16 Haziran 2013 Pazar

dursun dünya

İlkokul öğretmenimin Emre'yi tekme tokat dövdüğüne şahit olmuştum ilk kez. Emre arkadaşım bile değildi, ama adını hatırlıyorum. Pantolonunun nasıl yırtıldığını, benim nasıl -sınıf başkanıyız ya- karşı çıktığımı, üzüldüğümü, ağladığımı, azarlandığımı... Dahası, o hepimizin paltolarını ilikleyen öğretmenin niye ve nasıl öyle bir canavara dönüştüğünü...
Bir park vardır. Seversin. Gezmesen de. Senin.
Bir dünya kurarsın orada, yıkmaya çalıştıkları vakit. Yatağın, restoranın, revirin, kütüphanen; hepsi orada. Yardımlaşmayı öğrenirsin, yayıncılıktan hiçbir bok anlamadığın halde tv kanalı kurarsın; paylaşmak istersin çünkü bu acayip kardeşliği...
Şarkılar söyler, "çiçek çocuklar"ı hayata geçirirsin, bilmeden ve istemeden, umursamadan.
Sonra bir gün o amcalar gelir işte. Biri "vali", öteki "başbakan", diğeri "polis"....
Kırıp dökerler. Döverler.
Senin çadırın parçalanır, pankartların çöpe atılır, onca gündür belki gözün gibi baktığın demlik ya da battaniye onlar için önemsizdir.
Ama sen artık biber gazıyla bile dalga geçebilen birisin, farklısın.
O yüzden dimdik ayaktasın...
Emre dayak yerken bana pis pis sırıtmıştı; "Ben iyiyim" hesabı... Çocuk aklım onun öğretmenle dalga geçtiğini sandı. Şimdi biliyorum ki başka şeylerin peşindeydi Emre; dünyasını koruyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder