Hayat akar.. Hayat gider...
Bazen sonlandırmaya bile çalışırız onu.
Me, bana gelirsek birkaç "Lost" hikayesiyle özetleyebiliriz konuyu..
Ayşecik doğar, bahçeli boş havuzlu parmaklıklı bahçesinde büyür, dışına çıkmak için kolunu kırar, sonunda başardığında çukur kazar, çocukluk aşkıyla..
Yürür pembe panterli mavi çantasıyla okula her sabah, çantanın açılmamasına dikkat eder, abisinden kalmıştır çünkü, yine parmaklıklı kapılardan girer, gri dolapların, kahverengi masaların, gri-kahve bıyıklı müdürlerin olduğu okuluna... Bir zamanlar köşe kapmaca oynadığı, babasıyla futbol antrenmanı yaptığı okulun bahçesine..
Folklor de oynar. Çok da sever. Yine gri kapıların açıldığı toz duman içindeki bomboş salonda, arkadaşlarıyla Antep, Eğin, Kars, Yozgat oynamaya doyamaz.
Eve gelir, babasını taciz eder, "Şiirin yaaar" diye adamcağıza minik parmağını örseleyip idman yaptırır...
Ortaokul vakti geldi, Ayşecik büyüdü... Artık Ümit Besen çalan minibüslere atlayıp servise yetişme vakti.. Orada da ablalarından çok şey öğrenir; Mazhar Fuat dinlemeyi, defterlerin kitapların arkasına beğendiği çocuğun adını çiziktirmeyi, kırık not almayı, alınca umursamamayı...
Lisede Ayşe komacan oldu. Hem kilo aldı hem tiyatrocu oldu hem gazeteci oldu vs... (O başka bir hikaye..)
Büyüdü, Ayşe üniversitede Hukuk okudu. Babası pek istiyordu çünkü. En sevmediği paltosuyla karda kışta Beyazıt otobüslerine bindi, tanıdı halkı nedir ne değildir, gitti kafelere dinledi sazları, kırdı dersleri, geçti sınıfları... Sabahları sabah etti, kahve ve Maviş eşliğinde yuttu malzemeyi, verdi istediklerini...
Ama bu artık verilmiş son kaleydi. Bu kez kimsenin istediğini yapmadı Ayşe. Çalıştı çabaladı, hakikaten gazeteci oldu.
Sormadan etmeden evlendi. Boşandı. Taşındı.
Velhasıl, Ayşecik şimdi bir emekli. Hayattan...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder