini bırakmazlar..
Öyle yalvarırcasına bakışlara kıyamayan ben -özellikle inek desenli İnekli'nin- gece vakti "Alayım," dedim, "götüreyim eve, Zuzu'yla oynasınlar..."
Sonra eve çıktım baktım ki Zuzu aportta. Üstümü başımı koklamaya yeltenmeden hemen soyunuverdim valla, öyle tehditkar bakıpduru.. Vazgeçtim.
İnekli, kardeşleriyle birlikte aşağıda kaldı.
Bir defasında Benekli'yi sahiplendirmeye çalıştık. Geldiler, cayır cayır aldılar gittiler, akşam on telefon, "Ayşe Hanım bu durmuyor" demeler, ertesi gün geri getirdiler, "tuvaleti kokuyormuş bunun, pardon" diye!
Benekli'yle İnekli'nin kavuşma sahnesi, her şeye değerdi. Sağolsunlar.
Ben de sonra aynı şekil kendimi teskin ve teselli ettim: şimdi İnekli gelse Zuzu gibi hayatı olsa, eyvallah, ama balkondan bakmakla yetinecek mi? O dışarı çıkınca bizim Zuzu napacak?
Sorular, sorular... Yağmur, fırtına, mart ayı... Dışarıda nerelere saklanır, nerelerden yemek bulurlar... Bizimki gibi mahallede yaşamasalar halleri nice olur...
O yüzden siz siz olun, bahçenizdeki etrafınızdaki hayvanları besleyin. Onlara ev olamasanız bile, yuva olun.

9 Mart 2015 Pazartesi

nörüyon

Malum, mart geldi, kedi milleti çatılarda, ağaçlarda, bahçede, apartmanın içinde; ciyak ciyak..
Bazen ayırmaya çalışıyorum, beş tane erkek kedi birden bir yavrucağa musallat oluyor, kovalıyorum, bir bakıyorum, o da ne kadar miyaklasa, pek şikayetçi değil... İki üçü kaçıyor, sonra aynı sahne tekrar..
Karışılmaz zaten kedilerin işine. Onlar bilir.
Ama insanlara bir karışalım.
Kadınlar Günü'nü idrak ettiğimiz, baharı selamladığımız şu günlerde, kadınlara erkeklere karışmakla kalmayıp sorgulayalım.
Çook "başarılı" kadın tanıdım. İşleri gücünden aşkın, halinde vaktinde, sporunda, evinde, çocuğunda...
Bazısı eşini, ailesini terk etti bunun için.
Ama hiç öyle bir erkek figürüyle karşılaşmadım; kendi evini kurmak için her şeyden vazgeçen, ailesine bayrak açan, çocuğuna bakmak için işinden olan, nefret ettiği insanlarla her gün zoraki yüzyüze gelen...
Ne bileyim neden, erkeğin daima bir çıkış yolu var. Kadınınki zor.
Şimdi sevgili cumhurbaşkanımız sayıklıyor; "Kadına şiddeeeet!" filan diye. Sonra kendi kızını kurmaca bir suikasta kurban ediyor.
Sayın başbakanımız "Özgecan sembol" diyor, İzmir'de cinayet kurbanı kadınlar için inşa edilen duvarı eleştiriyor..
Nörüyonuz, derler Ege'de, beyler, sayın erkek kediler, nörüyon?

2 Mart 2015 Pazartesi

silahlara veda

Çocukken oynadığım bir parfüm kutusu vardı annemin.. 
İnce uzun bir kutuda dizili eşantiyon bütün markalar.. Annem hepsi bittiğinde, zaten birer yudumcuktu, kutuya yerleştirir bana verirdi.
Ve ben n'apardım onlarla.. Askercilik oynardım. 
Ortada duran mesela general olurdu, yanlara doğru tüm, tuğ, vs dizerdim hepsini.. Albaylar, yarbaylar, erler; hepsi var.. Biri Chanel, öteki Dior...
Bir kız çocuğunun parfüm şişeleriyle oynayıp onlara rütbe verme psikolojisini varın siz düşünün.
Ama bir tanesi bile kaybolduğunda, abim çalmıştı tekini hinlik olsun diye, anneme nasıl açıkladığımı daha çok duymak istersiniz: "Anne ben kaybetmedim, darbe oldu!" ve bir de gözyaşları içinde, suçluluk duygusuyla...
O yüzden kimse bu ülkede yaşayan hiçbir çocuğun, gencin, kadının, yaşlının örselenmediğini, yok kuşak x, yok z, y diye açıklamanın bir işe yarayacağını iddia etmesin.
Koskoca çınar gitti, Yaşar Kemal... 
Hangi döneminde ülkenin, kendisinin hangi çağında başkaldırmadı, zorlanmadı?
Şimdi yine yeni yeniden barış rüzgarları estiriliyor. 
Deneyin, denemekten halel gelmez. 
Ama memleketi de deneme tahtasına çevirmeyin.
Unutmayın, "silahlara veda" derken, akabinde ikinci bir dünya harbi çıktığını, meşhur romanın yazarı Hemingway'in intihar ettiğini... 

17 Şubat 2015 Salı

ben de anlatayım madem

Üstü küllenince konuşmak lazımdı. Konuşalım.
Olayları bir bir ayrıntılandırmaya, anlatmaya gerek yok. Belli.
Genç bir kız, tv diliyle, hunharca öldürülüyor.
İlk mi? Yok değil.
Ama sorgulamaya başlamamız bazı şeyleri, yeni.
Bu adam nasıl yetişti'den tutun, tv programlarına, gırla...
Peki cezalar?
"Elleriniz kırılsın" demekle olmuyor.
Yazılarımın takipçileri bilir; ben de o "kırılası ellerin" mağduruyum.
Evet, şikayetçi de olmadım, gereksiz gördüm çünkü, hatta bir yandan korktum, musallat olur diye.
O zaman napacaz, o elleri harbiden kırıcaz.
Kaçacak yer bırakmıycaz.
Dans eden kadınlara fatiha okumalarını öğütlemiycez.


14 Şubat 2015 Cumartesi

bütün dünya buna inansa

O da çok küçüktü ben de.. Ama hep benden dört yaş büyüktü neticede.
Ben bunu bilmezdim tabii; güreşmeye çalışırdım onunla, kafayı yere zonk diye vurduğum çoktur..
Bazen büyük bir kabahat işlerdi, ben eve gelmeden hazırlardı beni, babamı, "Anneme iyi gözükelim" şekli...
Bazen okuldan cep yırtık saat kayıp gelirdi, futbol oynamış, kavga etmiş, okuldan kaçmış, vs...
Anneler Günü'nde, doğumgününde filan, hiiç, beyfendinin açıklarını kapatırdık.
Ama geçen gün düşündük de annemle, hakikaten en güzel çocukluk hediyelerimi o almış meğer.
Mesela çocukluğumun en güzel oyuncağını abim aldı bana, Kocaoğlan, ayım.
Bir dükkanda görmüştük de, ben ona göstermiştim, tabii param yetmemişti, yılbaşında yanıbaşımda bulmuştum onu..
Annem pasta almak için bize para vermişti de, bizimki Divan'a girip "En pahalısından çikolatalı" diye hovardalık yapmıştı, annemin kızmasına rağmen o doğumgünü bizim olmuştu işte.
Küçükken o kahverengi bantlara kaydetmişler bizi. Ben Seyyal Taner söylüyorum. Abim Şenay.
Kimse inanmaz, ama ben hatırlıyorum o günleri; mikrofon elimde (fırça ya da çakmak), "Bütün dünya buna inansa...!"
Yaşlandık galiba... Hadi nice yıllara...

9 Şubat 2015 Pazartesi

müzeyyen

Kayınvalidem haberi vermişti ilk, Deniz "kelime" söyledi diye...
Neymiş? Müzeyyen.
Sebebini hala bilmiyoruz.
Ama herhalde Almanya'da büyüyüp Türkiye sınırlarına girdiğinde çocuğun aklına gelen ilk şey buysa, saygı duymak lazım..
Ah, Müzeyyen...
Ne denir, ardından, "titrettiğini mi mücrim gibi"? Kimseye şikayet edemeyecek miyiz, aşkımızı sır gibi saklayıp derdimizi de söyleyemeyecek miyiz?

Son İstanbul konserinde seni seyretme şerefine nail olmuştum, Sepetçi Kasrı'nda.
Eskiden bir kasa rakı sahneye söyleyen Müzeyyen, yine bizi yanıltmamıştı, aldı kadehi çevirdi başının etrafında, dikti, hop, fondip.
Bülent Ersoy ön masadaydı, onunla dalga geçmeyi ihmal etmedi, bir ara yanına çağırdı, herhalde benim hayatımın en güzel anlarından biriydi ikisinin beraber meşk etmesi.

Çocukken annemin senin şarkılarını yazılı bulduğum sarı sayfalarında, Beyazıt öğrencilik günlerimizde, Kumkapı kaçışlarımızda, Çiçek Pasajı demlenmelerimizde, Cumhuriyet'te, Saki'de, her daim sen vardın Müzeyyen Abla.

Velhasıl benzemedi kimse sana..

