16 Şubat 2012 Perşembe

Anneler Günü


 
Can artık bana yerleşti. Arkadaşlarıyla telefonda öyle konuşuyor. “Bundan sonra bizi iki kişi düşüneceksiniz ha!” diyor. Tatlı mı? Eh, evet, ama tuhaf. O arkadaşlarla –kimse onlar- birlikte bişey düşünülebilir mi, henüz bilmiyor Ayşe. Ama nedense… Neyse.
O zaman Can’ı arkadaşlarımızla tanıştıralım. Soruyorum, “Yemek yiyeceğiz sadece, zaten çoğunu tanıyorsun, ötekileri de ismen, hadi gel..” Olur.
Sonra o saçma mabedimizde, ki o benim evim oluyor - hep içilen hiç dışarı çıkılmayan- her akşam bana aynı soruyu soruyor: “Ayşe gerçekten neden götürdün sen beni o yemeğe?”
Yatak odası artık tahtımız. Bütün planlar orada yapılıyor. Ve bütün ‘tarih’ yazılıyor. Mekan açacağız, kredi çekeceğiz, alıp başımızı Marmaris’e gideceğiz, herkese gününü göstereceğiz…
Bir gece annem arıyor, “Kim var evde?” Yalan söyleyemiyorum, “Can.” Annemde bir panik. “Hemen abin geliyor oraya, o adamı dışarı atıyorsun!!”
Dışarı? Biz günlerdir içerdeyiz. Ve halimizden pek hoşnutuz. Ne güzel değil mi öyle tekinsiz yaşamak. Aaah! Bir telefona bakar her şey. Yemek. Rakı. Müzik. Arkadaş.
Annemi frenliyorum. Can’la tam gaz devam.
Ertesi gün anneler günü. “Hadi” diyorum Can’a, “anneme bir sürpriz yapalım.” Ne yapalım? “Hediyeleri, çeçikleri alalım, gidelim.” Tamam da, hani zorlamasak…
Tamam. “O zaman sen git bavulunu topla kuzeninden, karşıdan, ben de anneme gideyim, her şeyi anlatayım, sonra buluşuruz.” Bu daha mantıklı. “Ama önce hediye almama yardım etmelisin, ben tuz-biber değirmeni düşündüm, çok mu fena?” Olur, bakarız.
Yola çıkıyoruz. Beyoğlu’na. İskeleden vapura binmeden önce standart İnegöl Köftecisi’nde mola. “Beğendin mi?” İşte, Adapazarı’ndan sonra anca bu kadar olur… İyi mi? Bilmiyoruz.
Vapurda akşam güneşi vuruyor yüzüme, ha, sidikliye mi oluyordu o, “Çok güzelsin. Fotoğrafını çekmek isterdim şu anın.” Aman aman, hanimiş…
En sevmediğim şeyi yapıyoruz; alışveriş. Dükkan, istiklal, cadde, demirören, dükkan vs. “Sen sıkılmadın mı” diyecek oluyorum, anneme Müzeyyen Senar albümleri alırken buluyorum kendisini.
Ve nihayet: haftalardır beni yeni açtığı barına çağıran arkadaşımı ziyarete hak kazanmış durumdayız. Arıyorum, Can’la telefonda konuşuyor, adres tamam, oradayız.
“Abi, Ayşe çok bahsetti senden bana, nasıl oluyor bu mekan işleri” derken, hoop, bir bakıyoruz içerdeyiz Dino bize barını, nasıl yaptığını anlatıyor. Çöküyoruz taburelere, sohbet muhabbet… Ama arada sigara içmek lazım. Keşke o akşam sigarayı külliyen yasaklayan bi yasa çıksaydı.
Ben dışarıda bir adamla sigara içiyorum. Sıra bende zira. Paltoları vs içeride barda bırakıp dönüşümlü olarak dışarı çıkıyoruz. Adam bir espri yapıyor, eh, ben de gülüyorum, hadi, Allah kahretsin beni, elimi omzuna da koyuyorum. Sonra içeri geçiyorum, nerede benim aşkım? Bıraktığım taburede bana o kadar acayip bakıyor ki. N’oldu Can? Tokat atıyor.
Çıkıyoruz. Ben eve, bulduğum ilk taksiyi çevirerek, o nereye, bilmem.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder