Sabah gözünü açtığında kedisi yine ayakucundaydı; gerinerek şımarık şımarık selam verdi Zuzu, "Bu senin yatağın değil! Yine benimkinde yatmışsın yaramaz" sözlerine hiç aldırmadı bile.
Tuvaletin yolunu tuttuğunda aklında gecenin düşleri, saçmasapan hikayeler vardı.
Aşağı inmek lazım. İnip valideye günaydın demek lazım. Hatta bu kez kendini aştı, annesinin neşesine katılıp poğaça yaptı beraber. İçi peynirli. Yarısı maydonozlu, yarısı dereotlu. Dün pazardan aldığı peynirleri özenle karıştırdı iç olarak; annesinin ellemesine izin vermedi. Şahane oldular, kıyır kıyır. Afiyetle yediler.
Sonra deniz vakti geldi çattı yine; yazın bu hep oluyor.. Anne gelmez, "Ben biraz uzanayım, sen git kızım.."
En yakın plaja gitti, zira sıkıldı artık yazın kalabalığından, çalkantılı yeşil denizinden..
Bir Long Island Ice Tea söyledi, tanıdık mekan çalışanlarına -iyi yaptıklarına inandığından- kaykıldı şezlongunda, Emrah Serbes'in "Son Hafriyat - Bir Ankara Polisiyesi"ni okumaya koyuldu.
Güneşten bunaldığı bir vakit, denize girdi çıktı ama o yüzmek sayılmazdı. (Tabii, turistlerin sırf ıslanmak için girmelerine kıyasla bir nevi Salnikov addedebilirdi kendisini ama neyse..)
Eve dönüşte annesinin sütünün bittiğini hatırladı, bakkala uğradı, bir süt, bir şişe en sevdiği yeni keşfi votkadan -Luksukowa- gazete, Davidoff sarı, vs..
Tam bakkalın dolabında sütün son kullanma tarihini kontrol ederken telefonu çaldı; eski zamanlardan, İstanbul'dan kalma 'kafa' arkadaşı.. Onun da nickname'inin okuduğu kitabın üstünde zırıl zırıl çınlamasına gülümsedi; Burak Ç. "Marmaris'e geliyorum" dedi.
Ahh, canım kıyır kıyır poğaça istedi!
YanıtlaSil:) gel sana her sabah yapayım neslispor
Sil