5 Şubat 2015 Perşembe

tost makinesi


Ben kahvaltı sevmeyen bir çocuktum. Annem zar zor kakaolu sütümü kapının önünde içirir, elime de bir tost tutuştururdu.
Ama ne tost...
Ben başka hiçbir yerde böylesini yemedim; peynirli, salamlı, sucuklu, domatesli; fark etmez..
Yapması ayrı zevkti, her defasında annem "Kızım yaktın!" diye yaklaşık 25 yıl arkamdan koştu..

Hurdacıya verdim kendisini bugün.
Eh, Orhan Pamuk'un bozacıları, yoğurtçuları varsa bizim de hala hurdacılarımız var.
Bir tanesi aşağıdan geçiyordu, aklıma düştü bir arkadaşın "Sen artık o makineyi göm" lafı, çağırdım, "Bir lira olur abla" dedi, "Olmaz" dedim, "Sen onu inşallah tamir et çalıştır, biz çok denedik, bizden bu kadar, sana emanet."

Sonra tabii üzüldüm ben. 
Buzdolabı kamyonete yüklenip gittiğindeki gibi...
İnsanın hayatını paylaştığı eşyalar, makine de olsalar, değerlidir, iz bırakır.
Neredeyse adama makinenin nasıl çalışacağını anlatıyordum; öyle sahiplenir, seversiniz eşyalarınızı.
Hepsi bir iz, bir koku, bir "kırıntı" bırakır...

30 Ocak 2015 Cuma

sabah sabah

Telefon ditliyo, titriyor, sessizde, sabah sabah...
Klik, bak bakalım, bankadan mesaj..
Önündeki minik pencerelerden güneş doğsam mı doğmasam mı diye düşünüpduru..
Sen gecenin fırtınasını atlatamamışsın hala... Yorgan sıcak ve fakat.. Kedin gelir, selam verir, hadi, kalk bakalım...
Aşağı inmeden yukarıyı bi check etmek lazım; çatı aktı mı, teras ne alem, Zuzu'nun su çanağı dolu mu...
İndik, önce dolaptan mide ilacımızı kaptık, bunu 10 küsur yıldır yapıyorum.. Çayı koyduk, tv'yi açtık, hava durumuna baktık, annemden kalma alışkanlık, yine yağmur...
Tuvaletin yolunu tuttuk, arada tv'yi müzik kanalına getirdik, Zuzu'nun mama tabağını kontrol ettik..
Elimizi yüzümüzü yıkadık, yok bu sabah çok soğuk, duş almaya cesaretimiz yok. Salona geçtik klimayı yaktık, Zuzu yuvarlanmaya başladı kilimde, güneşin zerresi varsa da Meno'yu (bizim menekşe), camın önüne yerleştirdik.
Oh be!
Şimdi kahvaltıda ne yiycez; en büyük sorun...
Bazen böyle şölen kahvaltılar hazırlıyorum kendime: keçi peyniri, domatesi, tereyağı, köy yumurtası, zeytini ve saire... Bazen de "Amaaaan," diyorum, öğlen yerim ya da akşam, gece.. Kahvaltı hiçbir zaman "en önemli öğün" olmadı benim için, underrated..
Velhasıl kahvaltı faslı bitince bekliyorsunuz ki bir bisiklet turu, bir yat limanı koşusu, ve sair; en azından bir avm gezintisi...
Ama yok.
İflah olmaz bir istanbullu olarak terasta bir elimde sigara, bir elimde gazete, önümde yenmemiş simit, arka planda çalan Şebnem Ferah'la devam...
Eh, zaten Moda'da otururken de sahil boyu koşmuyorduk di mi!

22 Ocak 2015 Perşembe

ali ismail korkmaz

İlkokulda okurken ben dedemlerle yaşardım.
Edibe Yengem beni okuldan alırdı, eve getirir "ayşe" diye maydonozlarla süslediği patates püresi, köfte ve şehriye çorbası yedirirdi.
Yemekten sonra bahçedeki kedilerle köpeklerle -hatta atlarla!- oynardım.
Dedem benimle ders çalışır, "müfettişlik" oynar -malum, ben öğretmendim- bana evinin salonuna astığı Türkiye haritasının önünde kök söktürürdü.
Bafra sigarasını tüttürürdü balkonda, bana da çekmeceden beyoğlu çikolatası verirdi.
Velhasıl güzel zamanlardı...

Ama bir gün bir şey oldu.
Bir öğleden sonra eve geldik ve her daim paspasın üzerinde koyun koyuna yatan iki kardeş köpekten birini bulamadık. Beriki ağlıyordu.
Ben tırım tırım Edi'nin peşinden çıktım o merdivenleri ama hala hatırlıyorum nasıl tutunduğumu trabzanlara.
Dedem tabii, hiç hoş karşılamadı bu durumu. Köpekleri değil de, benim o suratımı, halimi...
Hiç konuşmadım o gün. Püremi de yemedim, köftemi de. Çorbamda yüzen ekmekleri sayan dedem en çok kızmıştı bu duruma, ama ona bile söyleyemedim, boğazımda bir yumru; biliyorum o köpek geri gelmeyecek, çocuğum ama biliyorum...

Herkesin bir çocukluğu vardır. Herkesin bir suçu, acısı..
Ama herhalde ömrünün baharında göstere göstere öldürülen bir çocuğun, özründen, suçundan çok hayatı vardır.

Sonra geri gelmeyen çok köpek, kedi, insan, dayı, dede, yenge,.... hepsini gördüm....
Hepsi her gece rüyamdalar.
Bana güzel geliyorlar, korkutanı görmedim.
Ama kabuslarından korkan herhalde bu memlekette çoktur.

19 Ocak 2015 Pazartesi

after sunrise

Moz Efendi sağolsun, hepsini seyrettirdi bize bir bir: Before Sunrise, vs....
Ama ben sonuncu bölümü seyrederken neyin farkına vardım..
Aman bütün erkekler duymasın.
Çook haksızlık yaptık hacı ya.

13 Ocak 2015 Salı

hadi gari

Marmarisime döndüm, eve.. Yaptığım en huzurlu uçak yolculuğuydu, sabahın köründe, güneşin doğuşunu Dalaman'dan seyrede gele, Köyceğiz'in karlı tepelerini göre göre...
Arkadaşlarla kucaklaştım, hoşbeş, Davy Jones, Escape...
Lakin huzur var mı?
Yooook!
Napcaz biz ya?
Hayır yani, harbiden ne yapacağız?
İnsanlar, milyonlar, yürüyor, Liberte filan diye..
Bizde kalmış terörist, Kadıköy'de otelde..
Bizimki "Türküz" derdinde hala, pozlar veriyor sarayında..
Napcaz biz?
Hadi, yapalım bişeyler!

9 Ocak 2015 Cuma

Charlie

Gırgır'a ya da Leman'a silahlı saldırı yapıldığını düşünün.
En sevdiğiniz karikatüristlerin, usta Oğuz Abi'nin deyimiyle, "az tarama" yapanların, tarandığını düşünün.
Ve memleket "başkanı"nın çıkıp bir açıklama dahi yapmadığını...
Ne bu?
İslamofobiaymış.
Ben söylemekte zorlanıyorum, onlar ellerini kollarını sallayarak adam öldürüyor uğruna.
Üstelik bu son da gözükmüyor.
Bunlar daha nice eylem yapacak, adam kesecek, eleman alacak.
Biliyor musunuz en çok Müslüman Avrupa'da Fransa'da yaşıyor? Biliyor musunuz en çok IŞİD elemanı Fransa'dan çıkıyor?
"Ben Charlie'yim" demekle keşke herşey hallolsa..
Biz Charlie filan değiliz. Olamadık.

2 Ocak 2015 Cuma

kaç kaç kaç kaç

İstanbul'u özlemişim, eyvallah..
Saçma kaosunu, kedili sokaklarını, çalgıcılarını, kitapçılarını, vs...
Bütün yeraltını dolaştım bu kez. Harbi yeraltı: metro, tünel, marmaray; hepsinde gezindim. Gıpta da ettim açıkçası, güzel olmuş, birinden ötekine bağlanıpdurun, 10 liraya doldurduğun istanbulkartla bütün şehri gezebilirsin.
Ama gezebildim mi; hayır.
Hava muhalefetini bir kenara koyalım, ben böyle kalabalık görmedim.
Ürkütücü.
30 senelik arkadaşlarımla buluştum; onlar da aynı şeyi söyledi: "Biz artık İstanbul'da dolaşmaktan korkuyoruz."
Valla şimdi bayat edebiyat olacak ama, yeri geldi: Biz gençken Beyoğlu'nda sabaha kadar çakkırı şıkkıdı gezerdik. Şimdi herhalde annemin oturduğu Tuzla'da bile bunu yapamazsın.
Yeğenlerle sinema yapalım dedik.. 5'te yola çıktık, iki adım ötedeki salonda 7 buçuk seansına zor yetiştik. Trafik, avm manyaklığı, bir de yeni tanıştığım "popcorn kuyruğu"!
Kardeşim bu şehirde herkes her şey için bir kuyruğa girmek zorunda mı?
Cevap: evet.
Sinemaların hepsini avm'lere hapsetmişler faslına girmiyorum bile...
Neyse, dönüşüm güzel oldu tabii... Sabahın köründe kaçarcasına atladım uçağa, ver elini Dalaman, ilk defa Köyceğiz yolları bana öyle güzel gözüktü, mandalin koktu.
Velhasıl burada zaten yürümekte olan merdivenden koşmaya çalışanlar yok.