31 Mayıs 2012 Perşembe

june

Yarın haziran.
Ayların en acımasızı. Demiş Tennessee Williams.
Ben babamı kaybettim haziranda, kedimi gömdüm, aşık oldum, onu kaybettim, evlilik teklifi aldım, boşandım, işe girdim, işten atıldım...
Planlar yaptım. Marmarise taşındım. Hep yağmur yağdı.
Haziran bu... Isırır. Hazır mısın?

nothing ever happens

I'm doin nothing.
Ha, arayan soran oluyor ara sıra, let's clear that up:
NOTHING
Maybe I'm the not doing type. Too late to discover?
"Sen onca okulu oku, sonra bi baltaya sap olma."
Olduk baltaya sap. Balta kıçımıza girdi hatta.
Henry Miller gibi oldum şu ara; "Insomniac" düşler görmekle meşgulum. Bitişiğimde kütüphanem, karşımda Cobain, bu odada zaten uyuyabilene aşk olsun...
O yüzden hiçbir şey yapmıyorum. Bu konuda. Herhangi bir konuda.
Hava güzel mi? Denize git. Kötü mü? Yat. İyi film mi var? Çök. Biri mi çağırdı? Ha, olur, git...
En son pazara ne zaman gittiğimi biliyorum ama kendime ne zaman bir şey aldığımı hatırlamıyorum.

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Poker face

Bi onu olamadık. Akrepler hemen belli eder gözlerinden zaten, oradan kaybediyoruz, ama duygularımızı saklamayı beceremedik.
Şimdilerde napıyorlar; güyya poker oynuyorlar. Kadınla. Ne iş?
Hayır bir de en salak, muhtaç, zavallı halleriyle. "Dur sana chip atayım", "Beni eklesene", "Sen boş masaya geç, bul beni" şekli...
Ben de poker oynuyorum. Oynayanlar bilir; California masasında böyle bişey olmuyor mesela.

27 Mayıs 2012 Pazar

Ben kendimi seviyorum artık

Hayat gittikçe komikleşiyor. Siyaset deseniz malum, iş, güç, vs. Ama bence en komiği sanal dünya.
İnsanların orada neler paylaşmak istediğini görünce, hooop dedik oluyorsunuz.
Ben pokerciyim mesela. Birkaç kişiyle 'buddy' oldum. (Hatta bir tanesiyle fuckbuddy de oldum, neyse..) Türlü türlü insan tanıyorsun. Biri sana hayatı zulmetmeye çalışıyor, öteki yardım ediyor, biri aşkını ilan ediyor, diğeri tanışalım da tanışalım diye tutturuyor...
Aman dedim ya, ben ne güzel insanmışım...

25 Mayıs 2012 Cuma

carry on

Trying to get a job. Desperately. But today i missed an appointment. Willingly. I couldn't find the strength in me to go there.
Yazmışım 7 yıl önce. Tarih tekerrür... O zaman girdiğim işi bırakalı çok oldu. O zaman birlikte olduğum adamları bırakalı çok oldu. O zaman oturduğum evi terk edeli çok oldu. O zaman yanımda olan kedim öldü.
Şimdi başka bir coğrafyada, başka bir iş umuduyla, başka bir kediyle yaşıyorum. Ama arada daha büyük bir fark var: I have the strength.

24 Mayıs 2012 Perşembe

gone kadıköy

O da iyi biri.. Hadi onu da eve alalım...
Gelir. Aşağıdadır. Kazım Koyuncu söylüyodur, telefondadır, ben istifa ettim diyordur, mesaj atmıştır, geliyordur...
Öyle bir evim vardı benim. Kapısında paçasında türlü kedi beslediğim.
Ama karşıya baktım bir sabah, olmaz, dedim, bensiz yürüyün..
Zira ben gittim

23 Mayıs 2012 Çarşamba

bazı şeyler ne kadar kolay

12 yıl önceydi. Meğer ben evlenirken bir 'love child' taşıyormuşum bünyede. Balayından sonra öğrendim, sordum. "Hayatım, sen nasıl biliyorsan öyle yap.."
Aldığım cevap buydu. O zamanki sevgili yayın yönetmenim, arkadaşıma söyledim, "Çüş" dedi, "Bir erkek bunu söylüyorsa istemiyor demektir."
İstemiyor muydu? Ben mi istemiyordum? Çok mu erkendi? Birbirimize mi güvenmiyorduk? Herneyse, geçmiş ola... İkisi de. Evlilik de, çocuk da...

21 Mayıs 2012 Pazartesi

hatunun canı çeker

Bugün sahilde shompilinin de shompilisi bi çocukla karşılaştık. Ben genelde çocuk sevmem. Ama yeğenler olduğundan beri biraz daha anlayışlı davranıyorum onlara. Neyse, çocukla kumdan kaleler yaptık, sahil kedisini tanıştırdık, vs. Sen yüzde bir gülümseme. Hep. Anneye bir bakış. Onay alma. Babaya bir su sıkış. Oyuncu. Ama kediye napacağını biliyor, bana da. Uzak.
Kıvılcım "Ayşe sen bi anne ol da çocuk sevelim acık" dedi." Olsak mı?

20 Mayıs 2012 Pazar

i want somebody to love


Demiş Freddie Usta. Ben tersini diyom: Beni sevecek birini arıyorum, artık. Yetti. Ben çok sevdim. Ama hiç şöyle göğsünü gere gere, erkek gibi, kadın gibi sevenine rastlamadım.
Zamanlar zor, malum; kime inanacağını kestiremiyorsun, derdin dermanını başka şekillerde arıyorsun... Müzik, film, ağlatan dizi, kedi, rakı, yatağında herhangi biri...
E biri de çıksa gelse ya, "Tamam, bitti" dese, "Herşey güzel olacak."
Yemek getirmese, Orhan Pamuk'umun Masumiyet Müzesi'nden bi eşya getirmese. Kendi eşyasıyla gelse. Ayşeye.

geç kalmış anneler günü yazısı

Annemin başına bir şey gelmeyeceğini düşünürüm hep. O neferdir. Shompilinin önde gidenidir. Ona bişey olmaz. Hep bana dersler verir, hala, "Kızım onu böyle diil böyle yapman lazım" şekli... Nasıl rahatsız eder adamı ve nasıl memnun...
Babasını kaybetmişler daha bi anlar, anneler daha bir önemlidir. Tektir çünkü. Ve bütün her şeyini onlara dökebilirsin. Hoooop.. Babalarda öyle kolay değildir, ama anneler alır onu bünyelerine; sen ne verirsen. Saklarlar. Bilirler. Anlarlar. Ve sonsuz severler....

15 Mayıs 2012 Salı

Low (lush) life

Bu nasıl söylenir? Seriously; "Ben kendimden düşük (?) hayatlar yaşayan adamlarla sevişmeye bayılıyorum..." Aaah bullshit!
Abi seviyorum. Nedir, bilmem. Ama en zengininden bir züppe gelsin harcarım anında. Bize servis yapan garsona göz kırparım.
Bi defasında Akrep hakkında okurken rastlamıştım; low life peşine düşermişiz biz. Gri kertenkeleler. Ondan mı acep?
Mesela harbiden bütün dolmuşçular, dilenciler, temizlikçiler, biletçiler, vs. beni sebepsizce severler. Ben de onları severim. Equal davranırım çünkü.
Ama sevişirken öyle olmuyor. Daha içgüdüleri kuvvetli onların. Seni anlıyorlar. Biliyorlar. Eşit değilsin artık; seni yönetiyorlar, isterlerse... İstemezlerse...

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Love must conquer and behold

Fener-Galatasaray maçını seyrederken arkadaşım -ki Galatasaraylı- bana dönüp şöyle dedi: Sen iyimser olmuşsun! Fenerli olduğum için mi, sittin senedir beni tanıdığı için mi öyle dedi bilinmez ama, valla dediği doğru. Ben artık etrafımdaki insanlara eskiden baktığım gibi bakmıyorum sanırım. Ama buna ne kadar iyimserlik denir, o konuda şüphelerim var!
Eskiden İstanbul'da her yanına yanaşan adamdan korkmayan, tırsmayan Ayşe, bir de teklifsizce eve davet ederdi onları. İncelemek için mi? Aslında, evet.
Artık korkuyor mu? Yok. Bu başka bir şey. Gereksiz artık incelemek herhal.

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Son bir gece daha çirkin olalım..

Rakı içiyorduk. Hatta ben yatmaya gidiyordum, bitirmiştim yani geceyi. Son bir öpücük alayım dedim. Bardağını düşürmüş. Kırmış. Şöyle kendine çekti beni, boynumu.. Öpecek sandım. Cam parçasıyla öpüştüm. Oluk oluk kan akıyor. Ben teslim. Kurbanlık koyun. O şaşkın.
Ertesi sabah bembeyaz tişörtü gördüğünde kıpkırmızı, daha şaşkın. Ben en şaşkın. Nasıl izin verirsin böyle bir şeye, gıkın çıkmaz? Nasıl? Ve daha fenası neden?

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Zordur. İnsanın kendini birine teslim etmesi. Teslim olunca da, dayanmak sırtına sonuna kadar, ne de kolaydır. Sonra o sırt çekilince arkandan, hoppaaa, welcome to the new world hesabı...
Ben bir kez emanet ettim o sırtı başkasına. Hayatta yapmazdım dedim, evlendim. Taşıyamadı. Düştük. Ben onu çok taşıdım ama o beni, ı-ıh. Eh, o zaman naparsın, çekilirsin, düştüğün yerden sürüne sürüne kalkarsın, ayağa, ve yeniden kendi başına olduğunu hissedersin, tek. Yey!

Bugünün bir de yarını var

Çok aşık oldum ben ona. Bundan 19 yıl önceydi. Çok denedim. Bir gün bana yüzüme bakmadı, demeyeceğim, baktı. Ama konuşamadık. O fazla rock star'dı, ben fazla güvercindim o zaman belki. Ama tutturdum gideceğim bütün çaldığı yerlere, bulunduğu, yediği içtği mekanlara. Olurdu ya öyle eskiden, takipteyiz..
Çaldığı mekan bizim İçmeler. Ben salıncakta sallanıyorum Mojo'da, bekliyorum ki o gelsin. Ama o bana hayat dersi veriyor: "Ayşe, sen daha önce doğrusunu yaptın." Naptım la ben?
Bara gidiyorum. Efkarlıyım. Bi bira, bi bira daha.... En sonunda barmen, barmen değil aslında, sanırım bana güzellik yapıyor, diyor ki "Yeter. Seni eve bırakayım ya da gezelim.." Aaaa, tamam ikinci şık.
Eski Volkswagen minibüsü var. Beyaz. Arkasında türlü şey. Bazen gang gear, bazen yatak yorgan.. Adam yerleşik değil. İsmi Wes.
Bundan 19 yıl önceydi. Yalancı Boğaz derler Marmaris'in Akdeniz'le Ege'ye sinsice kavuştuğu noktasına. Oradaydık. Minibüsteydik. Beyaz. Kırmızı....

4 Mayıs 2012 Cuma

 Uyandırmayın beni

Islaktı yatak hep. Çarşaf yırtıldı bazı bazı. Yastıklar kokulu. Yatak şeysi, ne denir ona, tepesi mi, trabzan diyesim var ama değil, neyse işte o da yıkıldı en sonunda...
Ben hep solda yatarım. Yanımda, night-stand'de, altta kitaplar, üstte lamba, mum ve votka. Bi bardak su. Sigaram, çakmağım. Telefon. Saat hesabı...
En sevmediğim şey bu rutinin bozulması ya da çalınmasıdır. Yani uyandığımda yanımdakine bakmam, direkt suya dalarım, içilmişse çok sinirlenirim. Hele çakmağım yoksa daha...
Bi sabah bu yüzden bi adamla kavga ettim. Hadi votkamı içmiş, sigaramı almış bi de. İçeride radyo çalıyor. Hoppaaa! Ulan insan yavuz hırsız olur be yav. Ne uyandırıyon?