Babamı tanıdığımda 13 yaşındaydım. Babam hep vardı da, o sabah "Müziğin sesi nasıl kısılıyor, biliyor musun" diye abimden korkarak bana sorduğunda tanıdım ben babamı.
Gösterdim, uykuyla uyanıklık arasında, teşekkür etti, "Sen benim kızımsın" bile dedi.
Yıllar sonra, ölmek üzereyken sordum: "Baba, iyi bir çocuk oldum mu sana?"
Yine, "Sen çok iyi bir kız oldun" dedi.
Çok iyi bir kız değildim ben. Babamı yorardım, annemi de. Gecenin bir vakti eve gelir babam "saat kaç" dediğinde, "Saatin yok mu baba" cevabını verirdim.
Moda'daki evden hatırlarım, bazen pencereden bile bakmama ses çıkarırdı, ama yıllar sonra Moda'da tam da aynı eve nazır full pencereli evim oldu. Bunu göremedi babam.
"Mutlu musun kızım" derdi, evliyken. "Evet" derdim, "baba merak etme."
Maviş onu hasta yatağında ziyaret edip kaçtığında anladım, babam ölüyor.
Sonra bir kedi daha geldi çatıya ziyaretine, eskiden yavrularını bırakan Torpido, girmek istedi camdan, ilk defa, öpmek yalamak istedi, iyileştirmek.. Babam baktı, son gücüyle elini salladı.
Şu yaşadığımız dönemi iyi ki görmedi babam. Akşam yemeklerinde yaptığımız tartışmaları hatırlarım; Uğur Mumcu öldüğünde benim nasıl sabahladığımı, Cumhuriyet gazetelerinin hepsini arşivlediğimi gördüğünü hatırlarım, gazeteci olduğuma memnun olduğunu sonra.
Bazen karşı görüşte olurduk, derdi ki "Kızım sen İstanbul mezunusun", ben de onu Ankara Hukukçu, kanuncu diye "aşağılardım".
Şimdi olsa, bir savcı olarak, hakim olarak, avukat olarak hepsine beraber karşı çıkardık.
Baba, saat geç oldu. İyi ki yoksun. Keşke olsaydın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder